Star Wars – Drew Karpyshyn – Darth Bane – Yıkım Yolu

Eski Cumhuriyet’in son günlerinde Sith’ler –Güç’ün karanlık tarafının takipçileri ve Jedi Tarikatının kadim düşmanları– sadece iki kişiden ibarettiler: bir Üstat ve bir Çırak. Ama bu durum her zaman böyle değildi. Cumhuriyet’in çöküşünden ve İmparator Palpatine’in iktidarı ele geçirmesinden bin yıl önce Sith’ler kol geziyorlardı… Sith Üstadı ve Karanlığın Kardeşliğinin kurucusu Lord Kaan savaş alanında yaşanmış kıyımın ortasında dolaşıyordu, gecenin kasvetinde yol alan uzun boylu bir silüet. Bu dünyayı kendisine karşı korumaya çalışan binlerce Cumhuriyet askeri ve yüze yakın Jedi burada can vermişler ve sonunda mağlup olmuşlardı. Onların acılarının ve çaresizliklerinin keyfini çıkardı; şu anda bile bu duyguların tüm vadiye yayılmış cesetlerden bir koku gibi yükseldiğini sezebiliyordu. İleride bir fırtına patlak vermek üzereydi. Gökyüzünü aydınlatan her şimşekle Korriban’ın büyük Sith Tapınağı’nın çorak ufukta yükselen silüeti bir an için de olsa görünür hale geliyordu. Bu katliamın tam ortasında bekleyen iki kişi vardı: biri insan, diğeri ise Twi’lek. Karanlığa rağmen onların kim olduğunu anlamıştı: Qordis ve Kopecz, iki kudretli Sith Lordu. Bir zamanlar amansız rakipler olan bu ikisi şimdi birlikte Kaan’ın Kardeşliğine hizmet etme yolunu seçmişlerdi. Yanlarına geldi, gülümsüyordu. Uzun boylu ve neredeyse kemikleri görünecek kadar zayıf olan Qordis de ona gülümsedi. “Bu muhteşem bir zafer, Lord Kaan. Sith’lerin Korriban’da akademisi olduğu günlerin üzerinden çok zaman geçmişti.” “Yeni çıraklarını burada eğitmeye başlamak için sabırsızlandığını seziyorum,” dedi Kaan cevaben.


“Önümüzdeki yıllarda senden benim için çok daha kudretli –ve sadık– Sith çırak ve Üstatları yetiştirmeni bekliyorum.” “Senin için mi?” diye sordu Kopecz, vurgulayarak. “Bizim için demek istediniz sanırım? Hepimiz Karanlığın Kardeşliğinin bir parçası değil miyiz?” Bu sorunun cevabı gevrek bir gülüş oldu. “Ona ne şüphe, Kopecz. Sadece ağız alışkanlığı.” “Kopecz zaferimizi kutlamayı reddediyor,” dedi Qordis. “Bütün gece böyle somurtup durdu.” Kaan bir elini Twi’lek’in omzuna koydu. “Bu hepimiz için çok büyük bir zafer,” dedi. “Korriban sadece bir dünyadan öte bir şey. O bir simge. Sith’lerin doğum yeri. Bu zafer Cumhuriyet ve Jedi’lara verilen en güzel cevaptır. Artık Kardeşliği hak ettiği gibi tanıyıp ondan korkacaklar.” Kopecz omuz silkerek Kaan’ın elini geri itti ve boynunun etrafına dolanmış olan lekku’sunu savurarak dönüp uzaklaşmaya başladı.

“Dilediğiniz gibi kutlama yapın,” diye seslendi, uzaklaşırken. “Asıl savaş daha yeni başlıyor.” Dessel yaptığı işten o derece bunalmıştı ki çevresinde olup bitenlerden hemen hiç haberi yoktu. Hidrolik delgi sarsıntısından kolları sızlamaya başlamıştı. O delmeye devam ettikçe mağaranın duvarından fırlayan küçük taş parçaları koruyucu gözlüğünden sekiyor ya da açıktaki yüzüne ya da eline çarpıyorlardı. Bulunduğu yer toz ve dumanla kaplanmıştı ve hemen önünde harcamaktansa Outer Rim Oreworks Company’nin sağladığı ucuz aletleri kullanmak çok daha kârlıydı. Des çok geçmekten ne olacağını gayet iyi biliyordu – ve az sonra beklediği şey de oldu zaten. Motor yandı. Hidroliklerden duyulan korkunç çatırtıyı delginin arkasından yükselen kara duman takip etti. ORO’ya ve onların şirket ilkelerine küfrü basan Des kramp girmiş parmaklarını aletin düğmesinden çekti ve işi bitmiş olan aleti yere fırlattı. “Çekil kenara, evlat,” diye bir ses yükseldi. Diğer madencilerden biri olan Gerd yanına gelip kendi delgisiyle aynı damar üzerinde çalışabilmek için Des’i kenara itmeyi denedi. Gerd neredeyse yirmi standart yıldır bu madenlerde çalışıyordu ve bunun sonucu olarak da tüm vücudu koca bir kas kütlesi haline gelmişti. Fakat Des de gençliğinden beri, neredeyse on yıldır madencilik yapmaktaydı ve o da en az bu yaşlı adam kadar sağlam bir yapıya –ve biraz daha iri bir vücuda– sahipti. Yerinden kımıldamadı.

“Daha işim bitmedi,” dedi. “Delgi bozuldu hepsi bu. Bana kendi delgini verirsen biraz daha devam ederim.” “Kuralları biliyorsun, evlat. Sen ara verirsin ve o sırada da başkası çalışmaya başlar.” Teknik olarak Gerd haklıydı. Fakat ekipman arızası yüzünden hiç kimse diğer madencinin işini kapmaya çalışmazdı. Dövüşmek istemiyorsa tabii ki. Des etrafına bir göz attı. Mağarada, birbirlerinden yarım metre uzakta duran, ikisi dışında kimse yoktu. Bu şaşırtıcı da değildi; Des genelde çalışmak için ana tünel şebekesinden uzak olan mağaraları tercih ederdi. Gerd’in burada bulunması sadece tesadüf olamazdı. Des, Gerd’i çok uzun zamandan beridir tanıyordu. Babası Hurst’ün arkadaşı olan orta yaşlı bir adam olduğu zamanlardan beri. Des on üç yaşında madenlerde ilk çalışmaya başladığı zaman daha iri madenciler her fırsatta onun hakkını yemişlerdi.

Babası parasının çoğunu alır, onunla dalga geçer, hakaret eder ve arada bir pataklarken Gerd de her fırsatta babasını ona daha kötü davranması için kışkırtırdı. Des’in babasının kalp krizinden ölmesinin ardından yaşadığı bu sıkıntılar da sona erdi. Ama bunun nedeni madencilerin bu yetim çocuğa acıyor olmaları değildi. Hurst ölene kadar geçen zaman içerisinde bu itip kakmayı sevdikleri uzun boylu ve sıska çocuk hiddetli ve kuvvetli bir kas yığını haline gelmişti. Madencilik zor işti; Cumhuriyet’in hapishane kolonisinde yapılan ağır işlere yakındı neredeyse. Apatros madenlerinde her kim çalışırsa iri kıyım olurdu – ve Des bunların içinde en irisi olmayı başarmıştı. Yarım düzine mor göz, sayısız kanayan burun ve bir kırık çenenin ardından Hurst’ün eski arkadaşları eğer Des’i rahatsız etmezlerse daha huzurlu olacaklarını sonunda idrak edebilmişlerdi. Yine de neredeyse Hurst’ün ölümünden bile onu sorumlu tutmuşlar ve birkaç ayda bir içlerinden birisi onu rahatsız etmeyi denemekten vazgeçmemişti. Gerd ise her zaman aradaki mesafeyi korumayı bilecek kadar aklı başında birisiydi – ta ki şu ana kadar. “Dostlarından hiçbirini yanında göremiyorum, ihtiyar,” dedi Des. “O yüzden geri dur da kimsenin canı yanmasın.” Gerd, Des’in ayağının dibine tükürdü. “Bu günün tarihinden bile haberin yok değil mi, evlat? Ne yüz karası şeysin sen böyle!” Birbirlerine o kadar yakınlardı ki Des, Gerd’in nefesindeki Corellia viskisinin kokusunu bile duyabiliyordu. Adam sarhoştu. Belasını arayacak kadar sarhoş ama ayakta durabilecek kadar da ayıktı.

“Beş yıl önce bugün,” dedi Gerd ve başını üzgün halde iki yana salladı. “Beş yıl önce bugün baban ölmüştü ve sen hatırlamıyorsun bile!” Des babasını artık aklına bile getirmiyordu. Öldüğüne zaten üzülmemişti. Babasını düşününce aklına gelen tek şey onu dövdüğüydü. Sebebini de hatırlamıyordu; Hurst’ün bir sebebe ihtiyacı olmazdı zaten. “Hurst’ü senin gibi özlediğimi söyleyemem, Gerd.” “Hurst mü?” diye homurdandı Gerd. “Annen öldükten sonra seni tek başına büyüttü ve sen ona baba demeye bile tenezzül etmiyorsun. Ne nankör çocukmuşsun sen!” Des tehditkâr bir ifadeyle Gerd’e baktı ama kendisinden daha kısa olan bu herif sarhoştu ve aklı başında hareket edecek gibi de görünmüyordu. “Senin gibi bir zibididen de bunu beklerdim zaten,” diye devam etti Gerd. “Hurst her seferinde senden bir halt olmayacağını söylerdi. Sende bir arıza olduğunu biliyordu… Bane.” Des gözlerini kıstı ama yine de bu oyuna gelmemeyi başardı. Hurst de sarhoşken kendisine bu isimle hitap ederdi. Bane.

Karısının ölümünden dolayı kendi oğlunu suçlamıştı. Apatros’ta kalmak zorunda kaldığı için onu suçlamıştı. Tek çocuğunu başına gelmiş en büyük felaket (bane) olarak görüyor ve sarhoşken de ona bu şekilde hitap ediyordu. Bane. Babası hakkında hissettiği her türlü kötü, rezil ve aşağılık duyguyu ifade ederdi bu kelime. Her çocuğun en büyük korkularını uyandırırdı: hayal kırıklığı olma korkusu, terk edilme korkusu, şiddete maruz kalma korkusu. Çocukken bu isim ona yediği tüm dayaklardan çok daha ağır gelirdi. Ama Des artık çocuk değildi. Zaman içinde bunu, babasının ağzından çıkan diğer tüm öfke dolu hakaretler gibi, görmezden gelmeyi öğrenmişti. “Bunlara ayıracak zamanım yok,” diye mırıldandı. “İşim gücüm var.” Bir elini Gerd’in elindeki delginin üzerine koydu. Diğer elini de Gerd’in omzuna koyarak onu geri itti. Sendeleyen adamın ayağı taşa takıldı ve yere düştü. Hırlayarak hemen ayağa kalktı, yumruklarını öfkeyle sıkmıştı.

“Baban gideli çok zaman oldu, evlat. Onun yerine birilerinin sana terbiye vermesinin zamanı gelmiş!” Des, Gerd’in sarhoş olsa da salak olmadığını fark etti. Des daha iri, kuvvetli ve gençti… ama son altı saatini hidrolik delgiyle çalışarak geçirmişti. Tozla kaplıydı ve burnundan da ter damlıyordu. Gömleği su gibiydi. Diğer taraftan Gerd’in kıyafetinde ise tozdan ya da terden eser yoktu. Tüm gün boyunca bunu planlamış olmalıydı, Des kendisini paralarken o oturmuş zamanının gelmesini beklemişti. Fakat Des kavgadan kaçmaya niyetli değildi. Gerd’in delgisini yere attı ve çömeldi, bacakları açık ve kolları da öne doğru uzanmıştı. Gerd saldırıp sağ yumruğuyla bir aparkat savurdu. Des uzanıp bu yumruğu sol elinin avucuyla karşıladı ve darbenin tüm gücünü emdi. Sağ elini öne savurup Gerd’i sağ bileğinin altından tuttu; yaşlı adamı öne doğru çekerken çömeldi ve dönerek omzunu Gerd’in göğsüne gömdü. Rakibinin momentumunu ona karşı kullanan Des doğruldu ve Gerd’in bileğini hızla çekerek onu kendi sırtı üzerinden uçurarak yere çaldı. Dövüşün normalde burada sona ermesi lazımdı; Des’in hemen dizini rakibinin dizine dayayıp nefesini keserken bir yandan da onu yumruklamaya devam etmesi gerekirdi ama böyle olmadı. Otuz kiloluk delgiyle saatlerdir çalışmaktan tükenmiş olan sırtına kramp girdi.

Acı dayanılır gibi değildi; içgüdüsel olarak Des doğruldu ve tutulan beldeki kaslarını tuttu. Bunu fırsat bilen Gerd hemen toparlanıp ayağa kalktı. Des de bir şekilde tekrar savunma konumuna geçerek çömeldi. Sırtı bu harekete itiraz etti ve tüm vücudu acıyla sarsılırken yüzünü buruşturdu. Çektiği acıyı gören Gerd güldü. “Kramp girdi değil mi, evlat? Altı saat çalıştıktan sonra dövüşmemen gerektiğini bilmeliydin.” Gerd tekrar saldırdı. Bu sefer ellerini yumruk yapmamıştı, tam tersine pençeleri denk geleceği her şeyi kavrayabilmek için açık halde bekliyor ve genç adamın boy ve mesafe avantajını ortadan kaldırmak için hızla yaklaşıyordu. Des yolundan çekilmeyi denedi ama bunu zamanında yapamayacak kadar yorgundu. Bir eli gömleğini diğeri ise kemerini kavradı ve Gerd ikisini de çekip onu yere yıktı. Birbirlerine girip mağaranın pürüzlü zemininde güreşmeye başladılar. Gerd yüzünü koruyabilmek için Dessel’in göğsüne gömmüştü, böylece Des’in dirseğinden ya da kafa atmasından kendisini koruyabiliyordu. Tuttuğu Des’in kemerini hâlâ bırakmamıştı ama boştaki diğer eliyle Des’in yüzünün olması gerektiği yeri körlemesine yumruklamaya devam ediyordu. Des ise kollarını Gerd’in kollarına dolamak zorunda kaldı ve iki adam da birbirlerine öyle bir kilitlendi ki artık ikisi de yumruk atamaz hale geldi. Uzuvları kullanamaz hale geldikleri için artık taktik ya da stratejinin bir önemi kalmamıştı.

Dövüş bir güç ve dayanıklılık sınavı haline gelmişti ve ikisi de diğerinin yorgunluktan pes etmesi için çabalıyordu. Dessel, Gerd’i sırtüstü çevirmeyi denedi ama yorgun vücudu ona ihanet etti. Artık dermanı kalmamıştı; gereken kuvvete sahip değildi. Tam tersi onu çevirmeyi beceren Gerd oldu ve hâlâ yüzünü korumak için Des’in göğsüne gömülü tutmaya devam ederken bir elini serbest bırakmayı da başardı. Des o kadar şanslı değildi… yüzü açık ve savunmasızdı. Gerd serbest eliyle bir darbe indirdi ama bu bir yumruk değildi. Onun yerine başparmağını Des’in yanağına gömmüştü, asıl hedefinden birkaç santim uzağa. Başparmağıyla tekrar saldırdı, rakibinin gözlerini hedef alarak onu kör etmek istiyordu. Des’in neler olduğunu anlaması için birkaç saniye geçmesi gerekti; zihni de en az bedeni kadar yorgundu. İkinci darbe gelirken yüzünü mümkün olduğu kadar çevirdi ve başparmak tüm hızıyla üstteki kulağının kıkırdağına denk geldi. Des’in içinde karanlık bir hiddet patladı: dizginlenemez bir öfke tüm yorgunluğu bir anda silip süpürdü. Birden zihni berraklaştı, vücudu ise güçlendi ve yenilendi. Şimdi ne yapması gerektiğini biliyordu. Daha da önemlisi şimdi Gerd’in ne yapacağını da kesin olarak biliyordu. Bunu nasıl bilebildiğini kendisi de anlamıyordu; kimi zaman rakibinin hareketlerini bu şekilde öngörebiliyordu.

Bazıları buna içgüdü diyebilirdi. Des ise bunun onun ötesinde bir şey olduğunu hissediyordu. Bu daha ziyade bir öngörü, geleceğe ait bir kesite şahit olmak gibi bir şeydi. Bu her olduğunda Des ne yapacağını kesin olarak bilirdi, sanki bir şey tüm hareketlerini yönlendirip ona yardım ediyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir