Isaac Asimov – Vakıf Dizisi #1 – Vakıf (İthaki)

Adı Gaal Dornick’ti ve Trantor’u daha önce hiç görmemiş olan sıradan bir taşra delikanlısıydı… daha doğrusu, gerçek hayatta hiç görmemişti. Çünkü onu hipervideoda defalarca görmüş, zaman zaman da –örneğin bir İmparatorluk Taç Giyme Töreni’ni veya Galaktik Konsey’in açılışını konu alan üç boyutlu haber bültenlerinde– devasa ekranlardan izlemişti. Mavi Akıntı’nın en uç kısmındaki yıldızlardan birinin yörüngesinde dönen bir gezegen olan Synnax’tan yaşamı boyunca hiç ayrılmamış olmasına rağmen, sizin de gördüğünüz gibi uygarlıktan kopmuş değildi. Bunun aksi o sıralarda galaksideki hiçbir yer için söylenemezdi zaten. O dönemde galakside üzerinde insan yerleşimi bulunan yirmi beş milyona yakın gezegen vardı ve bunların içinde Trantor merkezli İmparatorluğa bağlılık yemini etmemiş bir tanesine bile rastlamak mümkün değildi. Ne var ki, bu durum ancak bir yarım yüzyıl daha böyle sürebilecekti. Gençlik yıllarını öğrencilikle geçirmiş olan Gaal için bu gezi yaşamının o âna kadarki doruk noktasıydı. Uzayda daha önce de bulunduğundan bu gezi onun gözünde sıradan bir yolculuğun ötesinde bir şey ifade etmiyordu. Daha kesin belirtmek gerekirse, daha önce bitirme tezinde kullanmak üzere göktaşı sürüklenmelerinin mekaniğine ilişkin bilgi toplamak için Synnax’ın biricik uydusuna kadar açılmıştı sadece, ama ister yarım milyon kilometre aşılsın, ister bir o kadar ışık yılı katedilsin, uzay yolculukları hep aynıydı. Böylelikle üstuzayda yapacağı sıçrama için kendisini az da olsa hazırlayacağını ummuştu, ne de olsa gezegenlerarası basit gezilerle edinilemeyecek bir deneyimdi bu. Sıçrama, yıldızlar arasında yolculuk etmenin tek elverişli yöntemiydi, büyük olasılıkla sonsuza dek de öyle kalacaktı. Bildik uzayda yolculuk etmek normal ışık hızının üstünde bir hızla gerçekleştirilemezdi (insanlık tarihinin çoktan unutulmuş olan başlangıç yıllarından beri süregelen bilgi birikiminin bir parçasıydı bu) ve bu, insanlar tarafından mesken tutulmuş en yakın sistemler arasında bile yolculukla geçecek uzun yıllar anlamına geliyordu. Üstuzayda, ne uzay ne zaman, ne madde ne enerji, ne bir şey ne de hiçbir şey olarak tanımlanabilecek o hayal edilemez bölgede insan, birbirini izleyen iki an arasındaki ufacık zaman dilimi içinde galaksiyi bir baştan diğerine aşabilirdi. O sıçramaların ilkini midesinde korkudan kaynaklanan ufak bir bunalmayla bekleyen Gaal hafif bir sarsıntıdan başka bir şey hissetmemişti: O henüz farkına varamadan etkisini yitiren içsel bir darbe. Hepsi buydu işte.


Sonrasında onun hayatında sadece gemi yer almıştı; İmparatorluğun on iki bin yıllık gelişiminin müthiş bir ürünü olan o kocaman, ışıltılı gemi; bir elinde yeni almış olduğu matematik doktorası, diğerinde ise yüce Hari Seldon’ın o geniş ve biraz da gizemli Seldon Projesi’ne katılmak üzere Trantor’a gelmesi için ona yolladığı davetiye olduğu halde sıçrama sürecinde bulmuştu kendini. Sıçramanın yarattığı hayal kırıklığının ardından Gaal’in görmeyi beklediği şey, Trantor’un ilk kez karşılaşacağı manzarasıydı. İzleme odasından bir türlü ayrılamıyordu. Çelik perdeler önceden bildirilen saatlerde açılıyor, o da her defasında orada yerini almış oluyordu; yıldızların keskin pırıltısını izliyor, şurada burada bir yıldız kümesinin oluşturduğu ve tam uçtukları sırada sonsuza dek dondurulmuş bir ateş böceği sürüsünü andıran belli belirsiz bulutsuları zevkle seyrediyordu. Gemiden beş ışık yılı uzaklıktaki bir gaz bulutsusunun soğuk, mavi-beyaz dumanı pencereye bir an için çok uzaklardaki bir süt birikintisi gibi yayılmış, odayı buz rengi bir ışıltıyla doldurmuş ve iki saat sonra, bir diğer sıçramanın ardından gözden kaybolmuştu. Trantor’un güneşi ilk görüldüğünde kendine benzeyen on binlercesinin içinde kaybolup gitmiş sert, beyaz bir zerreden ibaretti, fark edilebilmesini ise onu yolculara işaret eden gemi rehberine borçluydu. Burası galaksinin merkezine yakın olduğundan yıldızlar oldukça sık bir görünüm sergiliyordu. Ancak Trantor’un güneşi her bir sıçramayla daha bir parıldıyor, ışıltısıyla boğduğu yıldızlar onun yanında giderek daha soluk ve küçük kalıyordu. Bir subay onlara yaklaştı ve, “İzleme odası yolculuğun geri kalanı boyunca kapalı tutulacak,” dedi. “İnişe hazırlanın.” Adam odadan ayrılırken Gaal ona doğru atıldı ve üzerine İmparatorluğu simgeleyen Uzaygemisi ile Güneş şekilleri işlenmiş olan beyaz üniformasının kolunu yakaladı. “Benim odada kalmam mümkün mü acaba?” diye sordu. “Trantor’u yakından görmek istiyorum da.” Subay gülümseyince Gaal hafifçe kızarmaktan kendini alamadı. Taşra aksanıyla konuşmuş olmalıydı.

“Yarın sabah Trantor’a inmiş olacağız,” dedi subay. “Ben onu uzaydan görmeyi kastetmiştim.” “Ah. Özür dilerim, evlat. Eğer bu bir uzay yatı olsaydı bunu sağlayabilirdik sanırım. Ama biz güneşin hemen dibinde döne döne inişe geçeceğiz. Aynı anda hem kör olmak, hem yanmak, hem de radyasyon yaraları içinde kalmak istemezsin herhalde, değil mi?” Gaal arkasını dönüp uzaklaşacak gibi oldu. Subay peşinden seslendi. “Buradan bakıldığında olsa olsa gri bir bulut şeklinde görünür zaten, evlat. Trantor’a indikten sonra bir uzay turuna katılmayı denemelisin. Hem onlar ucuz da olur.” Gaal başını çevirip tekrar ona baktı. “Çok teşekkür ederim.” Böylesi bir durumda düş kırıklığına kapılmak çocukçaydı belki, ama yetişkin bir erkek de bu tür hislere tıpkı bir çocuk gibi kapılabilirdi; Gaal’in boğazına bir yumru takılmıştı sanki. O âna dek hiç görmemiş olduğu Trantor’u tüm gerçekliğiyle seyredebilme fikri ona inanılmaz gelmişti, bunun için bir süre daha beklemesi gerekeceğini ummamıştı doğrusu.

2 Gemi inişini tam bir gürültü karmaşası içinde gerçekleştirdi. Geminin metal yüzeyi atmosferi uzaktan gelen hışırtılar eşliğinde yarıp geçmişti. Sürtünmenin yarattığı ısıyla boğuşan havalandırma aygıtlarının uğultusu hiç kesilmiyor, hızı düşürmeye çalışan makinelerin daha yavaş tempolu homurtusu ise buna karışıyordu. İniş odalarında toplanan erkeklerin ve kadınların gürültüsü ile bavulları, posta kargolarını ve diğer yükleri kaldırıp bir boşaltma iskelesine aktarılacakları âna dek beklemeleri için geminin uzun dingiline yerleştiren vinçlerin gıcırtıları birbirine dolanıyordu. Gaal geminin artık kendi istemiyle bağımsız olarak hareket edemediği kanısına varmasına yol açan hafif bir sarsıntı hissetti. Gemideki çekim, inmek üzere olduğu gezegenin yerçekimine her geçen saat biraz daha yenik düşüyordu. Yerçekiminin her geçen saat artan etkisiyle sürekli değişen yönlere uyacak güç alanları üstünde kolaylıkla dönen iniş odalarında sabırla oturmuş beklemekte olan binlerce yolcu bir süre sonra ipsiz gibi görünen kocaman kapılara doğru kavisli rampalar üzerinden ilerlemeye başladılar. Gaal’in bagajı hafifti. Önünde durduğu kontuardan, eşyalarının büyük bir ustalıkla çabucak kontrol edilip, sonra yeniden bavula tıkılmasını seyretti. Vizesi incelendi ve damgalandı. Gaal ise bu işlemlere aldırmıyordu bile. Sonunda Trantor’a gelebilmişti ya! Burada hava, evinin bulunduğu Synnax gezegenindekinden biraz daha ağırdı sanki, ama nasıl olsa buna alışacaktı. Onu asıl düşündüren, bu kentin büyüklüğüne alışıp alışamayacağıydı. İniş Binası devasa bir mekândı. Binanın tavanı o denli yüksekti ki neredeyse görünmüyordu.

Gaal az daha bu çatının altında bulutları bile oluşabileceğini hayal edecekti. Karşısında hiçbir duvar göremiyordu; salonda sadece insanlar, kontuarlar ve daralarak uzanan, sonra da adeta sislerin içinde kaybolan bir zemin vardı. Kontuar görevlisi tekrar konuşmaya başladı. Sesinde sinirli bir hava seziliyordu. “Hadisene, Dornick, kıpırda biraz,” dedi. İsmi anımsayabilmek için vizeyi açıp bir kez daha göz atması gerekmişti. “Eee… şeyler…” diyecek oldu Gaal. Kontuarın ardındaki görevli başparmağını kaldırdı, “Taksiler sağdan ve soldan üçüncü kapılarda.” Bunun üzerine harekete geçen Gaal, hiçliğin ortasında asılıymışçasına duran ışıklı, eğri büğrü harfleri okuyarak ilerledi: ‘HER YÖNE TAKSİ’. O uzaklaşadursun, kalabalığın içinden sıyrılan biri az önce Gaal’in dikilmekte olduğu kontuara yanaştı. Bakışlarını bu yeni gelene çeviren görevli, başını ‘evet’ der gibi hafifçe salladı. Yabancı da başını sallayıp aynı şekilde karşılık verdikten sonra genç göçmeni izlemeye koyuldu. Zamanında yetişip Gaal’in gideceği yönü duymayı başarmıştı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Merak ediyorum nasıl bir kitap, heyecanlıyım