Jack Vance – En Son Kale

Fırtınalı bir yaz gününün geç saatlerine doğru, güneş yoğun, siyah yağmur bulutları arasından çıktığında, Janeil Kalesi tamamen zapt edildi ve içindekiler öldürüldü. En son ana doğru, kaledeki klanların içindeki hizipler, Kader’le en uygun yüzleşme şeklinin ne olduğunu tartışmaya başladılar… Bu ünlü ve değerli baylar, bütün bu önemsiz durumu umursamamayı seçtiler! Her zamankinden ne biraz az, ne de biraz fazla titizlik göstererek, normal yaşantılarına devam ettiler. Udžmitsizlikten çılgına dönmüş birkaç genç, silahları kapıp son saldırıya karşı koymaya hazırlandılar. Diğerleri, bütün nüfusun yaklaşık dörtte biri, insan ırkının günahlarını -nerdeyse mutlulukla- ödemeye hazır, uysalca bekliyordu. En sonunda, ölüm hepsini aynı şekilde buldu, hepsi de bu zorunlu, korkunç gidişatın kaldırabileceği kadar kendi ölümlerinden zevk aldılar. Gururla oturup, güzel kitaplarının sayfalarını çevirdiler, yüzyıllık bir esansın özelliklerini tartıştılar ya da en gözde Feynlerini okşadılar ve etrafta olanlarla ilgilenmeye tenezzül bile etmeden öldüler. Zıvanadan çıkanlar, aklı mantığı bir yana bırakıp, Janeil surlarındaki mazgalların üzerinde bir karaltı gibi duran çamurlu yamaçtan yukarı doğru saldırdılar. Çoğu, kayan toprak ve molozların altına gömüldü, ama birkaçı yukarı ulaştı ve yarı canlı kas-arabaları tarafından ezilene ya da vuruluncaya kadar kesip biçtiler. Tövbekârlar klasik son nefes pozisyonundaydılar: diz çökmüş, başları eğik. Meklerin birer sembol, insan günahlarının da gerçek olduğu bir sürecin sonucunda öldüklerine inandılar böylece. En sonunda hepsi öldü: baylar, bayanlar, pavyonlardaki Feynler, ahırlardaki Köylüler. Janeil’de yaşayanların içinde sağ kalanlar sadece hantal, beceriksiz, kısık sesli, iman ve gururdan nasibini almamış, kalenin itibarından çok kendi postlarını deldirmemekle ilgilenen Kuşlardı. Mekler surların üstündeki mazgallardan aşağı yığınlarla gelmeye başlayınca, Kuşlar kulübelerinden ayrıldılar ve tiz çığlıklarla, hakaretler yağdırarak doğuya, Dünya’da kalan son kaleye, Hagedorn’a doğru kanat açtılar. 2 Janeil’in önündeki parkta gözükmüşlerdi. Surların üzerinde Günbatımı Piyasası için salına salına yürüyen, balkonlara ve mazgallara tırmanan Janeil’li iki bin kadar bay ve bayan aşağıdaki altın-kahverengi savaşçılara baktılar.


Ruhi durumları karışıktı: Kayıtsızlıkla gülme, saygısızca aşağılama ve bunların altında yakan bir kuşku ve kara kehanet duygusu. Bunlar üç basit koşulun ürünleriydi: Kendi mükemmel zarafetteki medeniyetlerinin; Janeil’in duvarlarının sağladığı güvenliğin ve yardım isteyecekleri hiçbir yer olmaması, koşulları değiştirmek için hiçbir çare bulamayacakları gerçeğinin. Janeil’li Mekler isyana katılmak için kaleyi terk edeli çok olmuştu. Kalede kalanlar, bu isyanı bastırma gücünün gülünç bir karikatürünü oluşturan Feynler, Köylüler ve Kuşlardı. O sırada böyle bir güce ihtiyaç yokmuş gibi görünüyordu. Janeil zapt olunmaz sanılıyordu. Duvarları altmış beş metre yüksekliğinde, gümüş-mavi çelik karışımı bir ağ içinde eritilmiş siyah kayadandı. Kaleye gereken bütün enerjiyi güneş pilleri sağlıyordu; bu acil durumda, karbondioksit ve su buharı bileşiminden yiyecek yapılabilirdi -Köylüler, Kuşlar ve Feynler için şurup da. Böyle bir ihtiyaç hâsıl olabileceği daha önce düşünülmemişti. Janeil kendi kendine yetebilen, güvenli bir kaleydi, ama makineler bozulduğunda ortaya sorunlar çıkabilirdi ve kalede onları tamir edebilecek bir tek Mek bile kalmamıştı. Durum rahatsız edici olmasına rağmen, ümitsiz sayılmazdı. Gün boyunca canı isteyen baylar, enerji tabancaları ve av tüfekleriyle mesafenin izin verdiği kadar çok Mek öldürdüler. Hava karardıktan sonra Mekler, kas-arabaları ve buldozerleri öne çıkarıp Janeil önünde bir set yapmaya başladılar. Kale halkı, set on beş metre yüksekliğe erişip, toprak duvarlara doğru dökülmeye başlayıncaya kadar durumu anlamsızca izledi. Böylece Meklerin korkunç amacı ortaya çıktı.

Umursamazlığın yerini felaket haberciliği aldı. Janeil’li bayların her biri en az bir konuda bilim adamıydı. Bazıları matematik kuramlarıyla uğraşırken, diğerleri çeşitli fen dallarında derin araştırmalar yapıyordu. Bunların bazıları, bedensel işler yapmak için seçilmiş özel bir Köylü grubuyla enerji topunu çalışır duruma getirmeye çalıştı. Ne yazık ki, top iyi durumda korunamamıştı. Çeşitli parçalarının paslandığı ya da zarar gördüğü meydandaydı. Düşünüldüğünde bu parçaların ikinci kattaki Mek işliklerinden yenileriyle değiştirilmeleri gerekliydi; ama grupta ne Meklerin insan dışı kültürünü, ne de depolama sistemini bilen vardı. Warrick Madency Arban, Köylü grubunun depoları aramasını teklif etti; ama bunların zihinsel kapasitelerinin kısıtlı olması nedeniyle hiçbir şey yapılmadı ve enerji topunu eski haline getirme planı suya düştü. Janeil’in kibar insanları, etraϐlarında bir krater tepesi gibi yükseldikçe yükselen yuvarlak toprak yığınını büyük bir hayranlıkla izlediler. Yaz sonu yaklaşıyordu, fırtınalı bir günde, toprak ve molozlar surlardaki mazgalların üzerinden aşağıdaki avlu ve taraçalara dökülmeye başladı: Janeil çok yakında gömülecek ve içindekilerle toprak altında kalıp boğulacaktı. Tam o sırada, itibardan çok coşkuyu öne çıkaran bir grup patavatsız genç, silahları kapıp yamaçtan yukarı saldırdı. Mekler üstlerine taş, toprak boşalttı, ama bir avuç kadarı tepeye ulaşıp akıl almaz bir çılgınlıkla savaşmaya başladı. Çarpışma on beş dakika boyunca müthiş bir şiddetle sürdü; toprak yağmur ve kanla sırılsıklam oldu. Gençler bir anlık bir zafer kazanarak yığının tepesini Meklerden temizlediler. Eğer en başta dökülen taş ve molozların altında çok adam kaybetmemiş olsalardı, her şey mümkündü o an.

Ama Mekler tekrar toplanıp saldırdılar. Gençler on kişi kaldılar, sonra altı, dört, bir ve sonunda hiç kimse kalmadı. Mekler yamaçtan aşağı indiler, kale burçlarını ve surlarını karınca sürüsü gibi doldurdular. Ve acımasız bir çılgınlıkla içerdeki herkesi öldürdüler. Yedi yüzyıldır yiğit beylerle nazik bayanların mekânı olan Janeil, cansız ve çirkin bir yıkıntıya dönüştü. 3 Bir müzede sergilenen bir yaratığa bakar gibi bakacak olursanız, bir Mek, Etamin’in bir gezegeninin yerlisi olan, insana benzer bir yaratıktı. Sert, paslı-bronz renkli derisi yağlanmışçasına parlardı. Sırtından ve ensesinden çıkan dikenler altın gibi ışıldardı; üzerleri gerçekten de bakır-krom rengi bir zarla kaplıydı. Duyu organları kulağının arkasında bir küme halinde toplanmıştı; yüzü boğum boğum adaleliydi -aşağı koridorlarda aniden bir Mek’le karşılaşmak genellikle insanı şoka uğratırdı. Bu yüze bakmak çıplak bir insan beynine bakmaktan hiç de farklı değildi. Omuz derisinin altındaki şurup keseleri yüzünden artık kullanılmayan ağzı, yüzünün aşağısında şekilsiz bir yarık gibiydi; aslında çürümüş bataklık bitkileri ve küçük yaratıklardan besin özümlemek için kullanılan sindirim organları da dumura uğramıştı. Bir Mek genelde, iş önlüğü ya da alet kemeri hariç elbise giymezdi ve gün ışığında paslı-bronz rengi derisi çok güzel bir görüntüverirdi. Işǚ te Mek böyle bir şeydi, aslında bir insan kadar işe yarar bir yaratıktı -hatta belki de bir telsiz alıcı-vericisi özelliğine sahip harika beyninden dolayı daha da üstündü. Kalabalık halindeyken ise daha az kabiliyetli ve daha sıradan görünüyordu: bir karafatmayla ikinci sınıf insanın bir melezi gibi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. Isısjsjsıısjssıwıwıwı

    1. Lrlrlrlrlr