Isaac Asimov – Vakıf #5 Vakıf ve Dünya

“Niçin yaptım bunu?” diye Golan Trevize kendi kendine sordu. Bu yeni bir soru değildi. Gaia’ya geldikten sonra bu soruyu sık sık sormuştu. Gecenin hoş serinliğinde uykusundan uyandığında kafasında küçük bir davul sesi gibi sessizce gümbürdeyen hep aynı soruydu: “Niçin yaptım bunu? Niçin yaptım bunu?” Şimdi ilk kez bu soruyu Gaia’lı, yaşlı Dom’a sorabildi. Dom, bu meclis üyesinin yapısını anlayabildiği için Trevize’nin gerginliğinin çok iyi farkındaydı. Ona cevap vermedi. Gaia hiçbir surette Trevize’nin aklını etkilememeliydi ve onun tahriklerden uzak kalması için en iyi yol, hissettiklerini önemsememesiydi. “Ne yapmak, Trev?” diye sordu. Başkalarına hitap ederken bir heceden daha fazlasını kullanmak zoruna gidiyordu ve bunun da pek önemi yoktu. Trevize de buna biraz alışıyordu. “Verdiğim karar,” dedi Trevize. “Gaia’yı gelecek olarak seçmem.” Dom, oturduğu yerden ayaktaki Vakıf adamına, yüzüne derince gömülmüş yaşlı gözlerini dikerek içtenlikle “Böyle yapmakta haklıydın“ dedi. Trevize “Haklı olduğumu mu söylüyorsun?” diye sabırsızca sordu. “Ben/biz/Gaia öyle olduğunu biliyoruz.


Bizim için senin değerin bu. Eksik verilerle doğru kararlar verme yeteneğin var ve kararını verdin. Gaia’yı seçtin. Sen, ikinci Vakfın bilgilerinin üzerine kurulan bir Galaktik İmparatorluğunun anarşisini olduğu kadar, Birinci Vakfın teknolojisiyle kurulan bir Galaktik İmparatorluğundaki kargaşayı da reddettin. Hiçbirisinin de uzun ömürlü olamayacağına kanaat getirdin. Bu yüzden Gaia’yı seçtin.” “Evet” dedi Trevize “Tamamen doğru!” Ben, müşterek bir şuur ve kişiliği ile tam bir gezegen bir süper organizma, Gaia’yı insanlar henüz bilinmeyen bir zamir olan ben/biz/Gaia’yı kullanarak ifade edilemeyeni açıklayabilsinler diye seçtim.” Hiç durmaksızın etrafta gezinerek “Ve sonunda o, Samanyolunun bütün gezegenlerini kapsayan bir süper organizma, Galaksi olacak” dedi. Durdu, vahşice bir ifadeyle Dom’a döndü ve “Senin gibi, ben de haklı olduğumu hissediyorum, fakat sen Galaksinin bir an önce gerçekleşmesini istiyorsun ve bu yüzden kararımdan memnunsun. Ama içimde öyle bir şey var ki bunu istemiyor ve bu yüzden haklı olmayı böyle kolayca kabul etmek beni mutlu etmiyor. Haklılığımı ölçüp tartmak ve onunla tatmin olmak istiyorum. Sadece haklı olduğunu hissetmek yetmez. Haklı olduğumu nasıl bilebilirim? Benim haklılığımı gösteren işaret ne?” “Ben/biz/Gaia doğru kararı nasıl verdiğini bilmiyoruz. Eğer biz kararımızı koruyorsak bunu bilmek çok mu önemli?” “Bütün gezegen adına konuşuyorsun, değil mi? Her bir çiğ tanesi, her bir çakıl taşı, hatta gezegenin merkezindeki magmanın ortak şuuru adına mı?” “Evet, öyle ve gezegende, içinde ortak şuurun yoğunluğu yeterince bulunan her bir parçada böyle konuşur.” “Ve bütün bu ortak şuur beni bir karakulu olarak kullanmakla yetinir mi? Karakulu çalıştığı müddetçe içinde neler olduğunu bilmek önemsiz midir? Bu, bana ters geliyor.

Bir karakulu olmaktan hoşlanmıyorum. İçinde ne olduğunu bilmek isterim. Gaia’yı ve Galaksiyi nasıl ve niçin bir istikbal olarak seçtiğimi bilmek istiyorum ki rahat ve huzurlu olayım.” “Ama niçin kararından bu kadar tiksiniyor ya da ona güvenmiyorsun?” Trevize derince bir soluk verdi, alçak ve tesirli bir tonda, “Çünkü bir süper organizmanın parçası olmak istemiyorum. Süper organizma yok edilmenin bütünün yararına olacağına karar verirse öldürülecek, vazgeçilebilir bir parça olmak istemiyorum.” Dom düşünceli bir şekilde Trevize’ye baktı. “Öyleyse fikrini değiştirmek mi istiyorsun, Trev? Biliyorsun bunu yapabilirsin.” “Kararımı değiştirmeyi çok istiyorum, fakat sadece ondan hoşlanmadığım için bunu yapamam. Şimdi bir şey yapmak için kararın yanlış mı ya da doğru mu olduğunu bilmeliyim. Sadece onun doğruluğunu hissetmek yetmez.” “Haklı olduğunu hissediyorsan, haklısındır.” Bu ağır, tatlı ses Trevize’ye, kendi iç kargaşası ile tam zıtlığı sayesinde her nedense daima, daha vahşice hisler verirdi. Daha sonra Trevize, hissetme ile bilme arası tuhaf bir ürpertiyle fısıldarcasına “Dünyayı bulmalıyım.” dedi. “Çünkü onun, senin bu hararetli öğrenme ihtiyacınla bir ilgisi var, değil mi?” “Çünkü bu, beni dayanılmaz, bir şekilde zorlayan başka bir mesele ve çünkü bu ikisi arasında bir bağlantı var.

Ben, bir karakulu değil miyim? Bir ilişki olduğunu hissediyorum. Bu, onu bir gerçek olarak kabul etmen için yeterli değil mi?” “Belki,” dedi Dom sakince. “Galaksinin halkı dünyaya müdahale ettiklerinden beri binlerce, belki de yirmi bin yıl geçti, gezegenimizin kökenini tamamen unutmuş olmamız, nasıl mümkün olabilir?” “Yirmi bin yıl tasavvur ettiğinden çok daha fazla bir zaman. Eski imparatorluk hakkında pek fazla bilgimiz olmayan çok şeyler var. Kabul edecek başka şeyimiz olmadığı için, sürekli tekrarladığımız ve hatta inandığımız, birçok uydurma masallar var. Ve dünya, imparatorluktan daha yaşlıdır.” “Ama mutlaka bazı kayıtlar vardır. İyi bir arkadaşım olan Pelorat‘ta, eski İmparatorluğa ait efsaneler ve masallar ile bazı kaynaklardan güçlükle toparlayabildiği birçok şey var. Bu, onun mesleği ve daha önemlisi hobisi. Bu hikâyeler ve masalların hepsi burada. Ortada gerçek hiçbir kayıt ya da belge yok.” “Yirmi bin yıllık belgeler mi? Her şey dayanıksızlık ve savaş yüzünden çürür, yok olur.” “Fakat kayıtların da kayıtlan; kopyalar, kopyaların de kopyaları ve kopyaların kopyalarının kopyaları; yirmi binlerce yıl daha yeni faydalı materyaller olmalı. Bütün bunlar götürülmüş. Trantor’daki Galaktik Kütüphanede muhtemelen dünya hakkında belgeler vardı.

Bu kaynaklarda bilinen tarihi kayıtlar vardı, ama artık onlar Galaktik Kütüphanesinde değil. Onlara ilişkin söylentiler belki hâlâ aramızda dolaşıyordur, ama bundan sonra hiçbir surette onlardan yararlanamayacağız.” “Birkaç yüzyıl önce kovulan Trantor’u hatırlasana,” “Kütüphane el değmemiş olarak bırakıldı. İkinci imparatorluğun adamlarınca korundu. Ve geçenlerde dünya ile ilgili materyalin yok olduğunu keşfedenler de yine bu adamlardı. Bu malzemeler yakın zamanda kasten çalındı. Ama neden?” Trevize dolaşmayı bırakıp dikkatle Dom’a baktı. “Eğer dünyayı bulursam, neler gizlediğini de bulacağım.” “Gizlediğini mi?” “Gizlediğini ya da gizleneni. Bunu biliyorum, Gaia’yı ve Galaksi’yi niçin seçtiğimi öğreneceğimi hissediyorum. Sonra, haklı olduğumu hissedeceğimi değil, bileceğimi farz ediyorum ve eğer gerçekten haklıysam” ümitsizce omuzlarını kaldırdı “o zaman… öyle olsun.” “Öyle olduğunu hissediyorsan” dedi Dom “Ve yeryüzünü bulmak için kendini mecbur hissediyorsan, o zaman şüphesiz bunu gerçekleştirmen için elimizden geleni yaparız. Ama bu yardım sınırlı olacaktır. Şöyle ki, ben/biz/Gaia, dünyanın Galaksiyi oluşturan gezegenlerin uçsuz bucaksız kalabalığından nerede bulunabileceğim bilmiyoruz.” “Buna rağmen araştırmalıyım” dedi Trevize.

“Galaksideki yıldızların sonsuzluğu bu maceramı umutsuz kılsa da ve hatta yalnız başıma kalsam da araştırmalıyım.” Gaia’daki uyum ve sükûnet Trevize’yi adeta çembere almıştı. Isı, her zamanki gibi ılıktı ve havada ferahlatan fakat üşütmeyen hoş bir esinti vardı. Bulutlar gökyüzünde toplanmıştı, zaman zaman güneş ışığını kesiyordu ve yüzeydeki toprağın her karşımdaki su bahan seviyesi yeterince azalırsa şüphesiz onu telafi edecek kadar yağmur yağardı. Ağaçlar bir meyve bahçesi gibi ve şüphesiz yeryüzünün hiçbir yerinde bulunmayan biçimde düzenli boşluklarda yetişmişlerdi. Kara ve deniz, uygun bir ekolojik denge sağlamak için yeterli miktarda ve çeşitlilikte bitki ve hayvanlarla dopdoluydu ve hepsinin de sayıları insanlarda da olduğu gibi, bu elverişli ortam ile belli bir oranda artıyor ve eksiliyordu. Trevize’nin aklındaki şeyler içinde, destedeki tek joker gemisi “Uzak Yıldız’dı. Uzay gemisi, Gaia’lılarca tepeden tırnağa iyice temizlenip adeta yenilenmişti. Yiyecek ve içecek ikmali yapılmış, iç döşemesi yemlenmiş ya da değiştirilmiş ve mekanik faaliyeti yemden kontrol edilmişti. Trevize de geminin bilgisayarını dikkatle kontrolden geçirmişti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir