Robert Silverberg – Dünyalı İstilacılar

DÜN gece Ted Kennedy’ye bir uyarı geldi. Bu da çoğu uyarılar gibi, rüya şeklindeydi. Silâhlar parlamış, tüm yeryüzünü ateş kaplamış ve birçok masum insanlar ölmüştü. Gökyüzünde termonükleer patlamaların oluşturduğu mantar şeklindeki bulutlardan uçsuz bucaksız tarlalar meydana gelmişti… Ted Kennedy, bir sara nöbeti geçiriyormuş gibi şiddetli titreyişler içinde kasılıp kalmıştı. Bu kasılmanın verdiği rahatsızlıklarla bir an için uyanır gibi olmuş, ancak gözlerini açamamış ve tekrar uykuya dalmıştı. Gün doğduğunda yüzü bembeyazdı ve sanki bütün gece en ağır işlerde çalışmış gibi tarifsiz bir yorgunluk sarmıştı vücudunu. Çalar saatin gürültüsünü sabırsız bir el hareketiyle kestikten sonra ayaklarını karyoladan sallandırdı ve gözlerini oğuşturduktan sonra gerindi. Bu sırada su sesinden, karısının çoktan kalkmış ve duş yapmakta olduğunu anladı. Kolay kolay ayılamamıştı Ted Kennedy. Uyku sersemliği içinde ayağını sürüyerek odanın öbür ucundaki sedir ağacından yapılmış sandığa doğru yürüdü, el yordamıyla elbiselerini aldıktan sonra mutfağa yöneldi. Yiyecek makinesinin başında bir an durdu, sonra cihazın üzerindeki düğmelere basmak suretiyle kahvaltısını hazırladı. Bu makine zaman zaman aksilik ederdi; geçen sabah domuz pastırması yerine tost çıkardığım hatırlayıp elinde olmadan yüzünü ekşitti. Elbiselerini giymek üzere yatak odasına döndüğünde Marge’ı, o kendine has ürpertici sabah tazeliği içinde kurulanırken buldu. — Kahvaltı hazır mı?., diye sordu karısı.


Kennedy başıyla tasdik ederken Marge gardrobun başına geçmiş giyeceği elbisenin seçimini yapmaktaydı. Kırmızı dantelle süslü yeşil elbisesini tercih etmişti Marge. Bugün güzel giyinmesi gerekiyordu. Dokuzuncu Kat’taki konferansın, konusu her ne ise, mutlaka önemli olmalıydı. Üçüncü dereceden halkla ilişkiler uzmanı olan birinin Dokuzuncu Kat’a çağırılması olağan bir şey değildi. Marge birden kocasına dönüverdi: — Dün gece kötü bir rüya gördün galiba, dedi. Hâlâ da bu rüyanın etkisinde bulunduğun muhakkak… — Evet öyle, diye başını salladı Ted, sonra sordu. Seni uyandırdım mı?. Tatlı tatlı gülümsedi Marge. Sabahın saat 5’inde Ted’i rahatsız eden âni parlak bir gülümseyişti bu. — Yoo hayır… diye konuştu karısı, fakat hâlâ o rüyanın etkisinde olduğunu görüyorum… Anlat ve acele et… Arabayı kaçırmak istemezsin herhalde… Ted Kennedy hâlâ tam olarak uyanamamış gibiydi: — Savaşta olduğumuzu gördüm… diye konuştu. — Savaşta mı? Kiminle?. Ted bir an duraksadı, omuzlarını kaldırırken: — Bilmiyorum… diye kekeledi. Yâni aklımda kalan kesin bir şey yok… Ancak korkunç bir savaştı bu… Ve bu savaşı bizim başlattığımıza dair rahatsızlık verici bir his var içimde… Kansı gülümseyen gözlerle baktı ona: — Böyle bir savaş mümkün olabilir mi?., diye konuştu.

Herkes barış içinde sevgilim. Bu yıllardan beri böyle… Dünyada bir daha savaş olmayacak Ted… Anlamsız gözlerle baktı karısına: — Belki de dünyada değil… diye mırıldandı. Sonra saçmaladığını düşündü, gülüp geçmeye çalıştı. Kahvaltısını bitirdiğinde içindeki o anlamsız korku büyük ölçüde azalmıştı. Kennedy, kahvaltı masasında konuşmayı pek sevmezdi; bu nedenle tek kelime olsun söylememişti. Marge bulaşıkları makineye attığında saat 6.10’u bulmuştu. Ted giyindikten sonra apoletlerine biraz altın tozu sürmeyi de ihmâl etmedi. Artık hazır sayılırdı. Marge ise hâlâ gecelikle dolaşıyordu. Ted Kennedy saat tam 6.18’de verandadaydı ve iki dakika sonra da parlak san renkli, 2044 model bir Chevrolet-Cadillac göründü. Direksiyonda Alf Haugen vardı. Haugen, ufak tefek, tombul suratlı ve keskin parlak gözlü bir adamdı. «Steward ve Dinoli»deki ofiste, Kennedy’nin masasının hemen arkasında çalışırdı.

Bu hafta arabayı kullanma sırası ondaydı. Ve bu güzel arabasıyla haklı olarak gururlanırdı. Kennedy, arabaya doğru koşar adımlarla yürüdü. Sonra birden arkasına dönerek Marge’a baktı ve el salladı. Karısının verandaya incecik sabahlığı ile çıkmış olması onu hayli rahatsız etmişti. Çünkü arabada bulunanların çoğu bekâr kimselerdi. Ve Kennedy, arkadaşı Haugen’in aksine, sahip olduğu zenginlikleri açıkça sergilemekten hiç mi hiç hoşlanmazdı. Kennedy arabanın arkasına geçti, Presslie ve Comeran kendisine yer açtılar. Haugen marşın düğmesine basar basmaz turbo-elektrik motorlar uğuldadı ve araba büyük bir hızla şehrin yolunu tuttu. Kennedy, arabada bulunanlardan Spalding’i pek sevmezdi. Bu Dördüncü dereceden ince uzun boylu genç adam yolun 3-4 mil ötesindeki apartmanlardan birinde oturuyordu. Bekârdı ve çoğu konularda da söz sahibiydi. Kimsenin o an ne düşünebileceğini bilmesine izin vermeyen bir tipti. Bu hâliyle de insanlar tarafından hiç sevilmeyen bir tip teşkil ediyordu. Ve üç yıldan beri hâlâ Dördüncü dereceden bir memur olmasının da nedeni buydu kuşkusuz.

Patronlardan ihtiyar Dinoli’nin yüksek mevkiler için sempatik ve evli-barklı kişileri seçtiği de herkesçe bilinen bir gerçekti. Mike Cameron birden soruverdi: — Bugün açıklanacak büyük iş hakkında kimse bir şey biliyor mu?. Kennedy başını sola çevirdi: — Ne büyük işi?., diye sordu. Yoksa sen de mi Dokuzuncu Kat’a çağırıldın Mike?. Cameron başıyla tasdikledi: — Hepimiz, hatta Spalding bile… dedi. Zannedersem Dinoli dün öğleden sonra o kısa notu tüm Üçüncü ve Dördüncü derecelere göndermiş… Sözlerime dikkat edin arkadaşlar, büyük bir takım işler tezgâhlanıyor… Lloyd Presslie ters bir tahminde bulundu: Belki şirket feshediliyordur… Belki de Dinoli, «Crawford ve Burstein» şirketinden bir sürü üst kademe yöneticisi kiralamıştır ve bizler hepimiz üç derece alta itileceğiz… Arabada bulunanlar Presslie’ye ters ters baktılar, Haugen ise başını salladı ve manidar bir sesle konuştu: — İhtiyarın elinde büyük ve yeni bir şey var… Lucille ile mesai saati sonuna doğru iş hakkında konuşurken duydum… Eğer inanmazsanız gidip Dinoli’nin sekreterine sorun… Eğer gönülsüzse bir çimdik atıverin!. Sonra bu söylediklerine kaba kaba güldü… Araba hız yolunun akışına girmişti. Kennedy, dalgın dalgın ana yolda parlayan beyaz şeritlerin 100 feet altında uzanan şehirlere baktı. Hâlâ bir gece önceki o korkunç rüyanın etkisini üzerinden atamamıştı. Kulaklarında hidrojen bombalarının gök gürültülerini andıran sesleri yankılanıyordu. Yeni ve büyük bir iş… Ancak bu onu etkilememeliydi. Daha geçen hafta Birleşmiş Alüminyum Madenleri için halkla ilişkiler konusunda bir işe başlamıştı. Bu uzun vadeli bir projeydi ve ana amacı, Nebraska yöresi insanlarını, ekonomik yönden bir zararları olmayacağı ve bölgelerini henüz işgal etmiş bulunan yerel alüminyum arayıcılarının su kaynaklarını kirletmedikleri konusunda ikna etmekti. Bu henüz pek yeni bir işti, kendisi bu işten bu kadar çabuk alamazlardı… Yoksa alırlar mıydı?.

İhtiyar Dinoli’nin ne yapacağı hakkında bir tahminde bulunmak pek zor, hatta imkânsızdı… Kennedy gayriihtiyarî gerindi. Arabadaki jeneratörlerin mırıltılı titreşimi sinirlerini rahatlatmasını engelliyordu… Haugen arabayı hız yolundan çıkarıp Yukarı Manhattan’a giden rampadan aşağı sürmeye başladığında saat 6.52 idi. Hemen iki dakika sonra iş merkezinin kalbi olan 123. Cadde ile Lenox’un birleştiği köşeye varmışlardı. «Steward ve Dinoli» şirketinin bulunduğu beyaz parlak kule tam karşılarında yükseliyordu… Arabadan inip asansöre bindiklerinde saat 6.57 idi ve 6.59’da büronun kapısındaydılar. Saat tam 7’de herkes çalışma masalarının başındaydı… Kennedy’nin çalışma saatleri 7.00’den 14.30’a kadardı. Bu yıl, şehirdeki düzene göre; reklâmcılar ve halkla ilişkiler uzmanları sabah vardiyasında çalışıyorlardı. 1 Ocak 2045’den sonra ise saat 8.00’de çalışmaya başlayacak grupta olacaklardı. Bu büyük şehrin izdihamını ancak böyle bir vardiya sistemi biraz da olsa önleyebiliyordu.

Tüm çalışanların aynı saatte işyerlerine gidip aynı saatte işten çıkmaları kentteki hayatı temelinden sarsabilirdi. Kennedy’nin masası, bir gün önce bıraktığı gibi düzenliydi. Masanın sağındaki kâğıt gözünde ise Bay Dinoli’nin kısa bir notu durmaktaydı. Hemen açıp okudu: “Dokuzuncu Kat Saat: 14.12 Sevgili Theodore, Yarın sabah saat 9 veya 9 sularında ofisime gelme nezaketini gösterir misiniz? Gündemde acilen halli gereken bir konu var ve bu konuda bana yardımcı olabilecek kişilerden biri de sizsiniz. Teşekkürler ve eşinize en iyi dileklerimle. İş harici konularda daha sık bir araya gelmemiz gerektiği kanısındayım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir