Stanislaw Lem – Yıldız Güncesi

Ijon Tichy’nin yolculuklarının bu baskısı -tam ve kesin şekli değildir- daha öncekilere kıyasla bir gelişmeyi yansıtmaktadır. Bu kitaba şimdiye kadar bilinmeyen iki yolculuk, Sekizinci ve Yirmi Sekizinci yolculuklar, eklenmiştir 1 . Bu sonuncu yolculuk, Tichy ile ailesinin özgeçmişiyle ilgili yeni bilgiler vermektedir; bunlar sadece tarih değil, tıp bilimi açısından da ilgi çekicidir, çünkü benim de uzun zamandır kuşkulandığım bir fenomene, akrabalık derecesinin hıza olan bağımlılığına işaret etmektedir. 2 Sekizinci Yolculuk’a gelince, bir Ticholojist psikanaliz ekibi -elinizdeki kitap baskıya gitmeden hemen önce- Ijon Tichy’nin rüyasında gördüğü bütün olayları doğrulamıştır. 3 İlgilenen okur, Dr. Hopfstosser’in eserinde bu konuda karşılaştırmalı bir bibliyografi bulacaktır. Burada, başka tanınmış kişilerin -örneğin Sir Isaac Newton ve Borgiaların- rüyalarının Tichy’nin rüyaları, Tichy’nin rüyalarının da onlarınkiler üzerindeki etkisi açıklanmaktadır. Diğer taraftan elinizdeki baskıda Yirmi Altıncı Yolculuk, uydurma olduğu kesin bir şekilde gösterildiği için, yer almamaktadır. Enstitümüzde elektronik metin analizi yapan bir ekip bunu ispatlamıştır. 4 Bu arada “Yirmi Altıncı Yolculuk” adlı hikâyenin sahte olduğunu her zaman düşündüğümü de burada belirteyim, bunun nedeni metinde rastlanan birçok hatadır: Ooflar (metinde verildiği gibi Ooplar değil), Guzzardlar, Meoptikanlar ve Lovthların türleri (Phlegmus Invariabilis Hopjstosseri) hakkında söylenenler bunlardan birkaçıdır. Son zamanlarda, Tichy’nin metinlerinin gerçek yazarı konusunda şüphe uyandıracak bazı sözler edildi. Basında ise, Tichy’nin bir gölge yazar kullandığı veya ortada Tichy diye biri olmadığı ve kitapların “Lem” adında bir cihaz tarafından yazıldığı yolunda iddialar var. Hatta bu iddialar arasında en aşırıya varan bir tanesi, bu “Lem”in insan olduğunu ileri sürüyor. Şimdi, uzay yolculuğunun tarihi hakkında biraz bilgisi olan bir kimse, LEM’in, LUNAR EXCURSION MODULE’ün (Ay Yolculuğu Modülü) kısaltılmış şekli olduğunu bilir; bu, “Apollo Projesi” (Ay’a ilk iniş projesi) dahilinde ABD’nin inşa ettiği bir keşif gemisidir. ljon Tichy’nin ne bir yazar, ne de bir gezgin olarak savunulmaya ihtiyacı vardır.


Yine de bu aptalca söylentilere kesin bir son vermek için bu fırsattan yararlanmak istiyorum. O halde açıkça belirteyim ki, LEM’in gerçekten de küçük bir beyni (elektronik) vardı; bununla birlikte bu cihaz seyirle ilgili çok kısıtlı işler yapıyordu ve tek bir tutarlı cümle yazması mümkün değildi. Başka bir LEM’in varlığı konusunda elimizde hiçbir bilgi bulunmuyor. Ne büyük çaplı elektronik makine kataloglarında (bak. Nortronics, New York, 1976- 1979), ne de Büyük Cosmica Ansiklopedisi’nde (Londra, 1989) böyle bir şeyden söz ediliyor. O halde, elimizdeki işin ciddiyetiyle hiç bağdaşmayan bu söylentinin, Ticholojistleri çalışmalarından alıkoymasına bir son vermenin vakti geldi, zira bu bilim adamları Ijon Tichy’nin OPERA Mona’sını derlemek için daha çok emek -ve uzun yıllar-harcamak zorundalar. Profesör A. S. Tarantoga Karşıl Genişletilmiş Baskıya Giriş Ijon Tichy’nin metinlerinin bu yeni baskısını okurlarımıza sevinçle ve büyük bir heyecanla sunuyoruz; çünkü bu kitapta, şimdiye kadar bilinmeyen yolculukların (On Sekizinci, Yirminci ve Yirmi Birinci Yolculuk) ve yazarın kendi elinden çıkmış paha biçilmez çizimlerin yer almasının yanı sıra, bugüne dek Ticholoji uzmanlarının uykusuz geceler geçirmesine neden olan bazı esrarlı noktalar da açıklığa kavuşuyor. Çizimlere gelince, yazar uzunca bir süre bunları vermek istememiş; kendi gözlemlerinden ya da koleksiyonundan devşirdiği yıldız ve gezegen modellerini yalnızca zevk için çizdiğini, üstelik bunları hep alelacele çiziktirdiği için sanatsal ya da bilimsel bir değer taşımadıklarını iddia etmiştir. Yine de, karalama bile olsalar -kaldı ki bütün uzmanlar bu fikirde değildir-çoğunlukla zor ve karanlık olan bu metinlerin okunması sırasında görsel açıdan yarar sağladıkları inkâr edilemez. Ekibimizin bu yeni baskıyı sunmaktan duyduğu memnuniyetin ilk nedeni budur. İkinci olarak, yeni yolculukların metinleri, insanoğlunun kendisine ve Dünya’ya dair sorduğu o köklü sorulara kesin yanıtlar arayan kimselere hatırı sayılır bir tatmin sağlamaktadır: Evreni gerçekte kim inşa etmiştir ve niçin başka türlü değil de böyle yapmıştır, ayrıca doğal evrimin ve genel tarihin, zekânın ortaya çıkışının, hayatın ve en az bunlar kadar önemli başka şeylerin sorumlusu kimdir? Ve ünlü yazarımızın, bu yaratıcı işte bizzat, belirleyici olmasa da büyük bir rol oynadığını öğrenmek gerçekten de hoş bir sürpriz değil mi? Bay Tichy’nin, el yazmalarının durduğu çekmeceyi herkesten sakınmasındaki alçak gönüllüğü çok iyi anlıyoruz, sonunda onu ikna etmiş olanların büyük bir sevinç duymuş olmasını da. Yıldız yolculuklarının numaralanmasındaki boşlukların nedeni de bu kitapta açığa çıkıyor. Okur bu baskıyı inceledikten sonra, sadece Bay Tichy’nin neden bir Birinci Yolculuk’u olmadığını değil, neden asla olmayacağını da görecektir ve bir parça kafa yormakla yirmi birinci yolculuğun aynı zamanda on dokuzuncusu olduğunu anlayacaktır.

Doğrusu, bunu hemen görmek mümkün değildir, zira yazar söz konusu el yazmasındaki son otuz-kırk satırı silmiştir. Peki neden? Yine sınırsız alçak gönüllüğünden. Dudaklarımı mühürleyen gizlilik yeminini bozamam; yine de perdeyi biraz olsun aralamama izin verilmiştir. Bay Tichy, tarih öncesini ve tarihi iyileştirme teşebbüslerinin sonunun ne olacağını görerek, Zaman Enstitüsü Müdürü olmanın verdiği yetkiyle, bir şey yapmış ve bu şeyin sonucunda Zaman Araçları ve Yolculuğu Teorisi hiçbir zaman ortaya konamamıştır. Onun emriyle bu teorinin ortaya konamaması sonucunda, tarihi düzeltmeyi hedefleyen Uzakzaman Programı, Zaman Enstitüsü ve -ne yazık ki- enstitünün müdürü olan Bay Tichy de ortadan kalkmıştır. Bu kaybın neden olduğu acıyı kısmen de olsa hafifleten iki husus var: İlki, artık (hiç olmazsa) geçmişten kaynaklanacak hoş olmayan sürprizlerden korkmamıza gerek kalmaması; diğeri de trajik biçimde aramızdan ayrılan kişinin, yeniden canlanmamakla birlikte, şaşırtıcı bir biçimde hâlâ yaşıyor olması. Kabul etmek gerekir ki, bu durum kafa karıştırıcıdır; tatmin edici bir açıklama için okur uygun yerleri, yani Yirminci ve Yirmi Birinci Yolculukları incelemelidir. Sözlerime son verirken, derneğimizde özel bir gelecek bilim bölümü açıldığını duyurmak isterim. Bu bölüm, çağımızın ruhuna uygun bir şekilde -kendi kendini gerçekleştiren öngörü adı verilen yöntemi kullanarak- Bay Tichy’nin ne bugüne dek yazdığı, ne de yazmak niyetinde olduğu yıldız günlüklerini ortaya koyacaktır. PROF A. S. TARANTOGA Betimlemeli, Karşılaştırmalı ve Öngörmeli Ticholoji, Tichografi ve Tichonomik Enstitüleri Derneği adına YEDİNCİ YOLCULUK Bir pazartesi günüydü, nisanın ikisi. Betelgeuse yakınlarında yol alırken, bir bezelyeden daha büyük olmayan bir göktaşı dış kaplamayı deldi, motor regülatörünü ve dümenin bir kısmını parçaladı, bunun sonucunda roket manevra yeteneğini yitirdi. Uzay giysimi giydim, dışarı çıktım ve mekanizmayı onarmaya çalıştım, ama yedek dümeni -onu yanımda getirme akıllılığını göstermiştim- birisinin yardımı olmaksızın takmanın mümkün olmadığını gördüm. İmalatçılar roketi o kadar salakça tasarlamışlardı ki, bir kişinin ingiliz anahtarıyla cıvatanın kafasını sabit tutması, diğerinin de somunu sıkıştırması gerekiyordu.

İlk başta bunun farkına varmadım ve ayağımla ingiliz anahtarını tutmaya çalışarak, iki elimi de diğer ucunda somunu sıkıştırmak için kullanarak saatler harcadım. Fakat bir sonuç alamadım, üstelik öğle yemeğini de kaçırdım. En sonunda neredeyse başaracaktım ki, ingiliz anahtarı ayağımın altından fırladı ve uzaya uçup gitti. Böylece bir şey elde edememekle kalmayıp, değerli bir aletten oldum. Çaresiz bir şekilde, ingiliz anahtarının yıldızlı gökyüzüne karşı git gide küçülerek uçup gidişini izledim. Bir süre sonra ingiliz anahtarı uzun bir elips çizerek geri geldi; artık roketin bir uydusu olmuştu, ama hiçbir zaman onu yakalayabileceğim kadar yaklaşmadı. İçeri girdim ve sade bir akşam yemeği yemek üzere oturdum, bir taraftan da kendimi bu aptalca durumdan en iyi nasıl kurtaracağımı düşünüyordum. Bu arada gemi dosdoğru uçmaya devam ediyor, hızı durmadan artıyordu, zira o lanet göktaşı motor regülatörümü de parçalamıştı. Gerçi yolumun üzerinde hiç göksel cisim yoktu, ama bu paldır küldür gidiş sonsuza kadar süremezdi. Bir süre öfkeme hâkim oldum, sonra bulaşıkları yıkamaya başladığımda, bu arada aşırı ısınan atom reaktörümün en leziz sığır filetomu mahvetmiş olduğunu fark ettim (onu pazar günü için buzdolabımda saklıyordum) ve bir an için her zamanki sakinliğimi kaybettim, ağza alınmadık küfürler edip birkaç tabak kırdım. Bu beni biraz yatıştırdı, ama sorunu halletmedi. Ayrıca, geminin dışına attığım sığır filetosu, boşlukta uzaklaşacak yerde, roketi bırakmak istemiyor gibiydi; roketin çevresinde ikinci bir yapay uydu halinde dönüyor ve her on bir dakika dört saniyede küçük bir güneş tutulması meydana getiriyordu. Sinirlerimi yatıştırmak için akşama kadar onun yörüngesini ve uçan ingiliz anahtarının meydana getirdiği yörünge sapmasını hesapladım. Gelecek altı milyon yıl boyunca geminin çevresinde dairesel bir yol çizen sığır filetosu ingiliz anahtarının önünde olacaktı, daha sonra arkadan gelip onu yakalayacak ve yeniden geçecekti. Sonunda bu hesaplamalarla yorgun düşerek yatağa gittim.

Gece yarısı birisinin omzumu sarstığını hissettim. Gözlerimi açtığımda yatağın üzerine eğilmiş bir adam gördüm; yüzü tuhaf bir şekilde tanıdıktı, ama kim olabileceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. “Ayağa kalk,” dedi adam “ve kargaburunu al, dışarı çıkıp dümen cıvatalarını sıkıştıracağız…” “Bir kere, tavrınız biraz kaba, üstelik daha birbirimizi tanımıyoruz bile,” dedim. “İkinci olarak, sizin burada olmadığınızı kesinlikle biliyorum. Ben bu roketin içinde tek başımayım, iki yıldır da, Dünya’dan Koç takımyıldızına yolculuk ederken, tek başımaydım. Bu yüzden siz sadece bir rüyasınız, başka bir şey değil.” Buna rağmen adam beni sarsmaya ve hemen onunla gidip aletleri almam gerektiğini söylemeye devam etti. “Bu aptalca bir şey,” dedim, sinirlenmeye başlayarak, çünkü rüyadaki bu tartışma beni uyandırabilirdi ve tecrübelerime dayanarak tekrar uykuya dalınanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. “Bana bakın, ben hiçbir yere gitmiyorum, bunun bir yararı olmaz. Rüyada sıkıştırılan bir cıvata gün ışığında durumu değiştiremez. Lütfen artık beni rahatsız etmeyi bırakın ve buharlaşarak ya da başka bir şekilde ortadan kaybolun, yoksa uyanabilirim.” “Ama sen uyanıksın, yemin ederim!” diye haykırdı inatçı hayal. “Beni tanımadın mı? Buraya bak!” Ve bunu söylerken, sol yanağında yer alan çilek büyüklüğündeki iki siğili gösterdi. Elimde olmaksızın kendi yüzümü tuttum, çünkü evet, benim de iki siğilim vardı, tamı tamına aynı biçimde ve aynı yerde. Ansızın bu hayalin niçin bana tanıdığım birisini hatırlattığını anladım: Tıpatıp bana benziyordu.

“Tanrı aşkına, beni rahat bırak!” diye haykırdım, gözlerimi kapayarak, uyanmamaya çalışıyordum. “Eğer sen bensen, iyi o halde, aramızda resmiyete gerek yok, ama bu sadece senin var olmadığını ispat eder!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir