Isaac Asimov – Uzayın Bekçileri

Bir gezegen sonunda ölmeye mahkûmdur. Çevresinde döndüğü güneşi patladığı için çabuk bir ölüm olabilir. Ya da güneşi zayıfladığı ve okyanusları buz tuttuğu için yavaş yavaş ölür. İkinci durumda zeki yaratıkların yaşama şansı vardır. Bu canlılar yaşamak için dışa açılırlar. Yani uzaya. Soğumaya başlayan güneşe daha yakın bir gezegene giderler. Ya da başka bir güneşin çevresinde dönen bir gezegene. Ancak bu, güneşinin etrafında dönen tek gezegense ve beş yüz ışık yıllık uzaklıkta başka bir yıldız yoksa, canlılar için dışa açılma yolu kapalı demektir. Bu durumda yaşama çabalarının yönü içe doğru olabilir. Yani gezegenin kabuğunun içine girilir. Bu her zaman mümkündür. Toprağın altında yeni bir yerleşim alanı oluşturulur ve gezegenin sıcak çekirdeğinden enerji sağlanır. Bu iş için binlerce yıl gerekir. Ama ölmekte olan bir güneşin soğuması uzun zaman alır.


Ne var ki, gezegenin ısısı da zamanla azalır. Tünellerin gitgide daha derinlere uzanması gerekir. Bu çaba gezegen tümüyle ölünceye dek sürdürülür. O gün gelmekteydi… Gezegenin yüzeyinde neon sisleri ölgün ölgün dalgalanıyordu. Ama bu hareket alçak yerlerde birikmiş olan oksijen gölcüklerini havalandırmak için yetersizdi. Uzun gün boyunca üstü kabuklu güneş kısa bir an canlanarak donuk, kızılımsı bir ateş topuna dönüşüyor, o zaman oksijen gölcüklerinde hafif bir kaynama oluyordu. Uzun gece boyunca göllerin üzerinde mavimsi, beyaz bir buz tabakası oluşmaktaydı. Çıplak kayaların yüzeyinde de neon çiyi. Yüzeyin sekiz yüz mil altında sıcaklık ve yaşamın son bir kabarcığı kalmıştı. İki Wenda’yla Roi birbirine çok yakındılar. Bir ilişkinin olabileceği kadar yakın. Hatta böyle bir yakınlık kadın için uygunsuz sayılabilirdi. Wenda’nın “Yumurtalık Bölümü”ne girmesine ömrü boyunca bir kez izin verilmiş ve ona bir daha böyle bir şey olmayacağı açıkça söylenmişti. Irk bilimci, “Sen standartlara pek uymuyorsun, Wenda,” demişti. “Ama çocuk yapabilirsin.

Ve biz de seni bir tek defa deneyeceğiz. Belki başarılı oluruz.” Wenda işe yaramasını istiyordu. Çok istiyordu hem de. Daha yaşamanın başlangıcında pek de zeki olmadığını anlamıştı. Hiçbir zaman bir “Çalışıcı”dan başka bir şey olamayacaktı. Irkı düş kırıklığına uğratırsa çok utanacaktı. Yeni bir varlık yaratmak için ona bir fırsat verilmesini çok istiyordu. Bu onda bir saplantı halini almıştı. Wenda yumurtasını geliştirme aygıtının bir köşesine bıraktıktan sonra seyretmeye başladı. Eşit gen dağıtımını sağlamak için uygulanan mekanik dölleme sırasında “seçme” aygıtı kadının yuvaya sıkıştırılmış Olan yumurtasını hafifçe salladı. Bu iyiye işaretti. Wenda olgunlaşma dönemini de izlemeyi sürdürdü. Kendisinin olan o yumurtadan çıkan yavruyu gördü. Onun fiziksel işaretlerini ezberledi.

Çocuğun büyümesini izledi. O sağlıklı bir çocuktu. Irk bilimci de onu takdir ediyordu. Wenda bir keresinde sıradan bir şey söylüyormuşçasına, “Şuna bakın,” dedi. “Şurada oturan çocuğa. Hasta mı o?” “Hangisi?” Irk bilimci şaşırmıştı. Bu evrede hastalıklı bir çocuk onun ustalığına gölge düşürürdü. “Roi’yi mi kastediyorsun? Saçma! Keşke bütün çocuklar onun gibi olsalardı. ” Wenda önce kendisiyle gururlandı, sonra korktu. En sonunda da dehşete kapıldı. Çocuğun peşinden ayrılmıyor, onun eğitimiyle ilgileniyor ve oyun oynamasını seyrediyordu. Roi yakınındayken mutlu oluyor, uzaktayken de sıkılıyor ve mutsuzlaşıyordu. Wenda o zamana kadar böyle bir şeye hiç duymamıştı. Utanıyordu. Aslında Zihinciye gitmesi gerekirdi.

Ama bunu yapmasının doğru olmayacağını da biliyordu. Bunun bir beyin hücresinin kımıldatılmasıyla geçiverecek basit bir anormallik olmadığını bilecek kadar aklı vardı. Aslında bu gerçek bir psikozdu. Wenda emindi bundan. Durumu anlarlarsa onu bir hücreye tıkarlardı. Belki ırk için sağlanan kısıtlı enerjiyi boş yere harcadığı için ona ötenazi bile uygulanabilirdi. Hatta belki yumurtasından çıkan yavrunun kim olduğunu anladılarsa onu da ortadan kaldırırlardı. Wenda yıllar boyunca bu anormallikle savaştı. Ve bir dereceye kadar başarılı oldu. Sonra o uzun yolculuk için Roi’nin seçildiğini öğrendiğinde kalbi sızladı. Roi’yi mağaranın merkezinden epey uzaktaki boş koridorlarından birine kadar izledi. Kent! Sadece bir tek kent vardı artık. Wenda bu mağaranın kapatıldığı günü hatırlıyordu. Büyükler koridoru adımlamış, nüfusu ve sağlanması gereken enerjiyi hesaplamışlardı. Sonunda tüneli karanlıkta bırakmaya karar vermişlerdi.

Pek fazla olmayan halk merkezin yakınında bir yere taşınmıştı. Gelecek dönemde Yumurta Bölümü için gerekli kotada azaltılmıştı. Wenda, Rio’nun konuşma düzeyiyle ilgili düşüncelerinin pek derin olmadığını fark etti. Belki de delikanlı içine kapanmıştı. Kadın düşüncelerini onun kafasına yolladı. “Korkuyor musun?” “Bunu, düşünmek için buraya gelmem yüzünden mi soruyorsun?” Rio bir an durakladı, sonra da cevap verdi. “Evet, korkuyorum. Bu Irkımızın son şansı. Başarısızlığa uğrarsam…” “Kendin için mi korkuyorsun?” Rio ona hayretle baktı. Wenda uygunsuz davrandığı için utandı ve düşünce seli dalgalandı. “Keşke ben gitseydim,” dedi. Roi, “Bu işi daha iyi başarabileceğini mi düşünüyorsun?” diye sordu. “Ah, hayır! Ama ben başarısız olur ve geri dönemezsem Irk bir kayba uğramış sayılmaz.” Roi ciddi bir tavırla, “Sen ya da ben,” dedi. “Yine bir kayıp sayılır.

Irkın yaşama şansı kaybolur.” Wenda o sırada Irkın yaşamasını pek düşünmüyordu, içini çekti. “Yolculuk o kadar uzun ki…” Roi, “Ne kadar uzun?” diyerek gülümsedi. “Bunu biliyor musun?” Wenda duraksadı. Delikanlının onun aptal olduğunu düşünmesini istemiyordu. “Herkes İlk Kata çıkılacağını söylüyor,” dedi. Wenda çocukken kentten çıkan koridorlar oldukça uzaklara ulaşmıştı. O da her çocuk gibi o tünellerde dolaşır, bazı şeyleri öğrenmeye çalışırdı. Bir gün kentten iyice uzaklaştığında hava iyice soğuklamış ve Wenda tünelin ucunun kapalı olduğunu görmüştü. Uçta adeta dev bir tapa vardı; yukarıdan aşağıya, bir yandan diğerine tüneli kapatıyordu. Wenda çok daha sonra tapanın diğer tarafında, yukarıya doğru uzanan tünelin Yetmiş Dokuzuncu Kata eriştiğini öğrenmişti. Onun yukarısında Yetmiş Sekizinci Kat vardı. Böyle sırayla gidiyordu. “Biz Birinci Kattan daha da yukarıya çıkacağız, Wenda.” “Ama Birinci Katın yukarısında bir şey yok ki.

” “Haklısın. Hiçbir şey yok. Dünyanın katı cismi orada sona eriyor.” “Ama bir ‘hiç’ nasıl ‘bir şey’ olabilir? Havayı mı kastediyorsun?” “Hayır, demek istediğim boşluk. Vakum. Vakumun ne olduğunu biliyorsun değil mi?” “Evet. Ama vakumun boşaltılması ve içine hava sızmaması gerekir.” “Bu, Bakım Bölümü için söz konusu. Ama Birinci Kattan sonra her tarafa doğru sınırsız bir boşluk uzanıyor.” Wenda bir süre düşündü. “Şimdiye dek oraya çıkan olmuş mu?” “Olamaz. Ama elimizde kayıtlar var.” “Belki de kayıtlar yanlış.” “İmkânsız. Ne kadar büyük bir boşluğu aşacağımı biliyor musun?” Wenda’nın düşünce selinde müthiş bir “Hayır” sözcüğü belirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir