John Saul – Kör Gazap

Yol boyunca yavaş yavaş ilerliyordu; adımları dikkatliydi ama kararsız değildi. Yolun yabancısı sayılmazdı. Ne zaman sola, ne zaman sağa sapılacağını, nerede yolun ortasından gidileceğini nerdeyse içgüdüsel olarak biliyordu. Siyah giysisi ve aynı renkte bonesiyle, on iki yaşındaki bir çocuktan çok, yaşlı bir kadın gibi görünüyordu uzaktan. Elinden eksik etmediği bastonu da bu izlenimi güçlendiriyordu. Yüzü gençti yalnız, sakin ve çizgisiz bir yüz. Görmeyen gözleri, başkalarının göremediği şeyleri görür gibiydi. Yapayalnız bir çocuktu. Körlüğü onu karanlık bir dünyaya mahkûm etmişti ve bu dünyadan kurtuluş olmadığını biliyordu. Amacı biraz bulanık da olsa hikmetinden asla sual Olunmayan Tanrı’nın bir takdiri olarak kabullenmişti kendi durumunu. Sessiz, sakince. İlkin biraz zor olmuştu tabii, ama kör olduğunda henüz çok küçüktü, bu yüzden durumuna kısa sürede uyum sağlamıştı. Yaşamında görebildiği şeyleri şimdi hayal meyal anımsayabiliyordu ancak. Gözlerine bağımlılığından çoktan kurtulmuştu. Öteki duyuları keskinleşmişti.


Başkalarının işitemediği sesleri duyuyor, denizden gelen rüzgâr ona başkalarının tanımadığı kokular getiriyordu. Çiçekleri ve ağaçları da eliyle yoklayarak tanıyabiliyordu. Bugün yürüdüğü yol, en sevdiği yollardan biriydi. Denizden hayli yüksek bir yar kenarı boyunca kıvrıla kıvrıla gidiyordu yol. Burada yürürken bastonuna hemen hemen hiç ihtiyaç duymuyordu, çünkü birkaç yüz metre güneyde kalan evini bildiği kadar iyi biliyordu bu yolu. Adımlarını otomatik olarak sayarken temposu hiç değişmiyordu. Yolda onu şaşırtacak hiçbir şey yoktu. Ama yine de bastonu ona kılavuzluk ediyor, bir o yana bir bu yana sallanarak yolu denetliyor, aralıksız yoklamalarıyla yolunu kapatabilecek engelleri sihirli bir parmak gibi araştırıyordu. Okyanusun gürültüsü kulaklarını doldurunca bir an duraladı. Yüzünü denize doğru çevirdi. Belleğinin puslu derinliklerinde, havada dönüp duran martıların silik bir fotoğrafı belirdi. Sonra, arka taraftan bir başka ses geldi kulağına. Onunkilerden başka kimsenin kulaklarında yankılanmamış, sanki deniz yüzeyinde dalgaların birbirine çarpmasından doğan ve kaybolan bir ses… Bu bir kahkahaydı. Onu sürekli işitmişti bugün ve anlamını da biliyordu. Okul arkadaşlarının oyundan sıkıldıklarını ve bir süre dikkatlerini onun üzerinde yoğunlaştıracaklarını anlatıyordu bu ses.

Her yılın sonbaharında yinelenirdi bu. Her yaz mevsimi okul kapandığında, okul arkadaşları onu unuturlardı. Ardından eylül ayı gelir, o da yine bir süre için yeniden bir tuhaflık simgesi olur, herkes onun hareketlerini izler ve hakkında konuşurdu. Ve ona eziyet çektirirlerdi. Okulun ilk günü geçeceği yoldaki duvarlara, kapılara, sıralara alışabilmek, onların yerlerini bellemek için bastonunu sağa sola dokundurarak, yavaş adımlarla sınıfa girdiğinde çocukların fısıldaştıklarını duyardı. Ondan sonra o korkunç an, bir daha gelmemesini istediği dehşet verici an gelirdi. Öğretmen ona nerede oturmak istediğini sorar ve sınıfta rahat edebileceği bir yerleşme düzeni kurardı. Bu da onun için eziyetin, işkencenin başlangıcı olurdu. Ancak, çok uzun sürmezdi bu. Bir, bilemediniz iki hafta sonra herkes onu unuturdu. Çocuklar daha ilgi çekici şeyler keşfederlerdi. Ne var ki, yara açılmış olurdu bir kere. Yılın ondan sonrası tam bir yalnızlık içinde geçer, okula hep tek başına gidip gelirdi. Yıl içinde sık sık biriyle arkadaşlık ettiği ve arkadaşının onunla yakından ilgilendiği kısa süreler olurdu. Bunlar öbür çocuklardan birinin kolu ya da bacağı kırılıp da, sakatlığı geçinceye kadar ona yaklaştığı, onunla konuşma gereksinimini duyduğu, sorunlarına ilgi gösterdiği zamanlardı.

Çok geçmeden kırık iyileşir, sakatlık arkadaşı da ondan uzaklaşırdı. Böylelikle yalnızlık yeniden başlardı. Şimdi, kulaklan kahkahalarla dolarken, o günü anımsıyordu. Hani şu, arkadaşlarının onu evine kadar izlemeye ve yolun herhangi bir yerine engel yerleştirip onu aşmayı başararak yoluna devam edip edemeyeceğini görmeye karar verdikleri gün. Aralarında fısıldaşarak neler olabileceğini kestirmeye çalışıyorlardı. Ama her şey o kadarla kalmış, plan gerçekleşmemişti. Kulaklarında çınlayan alaycı kahkahalardan kurtulmak istedi. Bunun için de dikkatini denizin insanı sakinleştiren uğultusuna yoğunlaştırmaya çalıştı. Olmadı. Arkadan gelen kahkahalar giderek yaklaşıyordu. Hızla geriye dönüp kahkaha atanlarla yüz yüze gelmek istedi ve yumuşak bir sesle: «Rahat bırakın beni,» dedi. «Lütfen!» Hiçbir karşılık gelmedi. Sadece sağ taraftan bir kıkırdama sesi işitti. Rahatlayarak güneye döndü ve yavaş yavaş evine doğru yürümeye koyuldu. Ancak, bu kez de ileriden bir başka ses geldi kulağına.

«Dikkat! Önünde bir kaya var!» Kız durdu. Bastonuyla yolu yokladı. Herhangi bir şey bulamadı ve ileriye doğru bir adım attı. Duraklayarak yolu bir daha yokladı. Yine bir şey yoktu. Onun için hazırladıkları tuzağa düşmüştü. Yeniden ilerlemeye başladı. Fakat içinde bulunduğu karanlıkta yeni bir ses duydu. Bu kez tökezlemek üzere olduğu söyleniyordu. Yine durdu. Bastonunun ucuyla yolu dikkatlice araştırdı. Böyle yaparken de etraftan kahkaha sesleri yükseldi. O zaman zor durumda olduğunu anladı. Dört çocuk vardı çevrede. Dikkatle mevzilenmişlerdi.

Biri önde, biri geride, ikisi de yürümekte olduğu patikadan çıkıp araziyi geçerek yola doğru gitmesini engelleyecek biçimde yer tutmuştu. Hareketsiz kaldı. Bekliyordu. Çevreden bir ses ulaştı kulağına: «Orada sonsuza kadar duramazsın,» diyordu. «Er ya da geç hareket etmek zorundasın. Hareket edince de tökezleyecek ve uçuruma yuvarlanacaksın.» Kız yardım ister gibi seslendi: «Bırakın beni! Rahat bırakın!» İleriye doğru bir adım atmak istedi. Ama aynı ses alaycı bir uyarıyla onu durdurdu: «O yana doğru gitme, yanlış yöndesin.» Yönünün yanlış olmadığını biliyordu. Bundan kesinlikle emindi. Ama, diye geçirdi aklından, nasıl emin olabilirdi. Zihni karışmaya başlamıştı. İçine korku doluyordu. Deniz… Deniz hangi yandaydı? Denizin ne yanda olduğunu bilseydi hangi yönde ilerleyeceğini kestirecekti. Sağa, sola dönmeye başladı.

Çevreye de kulak veriyordu. Rüzgâr olsaydı denizin yönünü kolaylıkla belirleyebilirdi. Ama hava sakindi. Denizin uğultusu da her yönden geliyor gibiydi. O uğultuyla çocukların alaycı kahkahaları birbirine karışıyor ve durumu içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Denemeliyim, diye geçirdi aklından. Burada durduğum ve onlara kulak astığım, beni şaşırtmalarına izin verdiğim sürece yerlerinde kalacaklar ve oyunun keyfini çıkaracaklardır. Yok say onları… Yapması gerekenin bu olduğuna karar verdi. Onları yok saymalıydı. Bastonla önünde bir yay çizdi ve bunu bir kez daha yineledi. Bastonu tutan elinin parmaklarında patikanın pürüzsüzlüğünü ve yumuşaklığını hissetti. Patikanın düzgünlüğü, araziyle birleştiği yerde sona eriyordu. Kız kararını verdi ve yürümeye başladı. Çığlıklar anında yeniden duyuldu: «Dikkat! Tam önünde bir kaya var.» Ses bu kadarla yetinmedi, yol da gösterdi: «Yanlış yoldasın.

Eve gitmek istiyorsan öbür yana dönmen gerekir.» Başka bir ses girdi araya: «O tarafa değil. Uçuruma yuvarlanacaksın.» Başka sesler de geldi çevreden: «Düşse ne olur sanki? Düşerse başına neler geleceğini bile göremez.» «Yola bir şeyler koy. Görelim bakalım ne olduğunu anlayabilecek mi?» Kız bunlara kulak asmadan ve sakin sakin yürümeye koyuldu. Bastonu ona kılavuzluk ediyor ve hata yapmadığı konusunda güvence veriyordu. Etraftan da kimlerin olduğu bilinmeyen sesler onu izlemeyi sürdürüyor, bazen takılıyor, bazen de meydan okuyorlardı. Onlara uymamak, karşılık vermemek için kendini zorladı. Yakında bu işten vazgeçeceklerine, oyunu kesip onu kendi başına bırakacaklarına inanmaya çalıştı. Derken seslerden biri, bir oğlan sesi adeta yolunu kesti: «En iyisi sen eve gitme. Annen dostuyla birlikte olabilir.» Kız olduğu yerde donup kaldı. Bastonunu sağa sola dokundurmayı durdurdu. Baston belirsiz bir biçimde titriyordu.

Sesini yükseltmeden karşılık verdi: «Böyle şeyler söyleme! Sakın böyle şeyler söyleme!.» Kahkahalar kesildi. Kız çocukların uzaklaşıp gitmiş olabileceklerini düşündü. Oysa gitmemişlerdi, oradaydılar. Kahkahalar çirkinleşerek yükseldi: * * * «Eve o orospuyu görmek için mi gidiyorsun?» «Aman, koş eve, belki annen sana o işin nasıl yapıldığını öğretir.» « Annem o kadının yakında buradan kovulması gerektiğini söyledi.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir