R. A. Salvatore – Bedwyr’in Kılıcı

İşte Avon Denizi’ndeki adalar; yalçın dorukları ve alçalıp yükselen tepeleri, tatlı yağmurları ve buzdağlarından aşağılara, Dorsal Denizi’ne doğru esen şiddetli rüzgarlarıyla. İşte biri, sakin Baranduine, köylülerin ve doğaüstü varlıkların adası, yeşilin ve gökkuşaklarının ana yurdu. İşte çorak tepeleri, koca boynuzlu sürüleri ve günbatımında ürkütücü bir kızıllığa bürünen rengarenk yosunlardan oluşan bitki örtüsüyle Beş Nöbetçi, diğer adlarıyla Rüzgarkıranlar. Denizcilere söyleyin, bu beşinin yakınındaki kanallarda bulunan kayalardan uzak dursunlar! İşte Praetoria, kırlara kadar uzanan kentleriyle adaların en kalabalık ve en gelişmiş olanı, anakaranın ticaret köprüsü. Ve işte Eriador, yabani Eriador. Savaşların ve sabana olduğu kadar kılıca da alışkın cesur insanların vatanı. Bağlılık duygusunun tüm damarlarda aktığı ve bir kişiyle savaşmanın tüm yakınlarıyla savaşmak anlamına geldiği bir ülke. Eriador, yabani Eriador. İşte kara bulutların hep üstünde dolaştığı engebeli yeşil tepeler ve yazın ortasında bile uğuldayan dondurucu rüzgarlar. Fairbornların1, ciflerin, gizemli tepelerin doruklarında dansettiği ve güçlü cücelerin bir yıla kalmadan düşman kanının tadına bakacak kılıçlar yaptığı ülke. Barbar akıncı Huegothları, özellikle de bu savaşçıların Eriador halkı üzerindeki etkisini anlatan bir dolu öykü hala dillerdedir. Huegothlar Eriador topraklarını hiçbir zaman ele geçirememiş, Eriador halkını da köleleştirememişlerdir. Hem Eriador’un, hem de barbar adalarının klanları arasında anlatıldığına göre, katledilen her bir Huegoth için bir Eriador’lu öldürülmüş; kudretli barbarlara karşı diğer hiçbir medeni toplumun elde edemeyeceği bir sonuç alınmıştı. İron Cross2 Dağları’nı aşıp, vahşi, acımasız, tek gözlü canavarlar, tepegözler de geldiler ülkeye. Yakıp yağmalayarak ve önlerine çıkan herkesi katlederek yayıldılar.


Ama, Eria-dor’daki klanların arasından Bruce MacDonald adında bir lider, Birleştirici, çıkü ve ülkedeki kadın erkek herkesi bir araya getirip savaşın seyrini değiştirdi. Ülkenin batısı tepegözlerden temizlendiğinde de, Bruce MacDonald’ın tek başına İron Cross’un kuzey ayağından başlayıp doğuya doğru uzanan bir geçit açüğı ve böylece ordularının doğuya hızla ulaşıp Tepegözleri devirdiği anlatılır. Bunlar altı yüz yıl önceydi. Denizden, Avon adalarının güneyindeki büyük Gascony Krallığının orduları geldi sonra. Elkinador’un anavatanı Avon fethedildi ve ‘medenileştirildi’. Kuzeydeki Eriador’u ise asla boyundurukları altına alamadılar. Dorsal Denizi’nin devasa dalgalan koca bir filoyu karaya oturtup ahşap gemileri enkaza çevirirken, dev balinaları da bir diğerini alt etti. Eriador halkı, tarihi kahramanlarını anıp, “Bruce MacDonald!” çığlıkları atarak değerli topraklarının her karışı için kıyasıya dövüştü. Ülkelerini öylesine hırsla savunuyorlardı ki Gasconlar geri çekilmekle kalmayıp, giderken, kuzeydeki toprakları tecrit edebilmek için bir de duvar ördüler. Ve, kuzeydeki bu topraklar Gasconlarca yabani toprak ilan edildi. Eriador’luların bitmeyen direnişi ve güneydeki diğer topraklarda patlak veren savaş sonucunda Gasconlar adalara ilgilerini kaybettiler ve ülkeyi terk ettiler. Ama izleri, Avon’da, konuşulan dil, dini uygulamalar ve halkın giyim tarzında hala kendini göstermektedir. İnancın Gascony Krallığından bile eski olduğu ve damarlarda bağlılık duygusunun aktığı Eria-dor’da ise asla. Bunlar üç yüz yıl önceydi. 1 Fairbom: insana benzeyen ve sihirli güçlen olan bir ırk.

(çn) 2 İron Cross: Demir Geçit, Demir Perde (çn) Sonra, Avon’da, Stratton Irmağı’nın üstündeki Car-lisle’da, tüm adalara hükmedecek bir büyücü-kral çıkü ortaya. Adı Greensparrowt’du. Avon’a hükmeden kişinin adı hala Greensparrow. Büyük hırsları ve şeytani hedefleri olan zalim biri. Ve şeytan Greensparrow, Tepegözlerin kralı Cresis’le yaptığı anlaşmayla Cresis’i baş dükü ilan ederek savaşçı tek gözlüleri ordusuna kattı. On beş gün sonra Avon onundu arük. Avon’daki direnci tamamen kırınca Green-sparrow gözünü Eriador’a dikti. Fakat, orduları önceki barbarlardan, tepegözlerden veya Gasconlardan daha başarılı o-lamadılar. Ama yine de, Eriador, hiç bir kılıcın kesemeyeceği, hiç bir cesur yüreğin kovalayamayacağı bir karanlığa büründü: Kara büyü fisıltılarıyla gelen veba Eriador’u sardı. Avon’da tek bir kişiyi bile etkilemeyen veba özgür Eriador’un her yerinde, anakarada da adalarda da her üç kişiden ikisini yok etti. Ayakta kalan her üç kişiden ikisi ise savaşamayacak kadar bitkin düştü. Böylece, İron Cross’un kuzeyindeki tüm topraklara kara büyüsüyle sahip olan Greensparrow kontrolü ele geçirdi. Sekizinci dükünü, eski adı Birleştiricinin onuruna Caer MacDo-nald olan maden kenti Montfort’a atadı. Eriador’da karanlık bir çağ başlamıştı; Fairbornlar ülkeyi terk ettiler ve cüceler köleleştirildiler. Bu da yirmi yıl önceydi.

Lufhien Bedwyr’in doğduğu yıldı. Bu, onun öyküsü. 1 Green: Yeşil; sparrow: Serçe; dünyanın birçok yöresinde bulunan küçük bir kuş. Yeşılserçe (çn) ethan’ın kuşkuları Ethan Bedwyr, Bedwydrin Kontu’nun en büyük oğlu, Dun Varna’nın en büyük evinin balkonunda durmuş, iki direkli, siyah yelkenli geminin salınarak limana girişini izliyordu. Gururlu adam daha beklenen sancak, kan bürümüş bir gözün üzerinde çaprazlanmış iki açık el figürü, görünmeden evvel kaşlarını çattı. Sadece kralın ya da barbarların gemileri kuzeyde, adını aç sürüler halinde dolaşan etobur balinaların korkunç kara yüzgeçlerinden alan Dorsal1 Denizi’nin karanlık, soğuk sularında rahatlıkla dolaşabilirdi. Barbarlar tek başlarına buralara gelemezlerdi. Birinci sancağın hemen arkasından üzerinde bir madenci kazması tutan dirsekten bükülmüş güçlü bir kol figürü bulunan ikincisi belirdi. “Konuklar mı?” diye soran bir ses duydu Ethan arkasında. Sesin sahibinin babası olduğunu anlayan Ethan dönmedi. “Montfort Dükü’nün flamasını taşıyor,” dedi Ethan küçümser bir tavırla. Gahris Bedwyr oğlunun yanına geldi ve Ethan, babasının her zamanki o mağrur ve güçlü görüntüsüyle irkildi. Yükselen güneşin yüzüne vurduğu ışık alanda Gahris’in tarçın renkli gözleri ışıl ısıldı ve sert okyanus rüzgarı, gümüşi saçlarını buruş buruş olmuş kırmızı yüzünden geriye aüyordu. Öyle bir yüz ki, güneşin altında, Dorsal’ın tehlikeli sularında, küçük bir balıkçı teknesinde geçirilen saatlerin izlerini taşıyan bir yüz. Gahris, Ethan kadar uzun boyluydu, yani Bedwydrin adasındaki bir çok adamdan daha uzun, yani krallıktaki diğer adamlardan çok daha uzun.

Omuzları belinden daha genişti hala, ve kaslı kollan aralıksız çalışmayla geçmiş bir gençliğin izlerini taşıyordu. Ama, kara yelkenli gemi limana yanaşıp vahşi tepegöz tayfasının adalıları hizmete çağıran kaba saba bağırtıları duyulduğunda, Gahris’in o heybetli duruşu kayboluverdi. Bir anda çöken babasının haline daha fazla bakamaya^ Dorsal: Balına, köpekbalığı yüzgeci (çn) Ethan bakışlarını tekrar limana çevirdi. “Sanırım dükün kuzeni bu,” dedi Gahris. “Kuzeydeki adaları dolaşarak taül yapıyor diye duymuştum. Beyefendiyi memnun etmeliyiz.” Gahris tam gidiyordu ki balkon korkuluğuna sıkı sıkı yapışmış duran inatçı Ethan’ı görünce döndü. “Misafirimizi eğlendirmek için arenada dövüşecek misin?” diye sordu. Cevabı çok iyi biliyordu. Ethan tüm ciddiyetiyle yanıtladı. “Rakibim dükün kuzeni ve dövüş de ölümüne olursa ancak.” “Kabullenmeyi öğrenmelisin,” diye çıkıştı Gahris Bedwyr. Ethan dönüp babasına öfkeli bir bakış fırlattı. Özgür Eriador çeyrek yüzyıl önce Avon Kralı Greensparrow’un boyunduruğu altına girdiğinde Gahris’in bakışı da aynıydı aslında. Kendisinin ve halkının kaybettikleri düşüncesine alışmak ve bunu sürekli kendisine hatırlatarak yaşamak yıllarını almıştı yaşlı Bedwyr’in.

Bedwydrin ve diğer adalardaki halk için durum aslında o kadar da kötü değildi. Greensparrow, İron Cross Dağlarının güneyindeki Avon’a bağlı adalarla daha çok ilgileniyordu. Montfort Dükü Morkney, Eriador’un anakara halkına kök söktürse de, vergilerini ödedikleri ve a-daya gelen adamlarını rahat ettirdikleri sürece adalılara pek i-lişmiyordu. “Yaşamımız o kadar da kötü değil,” diyerek gururlu oğlunun içinde yanan tehlikeli ateşi söndürmeye çalıştı Kont Gahris. Ethan’ın gün ışığında, yüz adet tanığın ve kralın muhafızı yirmi tepegözün gözleri önünde, dükün kuzenine saldırdığını duysa şaşırmayacaktı! “Asla kabullenemem,” diye bağırdı Ethan. Öfkesi dinmek bilmiyordu. “Tam atalarının torunusun,” diye mırıldandı Gahris. Bedwydrin’in, kendini hükümdar ilan etmeye kalkışan herkese karşı özgürlüğünü savunduğu o eski günleri hatırlamıştı. Adanın tarihi savaş hikayeleriyle doluydu: savaşçı barbarlarla, tepegöz yığınlanyla, kendilerini Eriador kralları ilan edip zorla adaları birleştirmeye kalkışanlarla, hatta o büyük güney imparatorluğu, Gascony Krallığı, dondurucu kuzey sularındaki bütün adaları ele geçirmeye kalkıştığında güçlü Gascony filo-suyla bile savaşmışlardı. Avon Gasconların eline geçmişti ama Eriador’un azimli savaşçıları işgalcilere hayatı öylesine zehir etmişlerdi ki Gasconlar kuzey topraklan eğitilemeyecek kadar yabani ilan edip, bir duvar örerek tecrit etmeye kalkmışlardı. Bedwydrin’in en şanlı zamanlarıydı o günler. Tek bir Gascon askerinin bile bu topraklara adım atmaya cesaret edemediği kıvanç dolu günlerdi. Ama çok eskilerde kalmıştı o günler; yedi nesil gelip geçmiş, Gahris Bedwyr değişim rüzgarlarına ayak uydurmak zorunda kalmıştı. Ethan, her şeyi açıklığa kavuşturmayı umarak, “Ben bir Bedwydrin’liyim.” diye homurdandı.

“Her zamanki öfkeli asi!” diye sözünü kesti Gahris. “Böyle davranarak hiç bir yere varamazsın! Gururun gözünü kör etmiş-” “Gururum beni bir Bedwydrin’li yapıyor,” diye atıldı Ethan. Bedwyr klanına özgü tarçın rengi gözleri sabah güneşinde tehlike saçıyordu. Kararlı bakışları babasına cevap hakkı tanımamışa. Gahris “En azından kardeşin konuklarımızı eğlendirecek,” diyerek uzaklaştı. Ethan limana bakü-gemi limana girmişti. Gemiyi bağlamak için dışarı adayan kaba tepegözler önlerine çıkan adalıları ite kaka koşuşturuyorlardı. Bu canavarların, kralın muhafızlarının giydiği siyah-gümüş renkli üniformaları yoktu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir