John Scalzi – Hayalet Tugay

Kayayı kimse fark etmedi. Çok da iyi bir sebebi vardı bunun. Ömrünü uzun zaman önce tüketmiş kısa dönemli bir kuyrukluyıldızın yörüngesindeki milyonlarca kaya ve buz kütlesinden biri olan bu alelade kaya, tıpkı o cansız kuyrukluyıldızın bir parçası gibi gözüküyordu. Kaya diğer bazılarından daha küçük, bazılarındansa daha büyüktü; fakat genel olarak bakıldığında onu diğerlerinden o veya bu şekilde ayırt eden bir şey mevcut değildi. Kayanın bir gezegen savunma şebekesi tarafından fark edilmesi gibi akıl almaz ölçüde düşük bir ihtimal söz konusu olsa bile, üstünkörü bir inceleme onun silikatlardan ve bazı cevherlerden oluştuğunu gösterirdi. Yani: gerçek bir hasar verecek kadar büyük olmayan bir kaya. Bu durum, hem o kaya hem de onun binlerce kardeşiyle yolları kesişen gezegen için akademik bir meseleydi; gezegenin savunma şebekesi yoktu. Fakat bir yerçekimi kuyusu vardı ve kaya, onca kardeşiyle beraber o çukura düştü. Bunlar, gezegen güneş etrafındaki her dönüşünde kuyrukluyıldızın yörüngesiyle kesiştiği zaman çok sayıda buz ve kaya parçasının yaptığı gibi, bir göktaşı yağmuru oluşturdu. O buz gibi soğuk gezegenin yüzeyinde hiçbir zeki yaratık yoktu, fakat olsaydı bu yaratık başını kaldırıp yukarı bakabilir ve havanın kayaya sürtünmesiyle aşırı ısınarak atmosferde yanan o küçük madde parçalarının bıraktığı birbirinden hoş izleri ve lekeleri görebilirdi. Bu yeni doğmuş göktaşlarının büyük bölümü atmosferde buharlaşacak, akkor halindeki düşüşleri sırasında içerikleri belirgin ve katı bir kütle olmaktan çıkacak, upuzun bir mikroskobik parçacık yığınına dönüşecekti. Bunlar belirsiz bir süre boyunca atmosferde kaldıktan sonra su damlacıklarının çekirdeği haline gelecek, suyun düşey kütlesi onları yağmur (veya gezegenin doğası gereği daha büyük bir ihtimalle kar) olarak yere çekecekti. Fakat bu kaya büyük bir kütleye sahipti. Atmosferik basınç yüzünden kayanın bünyesinde incecik çatlaklar oluştukça etrafa parçalar uçuştu ve giderek yoğunlaşan gaz tabakası, yapısal kusurlarla zayıflıkları açığa çıkartarak onlara şiddetle saldırdı. Kopan kırıklar kısa bir süreliğine parıl parıl parladı ve gökyüzü tarafından tüketildi.


Buna rağmen, atmosferde yaptığı yolculuğun sonunda gezegen yüzeyine çarpacak kadar bir kısım kalabildi kayadan geriye. Alevler içindeki topak, sert rüzgarlarca üzerindeki buz ve kardan temizlenen bir kaya ovasına hızla ve büyük bir şiddetle çarptı. Çarpma, kayayı ve ovanın kayda değer bir kısmını buharlaştırarak en az onun kadar hatırı sayılır bir krater açtı. Gezegen yüzeyinde ve altında epeyce uzanan kaya ovası çarpma sonucunda bir çan gibi çaldı; çıkan armonik ses, bilinen çoğu zeki canlı türünün duyma aralığının birkaç oktav altında çınladı. Yer sarsıldı. Ve uzaklardaki, gezegen yüzeyinin altındaki bir şey nihayet kayayı fark etti. “Deprem,” dedi Sharan. Başını monitöründen kaldırmamıştı. Saniyeler sonra bunu başka bir sarsıntı izledi. “Deprem,” dedi Sharan. Kendi monitörünün üstünden asistanına baktı ve, “Bunu her seferinde yapmayı planlıyor musun?” diye sordu Cainen. “Gerçekleşen olaylardan seni haberdar etmek istiyorum,” dedi Sharan. “Beni düşünmene minnettarım,” dedi Cainen, “ama sahiden de bunu her seferinde belirtmek zorunda değilsin. Ben bir bilimadamıyım. Yer hareket ettiği zaman bir deprem tecrübe ettiğimizi anlarım.

İlk bildirin yararlıydı. Beşinci veya altıncı seferindeyse monotonlaşıyor.” Bir gümbürtü daha. “Deprem,” dedi Sharan. “Bu yedinciydi. Hem sen bir deprembilimci değilsin ki. Bu olay çok sayıdaki uzmanlık alanının dışında.” Kendine has bir duygusuzlukla yaptığı bu açıklamaya rağmen, alaycılığını fark etmemek güçtü. Asistanıyla yatıyor olmasaydı sinirlenebilirdi Cainen. Fakat yattığı için kendini keyifli bir hoşgörü sergilemeye zorladı. “Senin uzman bir deprembilimci olduğunu bilmiyordum,” dedi. “Benimki sadece bir hobi,” dedi Sharan. Cainen karşılık vermek için ağzını açtığı sırada zemin onu kucaklamak için ansızın ve şiddetle yükseldi. Zeminin aslında onu kucaklamak için yükselmediğini anlamak, Cainen’in birkaç saniyesini aldı; aniden yere yapışmıştı. Önceden iş istasyonunda bulunan nesnelerin aşağı yukarı yarısıyla beraber karoların üstüne gelişigüzel serilmiş haldeydi.

Cainen’in sağa doğru bir vücut boyu ötesine devrilmiş olan iş taburesi, hareketlenme sebebiyle hâlâ sallanmaktaydı. Adam dönüp Sharan’a baktı. Sharan’ın gözü artık monitöründe değildi; bunun bir sebebi de, kadının düştüğü yerin yakınında monitörün paramparça yatıyor olmasıydı. “O da neydi?” diye sordu Cainen. Bir nebze ümit besleyerek, “Deprem olmasın?” diye fikir yürüttü Sharan. Derken laboratuvar bir kez daha kuvvetle etraflarında zıplayınca çığlık attı. Işıklar ve akustik panelleri tavandan düştü; hem Cainen hem de Sharan iş tezgahlarının altına girmek için süründü. Onlar masalarının altına sinerken, çevrelerindeki dünya başlarına çökmeyi sürdürdü. Çok geçmeden sarsıntı durdu. Geride kalan titrek ışıkta etrafına bakınınca, tavanın ve duvarların çoğu da dahil laboratuvarının büyük bölümünü yerde buldu Cainen. Laboratuvar genellikle işçilerle ve Cainen’in diğer asistanlarıyla dolu olurdu, fakat o ve Sharan birtakım gen dizilimleri yapmak üzere geç saatte işlerinin başına dönmüşlerdi. Cainen’in personelinin çoğu, az öncesine dek üssün kışlasında uyuyor olmalıydı. Eh, artık hepsi uyanıktı herhalde. Laboratuvara çıkan koridorda yüksek, tiz bir ses yankılandı. “Bunu duyuyor musun?” diye sordu Sharan.

Cainen başını eğerek olumladı. “Savaş istasyonlarına geçme alarmı.” “Saldırı altında mıyız?” diye sordu Sharan. “Bu üssün yalıtıldığını sanıyordum.” “Yalıtılıyor,” dedi Cainen. “Veya yalıtılıyordu. En azından yalıtılıyor olması lazım.” “Eh, harika bir iş çıkardıkları belli,” dedi Sharan. Cainen kızmaya başlıyordu. “Hiçbir şey mükemmel değildir Sharan,” dedi. Patronunun ani asabiyetini fark eden Sharan, “Üzgünüm,” dedi. Cainen homurdanarak iş tezgahının altından çıktı ve devrilmiş bir saklama dolabına doğru enkazın arasında ilerledi. “Gel de şunu kaldırmama yardım et,” dedi Sharan’a. Birlikte dolabı Cainen’in kapağını zorlayarak açabileceği bir konuma getirdiler. Dolabın içinde küçük bir mermili tabancayla bir mermi kartuşu vardı.

“Bunu nereden aldın?” diye sordu Sharan. “Burası askeri bir üs Sharan,” dedi Cainen. “Her taraf silah dolu. Bende bundan iki tane var. Biri burada, biri de kışlada. Böyle bir şey olursa işe yarayabileceklerini düşünmüştüm.” “Biz ordu mensubu değiliz ki,” dedi Sharan.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir