R. A. Salvatore – Unutulmuş Diyarlar – 10 – Drizzt Do’Urden’in Maceraları – 4 – Şafağa Geçit

Şimdi hırlama sırası ondaydı. Bu yabani, ilkel bir ses değildi. Aklın ve ahlakın, eskiden olduğu kişiden geriye kalan o küçücük kıvılcımın bir ürünüydü. Dilberin elini kavradı ve onu büküp çevirerek kendisinden uzaklaştırdı. Dilberin karşı koyarken gösterdiği güç adamın bütün hafızasını canlandırdı. Zira bu doğa üstü bir şeydi, kadının küçük vücuduyla başarabileceğinin çok ötesindeydi. Yine de o daha güçlü Adamın dudaklarından bir feryat sızıverdi ve kadını bütün gücüyle geri doğru çekip çıkıntının kenarından aşağı fırlattı İri, yarasamsı kanatlar açıldı ve succubus* ona gülerek havada süzüldü. Açılan ağzı, eğer yenilseydi boynunu ısırıp delecek olan feci dişlerini gözler önüne serdi. Dişi iblis ona gülüyordu ve adam, direnmiş olmasına rağmen galip gelmediğini, asla galip gelemeyeceğini biliyordu. * Ç.N. succubus; kurbanına cazibesiyle işkence eden bir tanar’ri türü Bu sefer neredeyse iradesini kırmayı başarmış, onu alt etmeye bir öncekinden daha çok yaklaşmıştı ve bir sonrakinde daha da yaklaşacaktı. İşte bu yüzden ona gülüyor, onunla alay ediyordu. Hep alay ediyordu! Bunun bir sınav olduğunu fark etti, her zaman bir sınav olurdu. Bunu kimin tasarladığını biliyordu ve bir kamçı sırtını yarıp onu yere devirdiğinde hiç şaşırmadı.


Büzüşüp kendisini korumaya çahşti, etrafında yükselen yoğun ısıyı hissetti, ama hiçbir kaçış olmadığını biliyordu. İkinci bir kırbaç darbesi, adamın uçurum kenarına doğru sürünmeye başlamasına sebep oldu. Sonra üçüncü darbe geldi ve adam çıkıntının kenannı kavradı, haykırdı ve kendisini çekerek aşağı fırlattı. Uçurumdan aşağı çakılmak ve vücudunu kayalara çarpıp parçalanmak istiyordu. Çaresizce ölümü arzuluyordu. Üzerinden dumanlar tüten koyu kırmızı pulları ve şişkin kaslarıyla, yaklaşık beş metre boyundaki büyük balor Errtu, kayıtsızca uçurum kenarına yürüdü aşağıya baktı. Zamanın şafağından beri Cehennem’in sislerinin ardını gören gözlerle Errtu, düşen şekli buldu ve ona doğru uzandı. Adamın düşüşü yavaşladı, sonra tamamen kesiliverdi. Efendisi tarafından yukarı çekilen telekinetik ağa yakalanmış bir halde yükselmeye başladı. Kamçı onu bekliyordu ve bir sonraki darbe —şükür ki— adamın kendisinden geçip bayılmasına sebep oldu. Errtu kamçımn kayışlarını geri çekmedi. Balor, aynı telekinetik enerjiyi kullanarak kayışları kurbanının etrafına doladı ve onu sıkıca sarmaladı. Errtu isterik bir şekilde gülen succubusa baktı ve başıyla takdir etti. Bugün iyi iş çıkartmıştı. Bayılan adamın görüntüsü karşısında dişi iblisin alt dudağından salyalar süzülüyordu.

Kendisine ziyafet çekmek istiyordu. Onun gözünden bakılırsa, yemek sofrası hazırlanmıştı ve kendisim bekliyordu. Kanatlarını tek bir çırpışı, dişi iblisi çıkıntının üzerine geri indirdi ve succubus ihtiyatla, balorun savunmasını aşmanın bir yolunu arayarak yaklaştı. Errtu onun yaklaşmasına, daha da yaklaşmasına izin verdikten sonra kamçısına hafifçe asıldı. Kurbanı garip bir şekilde hopladı ve balorun ebedi alevlerinin dışına çıktı. Errtu yana doğru bir adım attı ve iri vücudunu kurban ile succubusun arasına yerleştirdi. “Yapmalıyım,” diye cıyakladı dişi iblis yan yürüyüp yarı uçarak biraz daha yaklaşmaya cüret etti. Aldatıcı bir şekilde zarif olan elleri ileri uzandı ve dumanlı havayı kavrayarak kapandı. Dişi iblis titriyor ve sık nefes alıyordu. Errtu yana adım attı ve dişi iblis daha da yaklaştı. Balorun kendisiyle alay ettiğini biliyordu, ama buna arkasını dönüp gidemezdi, karşısında çaresizce yatan bu adamın sergilediği manzarayı görmezden gelemezdi. Cezalandınlacağım bildiği için bir kez daha cıyakladı, ama duramazdı. Hafifçe dolambaçlı bir yol takip eden dişi iblis, balorun yanından geçti. Tekrar cıyakladı ve hızla ileri koşup Errtu onu defetmeden önce en azından kurbanın şöyle bir tadına bakabilmek için ayaklarım sıkıca yere sabitledi, Errtu’nun kolu ileri doğru savruldu, elinde şimşekten oluşmuş bir kılıç vardı. Kılıcı havaya kaldırıp bir emir sözü söyledi ve çarpan yıldırımın gücüyle birlikte zemin sarsıldı.

Succubus bekledi ve ileri sıçradı. Çıkıntıya doğru koşturdu ve cıyaklamaya devam ederek uçurumun kenanndan aşağı atladı. Errtu’nun şimşeği dişi iblisin sıranda patladı ve döne döne düşmesine neden oldu. Succubus kendisine gelemeden önce çıkıntının çok aşağısına düşmüştü bile. Çıkıntının tepesindeki Errtu, dişi iblisi bir daha düşünmedi. Balor esirini düşünüyordu, her zaman esirini düşünürdü. Bu sefil şeye işkence etmeye bayılıyordu, ama sürekli olarak hayvani güdülerini dizginlemek durumundaydı. Bunu yok edemez, çok fazla hırpalayamazdı, aksi takdirde kurbanın balor için hiçbir değeri kalmazdı. Bu sadece tek bir canlıydı ve Ana Madde Düzlem’de tekrar serbestçe yürüme vaadine kıyasla pek büyük bir bedel gibi görünmüyordu. O özgürlüğü, sadece Entu’yu yüz yıllığına Cehenneme sürgün etmiş olan hain kara elf Drizzt DoUrden bahsedebilirdi. Errtu, bu sefil yaratığın karşılığında drowun bunu yapacağına inanıyordu. Errtu boynuzlu, gorilimsi kafasını çevirip iri omzunun üzerinden baktı. Balom kuşatan alevler şimdi azalmıştı ve Errtu’nun hiddeti gibi için için yanıyordu. ‘Sabır,’ diye kendisine hatırlattı balor. Bu sefil yaratık değerliydi ve korunması gerekiyordu.

Errtu zamanın yaklaştığının farkındaydı. Madde Düzlem’de bir yıl daha geçmeden önce Drizzt Do’Urden ile konuşacaktı. Errtu, cadıyla irtibat kurmuştu ve o da iblisin mesajını drowa iletecekti. Aşağı düzlemlerin en büyük yaratıklarından, gerçek tanafrilerden birisi olan balor serbest kalacaktı. Errtu işte ondan sonra bu sefil şeyi, Drizzt Do’Urden’i ve hain drowu seven her canlıyı yok edebilirdi. KISIM 1 RÜZGAR VE SERPİNTİLER Altı yıl. Bir drovmn hayatında pek uzun bir süre değil. Ama yine de, geçip giden ayları, haftaları, günleri ve saatleri düşününce bana bundan yüz kat daha fazla bir süre boyunca Mührü Salonu’ndan uzak kalmışım gibi geliyor. Orası uzaktı, başka bir zamandı, başka bir yaşam biçimiydi ve sadece bir basamak taşıydı… Peki ne için? Neresi için? Mührü Salonu hakkında hafızamdaki en canlı hatıra, yanımda Cattibrie ile birlikte oradan ayrılırken arkamı dönüp baktığımda gördüğüm, Konaktaşı kasabasından Dördüncü Zirve adındaki dağa doğru yükselen duman bulutlarının manzarası, Mührü Salonu Bruenor’un krallığı, Bruenor’un yuvasıydı. Bruenor ise benim en yakın dostlarımdan birisiydi. Ama orası benim yuvam değildi ve asla olmamıştı. Bunu o zaman açıklayamıyordum ve hâlâ açıklayamıyorum, istilacı drow ordusu mağlup edildikten sonra orada her şeyin yolunda olması gerekirdi. Mührü Salonu refah ve dostluğunu etrafındaki bütün yerleşim birimleriyle paylaşıyordu. Sınırlarını koruyup fakirlerini besleyebilecek kadar güçlü olan krallıklardan oluşan bir ittifakın üyesiydi. Bunların hepsi tamamdı, ama yine de Mührü Salonu benim için ve Cattibrie için bir yuva değildi.

İşte bu yüzden batıya, sahile, Derinsu’ya doğru yola koyulmuştuk. Cattibrie’ın Mührü Salonu’nu terk etme kararına asla karşı çıkmadım ki o kesinlikle benim bunu yapacağımı sanmıştı. Biz kafa dengiyiz. Oraya gerçek anlamda bir türlü ısınamamıştık Hep çok meşgul olmuştuk; oraya hakim olan düşmanları yenmekle, cüce madenlerini tekrar açmakla ve Mührü Salonu’na gelen kara elflerle savaşmakla uğraşmıştık hep. Bunların hepsi tamamlandığında, artık şöyle adamakıllı yerleşip dinlenmenin ve maceralarımız hakkında hikâyeler anlatmanın zamanı gelmiş gibi görünüyordu. Eğer savaşlardan önce Mührü Salonu bizim yuvamız olsaydı, orada kalırdık. Savaşlardan, kayıplardan sonra… hem Drizzt Do’Urden, hem de Cattibrie için artık çok geçti. Mührü Salonu Bruenor’un mekânıydı, bizim değil. Kara ırkımın mirasıyla yeniden yüzleşmek zorunda kaldığım, savaş yaraları almış bir yerdi orası. Beni Menzoberranzan’a geri götüren yolun başlangıcı orasıydı. Wulfgar’ın öldüğü yer de orasıydı. Cattibrie ve ben, günün birinde oraya döneceğimize yemin etmiştik ve dönecektik de. Çünkü Bruenor ve Regis oradaydı. Ama Cattibrie işin aslını görmüştü. Kan kokusunu asla taşların üzerinden silip atamazsınız.

Eğer kan döküldüğünde orada bulunmuşsanız, asılı kalan koku, yanında yaşayamayacağınız kadar acı verici görüntüler canlandırır hafızanızda. Altıyılın ardından Bruenor’u, Regis’i, StumpetRakingclaw’u ve hatta Konaktaşı’nı yöneten Cesur Berkthgar’ı dahi özledim. Muhteşem Gümüşay’a yaptığım yolculukları ve Dördüncü Zirve’nin kayalıklı yükseltilerinden şafağı seyretmeyi özledim. Şimdi Kılıç Sahili’nde dalgaları sürüyorum, yüzümde rüzgâr ve su serpintileriyle. Tavanım hızla uçup geçen bulutlardan ve yıldızlardan oluşan çardak; zeminim ise hızlı, bakımlı bir geminin gıcırdayan tahtaları; onun ötesinde düz ve durgun, yükselen ve coşan, yağmurda tıslayan ve yukarı sıçramış bir balinanın düşüşüyle patlayıp havaya saçılan masmavi bir yorgan. Peki burası benim yuvam mı? Bilmiyorum. Başka bir basamak taşı olduğunu tahmin ediyorum, ama beni yuvam diyebileceğim bir yere götürecek bir yolun gerçekte var olup olmadığını bilmiyorum. Ve bu konuyu pek sık düşünmüyorum, çünkü bunu umursamadığımı fark ettim. Eğer bu yol, sürüp giden bu basamak taşları hiçbir yere çıkmıyorsa, o zaman öyle olsun. O yollarda dostlarımla birlikte yürüyorum, öyleyse yuvam dayanımda. —Drizzt Do’Urden BÖLÜM 1 SU PERİSİ Drizzt Do’Urden geminin en ucunda duruyordu, gidebileceği kadar ileri gitmiş ve dalgalanan flok yelkeninin yön tayin halatını bir eliyle sıkıca kavramıştı. Bu hafif bir hız gemisiydi, dengesiyle ağırlığı mükemmeldi ve mürettebatı da çok iyiydi. Ama deniz bugün hırçındı ve Su Perisi dalgalar arasından yelkenleri fora etmiş bir halde zıplayıp hoplayarak ilerliyor, deniz yüzeyine her çarpışında havaya yoğun su serpintileri saçıyordu. Drizzt buna aldırmıyordu. Rüzgârı ve su serpintisini yüzünde hissetmeye bayılıyor, tuzlu suyun kokusunu seviyordu.

Bu özgürlüktü, uçmak tı, suyun üstünde süzülmekti, dalgalar üzerinde sıçramaktı. Drizzt’in gür beyaz saçları deniz yeliyle birlikte havalanıyor, tıpkı ardında savrulan yeşil pelerini gibi uçuşuyor ve neredeyse ıslandığı kadar çabuk bir şekilde kuruyordu. Yüzündeki beyaz renkli tuz kalıntıları, ıslaklıkla ışıldayan abanoz derisinin parlaklığını hiç azaltamıyordu. Gözlerini kısıp ufka doğru baktığında ve peşinde oldukları geminin yelkenlerini hayal meyal gördüğünde menekşe renkli gözleri parladı. Peşinde oldukları ve yakalayacakları gemi. Drizzt bunu biliyordu, zira Baldur Kapısı’nın kuzeyinde Kaptan Deudermontun Su Perisi’ni atlatabilecek bir gemi daha yoktu. Üç direkli bir uskunaydı, yeni tasarımdı, hafifti, bakımlıydı ve yelkenleri rüzgârla doluydu. Peşinde oldukları dörtgen şeklindeki karavela düz bir hat üzerinde oldukça hızlı gidebilirdi, ama daha ağır olan gemi rotasını biraz olsun değiştirdiği anda Su Perisi belli bir açıyla ona yanaşır ve arayı kapatırdı. Her zaman arayı kapatırdı. Çünkü bunu yapmak için tasarlanmıştı. Derinsunun en iyi mühendisleri ve büyücüleri tarafından inşa edilen, sermayesi o şehrin lordları tarafından verilmiş olan bu uşkuna, bir korsan avcısıydı. Drizzt Derinsuya varınca, eski dostu Deudermontun şansının iyi gittiğini öğrendiğinde ne kadar da sevinmişti. Kiralık Katil Artemis Entreri buçukluk Regis’i yakaladığında, Drizzt ta Derinsudan Calimshan’a kadar onunla birlikte yolculuk etmişti. O yolculuk, özellikle de Kaptan Deudermont’un, kötü şöhretli Pinochet’nin sancak gemisi de dahil olmak üzere üç korsan gemisine galebe çaldığı —ki Drizzt ile yoldaşlarının ettiği yardım hiç küçük sayılmazdı— Asavir Kanalı Savaşı, Kılıç Sahili boyunca lordların ve tüccarların ilgisini çekmişti. İki direkli gemisini, yani orijinal Su Perisi’ni çok seviyordu, ama hiçbir denizci bu yeni geminin cazibesine karşı koyamazdı.

Deudermont onların hizmetinde çalışmayı kabul etmişti, onlar da geminin ismini kendisinin koymasına ve mürettebatı da tek tek kendisinin seçmesine izin vermişlerdi. Drizzt ile Cattibrie bundan belli bir süre sonra Derinsu’ya varmışlardı. Su Perisi şehrin büyük limanına demir attığında ve Deudermont eski dostlarını bulduğunda derhâl kırk kişilik mürettebatında onlara da yer açmıştı. Bu, alü yıl ve yirmi yedi yolculuk önceydi. Kılıç Sahilinin deniz yollarını gözleyenler, özellikle de korsanlar arasında bu uşkuna bir baş belâsı halini almıştı. Zira gemi, otuz yedi zafer kazanmıştı ve hâlâ sudaydı. Şimdi otuz sekizinci de görünür olmuştu işte. Karavela, Derinsu sancağını göremeyecek kadar uzak bir mesafeden onları fark etmişti, ama bu hiç önemli değildi. Zira bu bölgedeki diğer hiçbir gemi Su Perisi’nin belirgin dizaynına, yani üçgen şeklinde laten yelkenler taşıyan üç direğe sahip değildi. Karavelanm dörtgen yelkenleri fora edildi ve takip tüm hızıyla başladı. Drizzt en uçtaydı, bir ayağı aslan başlı gemi kaidesinin üzerindeydi ve her aran tadım çıkartıyordu. Altında yükselip alçalan denizin katıksız gücünü duyumsayabiliyor, su serpintilerini ve rüzgârı yüzünde hissediyordu. Yüksek ve güçlü bir şekilde çalan müziği duyuyordu, zira Su Perisi mürettebatından birkaç kişi ozandı ve her ne zaman takip başlasa, enstrümanlarını alıyor ve insanı şevklendiren şarkılar çalıyorlardı. “İki bin!” diye haykırdı Cattibrie gözcü çanaklığından aşağı doğru. Bu hâlâ kapatılması gereken mesafeydi.

Cattibrie’ın tahmini beş yüze indiğinde, mürettebat savaş yerlerini alacaktı; üç kişi Su Perisi’nin kıç tarafındaki yüksek güvertede bir kaidenin üzerinde duran iri balistanın yanına gidecek, iki kişi ise kaptan köprüsünün ön köşelerinde bulunan arbaletlerin arkasına geçecekti. Drizzt dümenin başındaki Deudermont’a katılacak ve ikisi yakın saldırıyı düzenleyeceklerdi. Drowun serbest olan eli bu düşünceyle birlikte palalarından birisinin kabzasına doğru kaydı. Su Perisi uzak mesafeden de zorlu bir düşmandı. Usta okçulara, yetenekli bir balista ekibine, oldukça tehlikeli bir sihirbaza (yani alev toplan ve yıldırım mızraklarıyla donanmış bir zuhur büyücüsüne) ve elbette ölümcül yayı Kalp Avcısı Taulmaril ile birlikte Cattibrie’a sahip bir gemiydi. Ama Su Perisi’nin esas ölümcül olduğu zaman, yakın dövüş zamanıydı, yani Drizzt ile panter yoldaşı Guenhwyvar’ın ve tabii diğer yetenekli savaşçıların öbür gemiye geçebildiği zaman. “Bin sekiz yüz!” diye geldi Cattibrie’ın bir sonraki haykırışı. Drizzt süratli olduklarını doğrularcasına başını salladı, fakat ulaştıkları hız gerçekten de şaşırtıcıydı. Su Perisi her zamankinden daha da hızlı gidiyordu. Drizzt geminin omurgasının ıslanıp ıslanmadığını merak etmeden edemedi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir