Stanislaw Lem – Gelecekbilim Kongresi

Sekizinci Dünya Gelecekbilim Kongresi Kosta Rika’da yapıldı. Doğrusu Profesör Tarantoga beni herkesin kongreye katılmaını beklediğine ikna etmese, Nounas’a asla gitmezdim. Günümüzde yapılan uzay yolculuklarının yeryüzündeki sorunlardan kaçmanın bir yolu olduğunu -üstüne basa basasöyledi. Yani insan, olabilecek en kötü şeylerin kendi yokluğunda gerçekleşip sona ermesi umuduyla gidiyordu yıldızlara. Şu bizim gezegen yanık bir patatesi andırıyor mu diye defalarca -özellikle de uzun bir seyahatten dönerken- lombardan dışarı endişeyle baktığımı inkar edemezdim. Tarantago’yla hiç tartışmaya girmeyip gelecekbilim konusunda uzman sayılamayacağımı belirtmekle yetindim. Bunun üzerine Tarantoga, otomobil motorundan hemen hiç kimsenin pek bir şey anlamadığı ama “Beyler şu motordan anlayan var mı?” çağrısına da kimsenin kayıtsız kalmadığı cevabını verdi. Gelecekbilim Derneği’nin yöneticilerinin bu yılki toplantı mekanı olarak seçtikleri Kosta Rika’da sadece nüfus patlamasını denetim altında tutmanın yöntemleri ele alınacaktı. Kosta Rika hali hazırda dünyanın en yüksek demografik büyüme oranına sahip. Güya başlı başına bu gerçek yapacağımız tartışmalardan işe yarar birtakım sonuçlara varmamızı sağlayacaktı. Gerçi bütün gelecekbilimcileri ve onların iki katı sayıdaki gazetecileri barındırmaya müsait yegane otelin Nounas’taki yeni Hilton olmasına işaret eden ve toplantıya kuşkuyla bakanlar da vardı. Otel konferans esnasında tümüyle yıkıldığına göre, birinci sınıf olduğunu söylemenin reklama girmeyeceğini düşünüyorum. Müzmin bir sefa düşkününün sarfettiği bu sözler özel bir anlam taşıyor; zira beni, rahat yuvaını terk edip uzayın meşakkatli yollarına düşüren şey sadece görev bilinciydi. Kosta Rika Hilton, dört katlı düz bir zemin üzerinde yükselen yüzaltı katlı bir oteldi. Zeminin terasında tenis kortları, yüzme havuzları, solaryumlar, koşu pistleri, (aynı zamanda rulet çarkı görevini gören) atlıkarıncalar, yirmidört saat önceden sipariş verilmesi durumunda insanın canının çektiği herhangi bir kimseye -bu kimsenin temsili resmine-ateş edebileceği atış galerileri ve seyircilerin kendilerini kaybetmeleri ihtimaline karşı gözyaşı bombasıyla donatılmış amfitiyatrolar vardı.


Yüzüncü katta bir oda verdiler bana. Buradan görebildiğim tek şey, şehrin üzerine çökmüş mavimtırak kahverengi hava kirliliği bulutunun tepesiydi. Oteldeki kimi eşyalar beni çok şaşırttı – örneğin yeşim ve akik taşları döşeli banyonun bir köşesine yaslanmış üç metre uzunluğundaki kol demiri, dolabın içinde asılı duran haki kamuflaj pelerini ya da yatağın altındaki peksimet çuvalı. Küvetin üzerinde, hemen havluların yanında, standart tırmanma ipi sarılı devasa bir makara asılıydı. Kapıda ise üzerinde “Bu Odada Bomba Bulunmadığını Garanti Ederiz. İmza Müdüriyet.” yazan bir kart vardı; ilk olarak, Yale marka kilidi üç kez çevirmeye gittiğimde gözüme ilişmişti kart. Herkesin bildiği gibi günümüzde iki tür akademisyen var artık: Masabaşındakiler ve gezginler. Masabaşındakiler çalışmalarını geleneksel yöntemlerle sürdürürken, bir türlü yerinde duramayan diğer meslektaşları akla hayale gelebilecek her çeşit uluslararası seminer ve sempozyuma katılırlar. Bu ikinci akademisyen tipini şıp diye teşhis etmek mümkün: Yakasına adını, akademik unvanını ve çalıştığı üniversiteyi belirten bir kart takar; cebinden uçakların iniş kalkış saatlerini içeren bir program sarkar; kemer tokaları -ve de el çantalarının üzerindeki kilitler- asla metal olmaz, havaalanlarında uçağa binecek yolcularda silah taraması yapan aletlerin alarmlarını lüzumsuz yere çaldırmamak için hep plastik olur bu tokalar. Gezgin akademisyenimiz, uzmanlık alanına dair literatürü otobüslerde, bekleme salonlarında, uçaklarda ve otel barlarında çalışarak takip eder. Yeryüzünün son zamanlardaki çoğu adetine -haliyle- alışık olmadığımdan Bangkok, Atina ve de Kosta Rika havaalanlarında alarmları öttürdüm. Ağzımda altı adet amalgam dolgu vardı, Nounas’ta bunları porselen yaptırmayı düşünüyordum, ancak hiç beklenmedik biçimde gelişen olaylar bu planımı suya düşürdü. Amerikan Gelecekbilimciler Delegasyonu’ndan bir şahıs, bana otellerin eskiden bilinmeyen birtakım güvenlik önlemleri aldığını sabırla açıklayınca tırmanma ipi, kol demiri, peksimet ve kamuflaj pelerini konusunda aydınlanmış oldum. Bu eşyaların otel odasında bulundurulması sayesinde odada kalan müşterinin ömrü önemli oranda uzatılmış oluyordu.

Bu sözleri fazla ciddiye almamakla ne kadar aptallık etmişim! Toplantıların birinci gün akşamüstü başlayacağı bildirilmişti. O sabah hepimize konferansın tamamını kapsayan programlar dağıttılar. Çok sayıda çizelge ve şemayı içeren yazılı malzeme özenle basılmış, zarif bir biçimde ciltlenmişti. Her biri “Bir Seferlik Cinsel İlişki için Geçerlidir” damgalı, gök mavisi kabartma kuponlarla dolu bir kitapçık özellikle ilgimi çekti. Açıkçası günümüzde yapılan bilimsel toplantılar da nüfus patlamasından muzdarip. Gelecekbilimcilerin sayısı, dünya nüfusunda görülen artışa orantılı olarak arttığından bu kişilerin düzenlediği toplantılarda kalabalık ve kargaşa hüküm sürüyor. Bildirilerin sözlü sunulması imkansız; bunların önceden okunınası gerekiyor. Gerçi o sabah herhangi bir şey okumaya zaman yoktu. Müdüriyet hepimize içki ısmarladı. Amerikan heyetine atılan birkaç çürük domates dışında bu küçük çaplı tören olaysız geçti. Uluslararası Basın Birliği’nden tanınmış bir muhabir olan Jim Stantor’dan, Kosta Rika Amerikan Elçiliği’nde görevli bir elçiyle üçüncü derece bir ataşenin şafak vakti kaçırıldığını öğrendiğimde martinimi yudumlamaktaydım. Kaçırma eylemini gerçekleştirenler, diplomatların karşılığında tüm siyasi suçluların salıverilmesini talep ediyorlardı. Bu aşırı uçtan eylemciler, niyetlerinde ciddi olduklarını kanıtlamak için elçiliğe ve çeşitli hükümet dairelerine rehinelerin dişlerini göndermişler, fiziksel şiddete başvuracaklarını ima etmişlerdi. Ancak bu aksilik, samimi bir havada geçen sabah toplantımıza yine de gölge düşürmedi. Amerikan büyükelçisi de toplantıdaydı.

Uluslararası işbirliğine duyulan ihtiyaç üzerine kısa bir konuşma yaptı – kısa bir konuşmaydı çünkü silahlarını üzerimize doğrultmuş, sivil giyimli altı iri kıyım adam tarafından sarılıydı büyükelçinin etrafı. Bu durum beni hayli tedirgin etti, özellikle de yanımda duran koyu tenli Hint delege burnunu silmek zorunda kalıp da pantalonu-nun arka cebindeki mendile uzanınca. Daha sonra Gelecek-bilim Derneği’nin resmi sözcüsü, alınan tedbirlerin hem gerekli hem de insani olduğu konusunda temin etti beni. Korumalar artık yüksek kalibreli, düşük tesirli silahlar kullanıyorlar. Güvenlik görevlilerinin yolcu uçaklarında masum insanlara zarar gelmemesi için üzerlerinde bulundurdukları türden silahlar bunlar. Suikaste yeltenen kişiyi delip geçen kurşunun, o kişinin hemen arkasında, kendi halinde dikilen beş altı insana daha isabet etmesi gibi olaylar eskiden sık yaşanırdı. Yine de yanıbaşınızdaki birinin yaylım ateşine tutulup yere yapışması hoş bir manzara değil; neticede hadise, karşılıklı diplomatik yazışmalar ve resmi düzeyde özür dilemelerle sonuçlanan basit bir yanlış anlamadan kaynaklansa da. Ancak insancıl balistik bilimi gibi çetrefilli bir meseleyi çözmeye çalışmak yerine, belki de bütün gün boyunca neden konferans malzemesiyle ilgilenemediğimi açıklamalıyım. Efendim, kan lekeli gömleğimi alelacele değiştirdikten sonra kalıvaltı etmek üzere otelin barına gittim. Aslında genellikle böyle bir şey yapmam. Sabahları rafadan yumurta yemektir adetim, ancak insanın, mide bulandırıcı soğuklukta olmayan bir yumurtayı odasına getirtebileceği otel henüz inşa edilmedi. Kuşkusuz metropollerdeki otellerin giderek daha büyük yapılmasından kaynaklanıyor bu. Mutfakla kaldığınız oda arasında ikibuçuk kilometre mesafe olunca yumurtanın sarısını hiçbir şey sıcak tutamaz. Bildiğim kadarıyla Hilton uzmanları, bu sorunla ilgili incelemelerde bulunup tek çözümün, sesten hızlı hareket eden özel yemek asansörleri olduğu sonucuna vardılar. Ancak ses duvarının aşılmasından kaynaklanan gürültünün kapalı bir alanda herkesin kulak zarını deleceği de açık.

Tabii otomatik aşçı yumurtalar yukarı katlara çiğ olarak gönderebilir ve otomatik oda hizmetçisi de bunları hemen odanın içinde rafadan pişirebilir; ancak bu sefer de insanlar otele kendilerine ait tavuk kümesleriyle girip çıkmaya başlarlar. Haliyle bara doğru yola koyuldum. Otellerde kalan müşterilerin yüzde doksanbeşinden fazlası, ya bir konferans ya da bir toplantı nedeniyle gelirler buralara. Yakasında kart taşımayan, bavulu programlar ve notlarla tıka basa dolu olmayan yegane konuk türü diyebi leceğimiz münferit turist, çölde inci tanesi kadar ender rastlanan bir şeydir. Kosta Rika’da bizim grubun dışında ayrıca Kıdemli Protestocu Öğrenciler Genel Kurulu, Özgür Edebiyat Yayıncıları Konvansiyonu ve Işıkseverler Derneği (kibrit paketi koleksiyoncuları) bulunuyordu. Aslında aynı örgüte üye kişiler aynı kattaki odalara yerleştirilirler; ancak Müdüriyet, herhalde beni onurlandırmak niyetiyle, yüzüncü katta bir oda ayarlamıştı bana. Bu katın kendine ait bir palmiye q.ğacı korusu vardı; sadece kızlardan kurulu bir orkestra, korunun içinde bir yandan Bach çalarken bir yandan da koreografisi ustalıkla kotarılmış bir striptiz gösterisi sahneliyordu. Bütün bunlar lüzumsuzdu aslında, ancak maalesef başka boş oda olmadığından bana verdikleri odada kalmak zorundaydım. Benim kattaki barda kendime oturacak bir yer arıyordum ki geniş omuzlu, kapkara sakallı (son bir haftada yediği şeylerin mönüsünü okumak mümkündü bu sakaldan) bir şahıs, çift namlulu ağır tüfeğini askısından çıkarıp namluyu burnuma dayadı, kaba bir kahkaha atıp papavurucusunu beğenip beğenmediğimi sordu. Papavurucunun ne menem bir şey olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, ancak cehaletimi itiraf edecek kadar da saf değildim. Bu gibi durumlarda alınacak en temkinli tavır sessiz kalmaktır. Zaten de adam, ilk iş sırrını açık edip, lazer taramalı teleskop nişangah, üç kademeli tetik ve otomatik yükleme donanımına sahip bu- yüksek tesirli, mükerrer ateşli silahının özellikle papaları vurmak için imal edildiğini söyleyiverdi. Durmaksızın konuşurken cebinden katlanmış bir fotoğraf çıkardı; adamın, rahip cüppesi ve takkesi giydirilmiş bir mankene pür dikkat nişan alırken çekilmiş bir resmiydi bu. Söylediğine göre mükemmel bir nişancı olmuştu ve Roma’ya gitmek üzereydi; çok önemli bir hac ziyareti için, St.

Peter Kilisesi’nde papayı vurmak için hazırdı artık. Anlattıklarının tek kelimesine bile inan madım ama adam çan çan konuşmaya devam ederken bir ara, uçak biletini, turistlerin yanlarında taşıdıkları dua kitabını, Amerikan Katolik hacılar için hazırlanmış bir seyahat programıyla başlarına haçlar kazılı kurşunların durduğu fişek kutusunu gösterdi bana. Tutumlu davranmak için sadece gidiş bileti almıştı, çünkü inanç sahibi insanların öfkeden deliye dönüp kendisini lime lime edeceklerinden kesinlikle emindi – o anı düşünmek bile onu keyiflendiriyordu sanki. tik aklımdan geçen, bu adamın ya zırdeli ya da profesyonel bir fanatik terörist (bu aralar ortalıktan hiç eksik olmuyorlar) olduğuydu, ancak bir kez daha yanılmıştım. Silahı ha bire yere düşüp durduğu için tekrar tekrar yüksek bar taburesinden inmek zorunda kalmasına rağmen, konuşmaya hiç ara vermeden, aslında inançlı ve sadık bir Katolik olduğunu açıkladı bana. Dikkatle düşünüp tasarladığı eylem -”P Operasyonu” adını vermişti onakişisel açıdan çok büyük bir fedakarlık olacaktı; çünkü dünyanın vicdanını sarsmak niyetindeydi ve hiçbir şey böylesine aşırı uçta bir eylemden daha büyük bir sarsıntı yaratamazdı. Yapacağı şey, tam olarak Kitab-ı Mukaddes’te İbrahim’in ls-hak’a yapması emredilen eylemdi. Tek fark işin tersine dönmesiydi, adam bir oğul değil bir babayı kurban edecekti, hem de kutsal bir babayı. Bana yaptığı açıklamaya göre aynı zamanda da bir Hıristiyana caiz olan en makbul şehitlik mertebesine ulaşacaktı; çünkü bedeni dehşetengiz bir acıya ruhu ise ebedi lanete maruz kalacaktı – tüm bunlar insanlığın gözlerini açmak uğrunaydı. “Aman,” diye düşündüm, “ortalıkta ne çok göz-açma meraklısı varmış.” Adamın açıklamalarından ikna olmamıştım, iznini isteyip papanın hayatını kurtarmak -yani birilerine bu tezgahı bildirmek- üzere yanından ayrıldım, ancak 77. katın barında tesadüfen karşıma çıkan Stantor, daha anlatacaklarımı sonuna kadar dinlemeden, Vatikan’a giden son Amerikalı turist kafilesinin XI.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir