Jules Verne – Denizler Altında 20 Bin Fersah

1860’ların başlarında, dünya sularında hiç kimsenin anlam veremediği ve devlet makamlarının açıklayamadığı birtakım olaylar yaşanmaya başlamıştı. Bu olaylar denizciler kadar, Amerika ve bütün Avrupa’yı da etkisi altına almıştı. Denizciler bir süredir balina kadar heybetli, üzerinden ışıklar saçan ve oldukça hızlı hareket edebilen bir varlıkla karşılaşıyordu. Bütün denizciler ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri anlatıyordu. Görülen varlık yaklaşık altmış metre uzunluğunda ve çok uzaktan bile seçilebilecek kadar heybetliydi. İlk olarak 20 Temmuz 1861’de Avustralya kıyılarının beş mil kadar uzağında seyreden bir geminin kaptanı tarafından rapor edilmişti. Kaptan, haritasında olmayan bu karaltıyı henüz keşfedilmemiş bir ada zannetmiş ve yerini işaretlemeye çalışırken gördükleriyle şok olmuştu. Meçhul bir ada sandığı bu varlık, denizin elli metre kadar üzerine yükselen sular fışkırtmaya başlamıştı. Kaptan gördükleri sonrasında telaşa kapılmış, hemen merkezle bağlantı kurup denizin bu derece şiddetli köpük yaratamayacağını bildirmiş ve rotasını değiştirerek hedefinden başka bir limana sığınmıştı. Birleşik Devletler Denizcilik Sekreterliği olayın çok fazla üzerinde durmamış bunun bir yanılsama olabileceğini düşünmüştü. Ancak kısa bir süre sonra 23 Temmuz günü; Cristobal-Colon adlı geminin varlığın ilk görüldüğü yerden sekiz yüz mil uzaklıktan; rapor ettiği durum tamamen aynıydı. Bu durum karşısında devlet makamlarında yüksek sesle konuşulmayan bir dedikodu uğultusu yayılmaya başlamıştı. Bahsedilen varlık bir canavar olabilir miydi? Eğer öyle ise, ya tek başına değildi ya da üç gün içinde sekiz yüz mil ilerleyebilecek kadar hızlıydı. Bu iki durumdan hangisinin daha korkunç olduğuna karar vermek oldukça güç bir şeydi. Devletlerarası görüşmelerden sonra, halkı galeyana getirmemek ve uluslararası karasularının güvenliği konusunda endişe yaratmamak için resmi bir açıklama yapılmadan önce beklenmesi kararı alınmıştı.


Her ne kadar resmi açıklamalar olmasa da; bilim adamları ve denizle ilgilenen herkes bu konu ile ilgili bilgi almaya çalışıyor, bu varlığın ne olduğu üzerine tartışıyordu. Bu tarihlerde bazı bilimsel incelemelerle meşgul olmak üzere, Paris Biyoloji Müzesi’nin profesör yardımcısı olarak, Amerika’nın Nebraska eyaletinde bulunuyordum. Bir biyolog olarak ilgimi çeken bütün bu gelişmeler hakkında bütün bilgileri topluyordum. 1862 yılının ilk aylarında unutulmaya başlanan bu olay, yeni raporların bildirilmesiyle tekrar gündeme gelmişti. 5 Mart 1862’da Movarin adlı Kanada bandıralı gemi, okyanusun sakin sularında saatte on üç deniz mili hızla yol alırken haritada gözükmeyen bir kayaya çarpmıştı. Mürettebat sarsıntının olduğu yere gittiğinde, ne bir kaya ne de başka bir engele rastlamıştı. Ancak geminin gövdesinde bir hasar oluşmuştu. Gemi sağlam bir yapıya sahip olduğundan, hasar önemsenmeyerek yola devam edilmişti. Bundan kısa bir süre sonra, 13 Nisan 1862 günü Scotia adlı gemiden benzer bir olay rapor edilmişti. Saatte on beş deniz mili süratle yol alan gemi; akşam saatlerinde kıç tarafından aldığı bir darbe ile sarsılmıştı. Tayfaların olağanüstü çabası sonrasında gemi üç günlük bir gecikmeyle Liverpool limanına varabilmişti. Gemiyi inceleyen mühendisler gözlerine inanamamıştı. Geminin alt güvertesinde, su seviyesinden dört metre aşağıda üçgen şeklinde bir delik açılmıştı. Delik o denli pürüzsüzdü ki kayalar sayesinde oluşması mümkün değildi. Bu son iki olay ortalığı yeniden hareketlendirmiş, deniz canavarı ile ilgili söylentiler çoğalmıştı.

Artık o kadar ileri gidilmişti ki, bütün deniz kazaları bu canavara bağlanıyordu. Bunun üzerine Denizcilik Sekreterliği genel bir açıklama yapmış ve denizlerde henüz bilinmeyen bir nedenle olan olayları resmen duyurmuştu. Artık uluslararası deniz yolculukları tehlikeli sayılmaya başlamış, bu sektörde ciddi sorunlar ortaya çıkmıştı. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için, deniz canavarını ortadan kaldırmaktan başka bir çare yoktu. Bütün bu olaylar gelişirken, daha çok bilgi almak adına New York’a gitmiştim. Araştırmalarımı yaparken kısa sürede şehirde tanınan biri olmuştum. Bir doğa bilimci olarak söylemlerime çok değer veriliyor, yorumlarım birçok kişinin ilgisini çekiyordu. Ben de Pierre Aronnax olarak olaylar karşısında sessiz kalamazdım. Bütün notlarımı toparlayarak 30 Nisan günü New York Herald gazetesinde yayınlanan bir makale yazdım. Makalemin yarattığı etki büyük olmuş ve bilim çevreleri bu müthiş deniz canavarının yok edilmesi gerekliliği fikrinde birleşmişti. Devlet de bu fikri desteklediği için New York da canavarı yok etmek üzere hummalı bir çalışma başlamıştı. Denize çıkılacak ve canavar kendi ortamında alt edilecekti. Bu önemli görev, Birleşik Devletlerin en güçlü gemisi Abraham Lincoln’a verilmişti. Geminin kaptanlığını deneyimli deniz komutanı Farragut yapacak ve üst düzey yetkililerden istediği kadar cephane alabilecekti. Kısa süre sonra bütün hazırlıklar tamamlanmıştı.

Ancak canavar sanki olanları görüp, yakalanacağından haber almışçasına ortadan yok olmuştu. Bu yüzden gemi hazır vaziyette limanda bekledi. Sonunda San Fransisko ile Şangay arasında sefer yapan Tampico gemisinden gelen haber herkesi heyecanlandırdı. Gemi çalışanları, canavarı büyük okyanusun kuzeyinde görmüştü. Bu haber üzerine Abraham Lincoln gemisi yirmi dört saatte çıkış için hazır duruma getirilmişti. Gemi limandan ayrılmadan üç saat önce söyle bir mektup aldım. Sayın Aronnax, Bildiğiniz üzere Abraham Lincoln Gemisi, denizlerimizde huzur bırakmayan büyük canavarı yok etmek üzere yola çıkacaktır. Yola çıkma zamanı gelmiştir. Eğer bu sefere katılarak engin bilgilerinizle Kaptan Farragut ve mürettebatına yardımcı olmak isterseniz, emrinize bir kamara ayrıldığını bilmenizi isteriz. Devletimiz, sizin Fransa’yı temsil etmenizden ve uluslar arası bu sorunun çözümü için yardımlarınızdan çok memnun kalacaktır. Gerekli tüm talimatlar komutan Farragut’a iletilmiştir. Saygılarımla, J.B. Hobson, Birleşik Devletler Denizcilik Sekreteri. J.

B. Hobson’dan gelen bu mektubu aldığımda oldukça yorgundum ama bu deniz canavarının peşinden gitmek işimin bir parçasıydı. Çünkü doğayı ilgilendiren, ciddi ve ilginç bir konuydu. Bütün olayları başından sonuna kadar hızlıca düşündüm ve bu yolculuğa çıkma fikrine hemen ikna oldum. Bunun üzerine, on senedir yanımda olan ve bana hala siz diye hitap eden otuz yaşlarındaki sadık yardımcım Conceil’i çağırdım. Böyle bir yolculuğa çıkmak cesaret isteyen bir işti. Yardımcımın bu konuda ne düşüneceğini merak ettiğimi hissettirmeden konuşmaya başladım: “Sevgili Conceil, hemen çantalarımızı hazırla, iki saate kadar uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkıyoruz!” Conceil, bu yolculuğun yönü ya da nedeni ile ilgili hiçbir merak işareti göstermeden sakin bir tavırla cevap verdi. “Efendim nasıl arzu ederse.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir