Thea Alexander – M.S. 2150

 Akaşa Dün gece bir başka zamanda – bir başka yerde – bir başka bedende uyandım! Tatlı mavi bir gökyüzünün altında, küçücük bir çimenliğin ortasında yatıyordum. Çıplak bedenim ürperiyordu. Ne hoş bir özgürlük! Ayağa sıçradım, koşuyordum, hiç yorgunluk duymadan koşuyor, koşuyordum. Yine iki bacağım olduğunu fark edince gözlerim sevinç yaşlarıyla doldu. Dört yıl önce Vietnam’da yitirdiğim bacağım geri gelmişti. Bedenim sağlamdı, kusursuzdu, yara izlerim yok olmuştu! Düş mü görüyordum? Bir patika boyunca koşuyordum, birden önümde ışıltı saçan gerçek bir kadın belirdi. “Seni uzun süredir bekliyordum Jon Lake” dedi, “Adım Lea.” Dile getiremediğim düşüncelerimi yanıtlayarak “İki Jon Lake var” diye açıkladı, “biri 1976’da uyuyor, diğeri burada M.S. 2150 yılı diyebileceğin bir zamanda bu kadar hoşlandığın bir bedenle -senin o eşsiz elektronik varlığını, yani gerçek ‘sen’i barındıran astral ya da ruhsal bedeninle yanımda duruyor.” “Burada kalabilir miyim” diye sordum heyecanla, “yoksa o topal bedenime geri mi dönmek zorundayım?” “Üst düzey Makro farkındalığa erişecek ölçüde özgürleşene kadar” diye yanıtladı, “yani, şu anda var olan, geçmişte var olmuş ve bundan böyle var olacak her şeyin makrokozmik ‘bir’liğini fark edene kadar hep 1976’da uyanmak zorundasın…” Kitabın Orijinal Adı: 2150 A.D.


Çevirenin Notu; Thea Alexander bu kitabın bir hayal ürünü değil, bir yaşanmışlık olduğunu söylüyor. Neden olmasın? Rana “bir zihnin gelişkinliği, kabul edilemez görüneni kabul edebilmesiyle ölçülür” diyor. Jon Lake’in deneyimlerini okurken, kendi kendimize en azından “Neden olmasın?” diye fısıldayabilirsek, bakış açımızı birazcık esnetmiş, birazcık, o yıllardır içinde ezildiğimiz katı kalıplarımızın dışına çıkmış olmaz mıyız? Hep aynı toprak parçasının üstünde, tepemizde hep aynı gök kubbe, yaşayıp dururken, birden genleştiğimizi, gerçekte sınır tanımaz düşüncelerimizin sonsuzluğa uzandığını duyumsar da, aynen Jon Lake gibi “Ne hoş bir özgürlük!” diye coşku dolmaz mıyız? Okuduklarımızı “bir dizi saçmalık” olarak değerlendirsek bile, sabahtan akşama kadar bıkıp usanmadan yinelediğimiz mikro davranışlarımızla bu satırlarda bir kez daha yüz yüze gelince, onları yadsıyabilecek miyiz? Mikro “ben”in kendini savunma yöntemleri hangimize yabancı? Bu kitap mikro bakış açısına tutunma eğiliminde olanlarımıza bile kendi yaşam felsefemizi hiç olmazsa bir kez daha gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlatınıyor mu? İç içe yaşanan sayısız boyutları zihnimizde canlandırmakta güçlük çekebiliriz, ama küçücük bir kuşun, bir çiçeğin ya da bir bebeğin gerçekte mikro davranışlarımızla düşünmeden yıkıverdiğimiz dünyalarını, o uçsuz bucaksız evrenleri yüreğimize kolayca sığdırabiliriz.


İşte o zaman içimizden öyle bir sevgi taşar ki, belki de bu sevgiyle ‘bir’ olup tüm boyutları içeren sonsuzluğa akabiliriz; belki de mikro düşüncelerimizin ötesine uzanıp birbirimizin gözlerinin ta içine bakar da, iç ‘ben’lerimize ulaşıp, o sonsuzluğun gözbebeklerimizde dans ettiğini fark edebiliriz. Neden olmasın? 12 Eylül 1948’de doğup 2 Mayıs 1976’da ölen JON LAKE’in Günlüğü Üzerine Önsöz Adım Karl Johnson, bu günlüğü tutan Jon Lake’in oda arkadaşı ve en iyi dostuydum. İnsanlar beni, Jon’un alışılmamış davranışları ve bu davranışları izleyen ölümüyle ilgili sorguladılar, ama ben dürüstce yanıtlar vermeye korktum. Başlangıçta ne olduğunu tam bilmiyordum. Anladığımda, inanmak istemedim. Sonunda gerçegi kabul ettim, ancak, pek çok kişinin -özellikle yetkililerin- buna inanmayacaklarının bilincindeyim. Polis, üniversitedeki memurlar, Jon’un profesörleri bu öyküye elbette gülecekler. Ama bugün, bu günlükte öne sürülen olağandışı fikirleri anlayacak ölçüde gelişmiş zihinler olmalı; ben bunların herkes tarafından kabul görmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyorum. Siz bu günlüğü okumaya başlamadan önce, yirmi yılı aşkın bir süredir tanıdığım Jon Lake’i kısaca tanımlamak istiyorum. A.B.D.’nin orta batısındaki küçük bir kentte 1940’lı ve 50’li yıllarda birlikte büyüdük. İlkokulda tanıştık ve yaşam boyu dost olduk. Kasaba doktorumuzun tek oğlu olan Jon’un kentin zengin ucundaki tepede ve gündelikçi bir işçinin oğlu olan benim kenar mahallede oturmamıza karşın bu böyle oldu.

Biz yedi yaşındayken Jon’un annesi lösemiden öldü. İki yıl sonra babam, annemle beni yanıp kül olan evimizden kurtarmaya çalışırken ciddi bir biçimde yandı. Dr.Lake, o gece, babamın kavrulmuş bedeninde yaşam güçlerini canlı tutabilmek için umutsuzca uğraş verdi. Güneş doğduğunda, başarısızlığına ağlayarak annemle beni evine aldı ve ölümüne kadar on yıl süreyle bana kendi oğlu gibi davrandı. Jon ve ben bildiğim diğer kardeşlerden birbirimize daha yakın büyüdük, hemen hiç kavga etmedik ve ben zaman zaman birçok kişiye kızgınlık duyduğum halde, Jon’a pek ender gücendim. O tanıdığım en nazik ve sabırlı insandı. Jon parlak bir öğrenciydi, ben ise tam tersiydim. Pek çok anlamsız derse gösterdiğim sert tepkiye karşın, sabrını hiç yitirmeden on iki yıl boyunca bana öğretmenlik yaptı. Tüm çılgınca tahminlerin ötesinde, lise ve üniversiteyi ilk beşin içinde bitirmemi sağladı. Jon kuşkusuz, sınıf birincisi olarak mezun oldu; üstelik hem lisede hem de üniversitede en iyi atlet seçilmişti. Orta saha oyuncusu olarak o kadar iyiydi ki sadece verdiği mükemmel pasları yakalamak, beni bana rağmen üniversitede bir futbol yıldızı yaptı. Jon Vietnam Savaşı’na katılmak zorunda kalmasaydı, profesyonel futbol oynayabilirdi. Öyle anlaşılıyor ki, Jon’un babası askere alma işlemlerini düzenleyen yerel komitenin iki üyesinin öfkesine hedef olmuştu. Onlar da Jon’la beni üniversiteden mezun olduktan iki hafta sonra göreve çağırarak öçlerini aldılar.

Orduda kaldığımız süre boyunca, müfrezemizin paramparça olduğu son devriye gezisine kadar birlikteydik ve o gün kendimi millerce uzaniyormuş gibi görünen bir ormanda Jon’u taşırken buldum. Nasıl olduysa, doktorlar bizi buldular ve Jon’ un sağ bacağından ayrıldığı, benim de sol gözümün görmesinden umudumu kestiğim bir üs hastanesine götürdüler. Jon, Vietnam Savaşı denen o muazzam çılgınlıkta bacağını yitirdiği için asla kin beslemezken, ben öfke doluydum. Jon’ a göre, o, kendi yaşamını kurtarmak için bile bir başkasını öldüremeyeceğini, hatta yaralayamayacağnı öğrendiği değerli bir ders almıştı. Oysa ben bunu ona Vietnam Savaşı olmadan da söyleyebilirim. Belki de Jon’la ilgili anlamakta zorlandığım tek şey, benim yumuşak kalplilik dediğim niteliğiydi. Hiçbir şeyi İncitmezdi o. Bilerek bir böceğin bile üstüne basmaz veya bir bitkiyi sökmezdi, ama bununla birlikte kendi inançlarını hiç kimseye va’zetmeye de kalkışmazdı. Her zaman biri ancak öğrenmeye hazırsa öğrenebilir” derdi. Ona göre, bir insan için doğru olan başka biri için yanlış olabilirdi. Böylece Jon, savaşın kendisini üzmesine asla izin vermedi. Bu savaşın, katılan herkes için gerekli bir deneyim olduğunu söylerdi. Buna karma derdi. Ne kadar uğraştıysam da savaşı protesto gösterilerine benimle birlikte katılmasını, hattâ savaş hakkında benimle tartışmaya girmesini bile sağlayamadım. Jon zaten çok seyrek olarak tartışırdı.

Neye inanıyorlarsa, onlar için onun doğru olduğunu söyleyerek genellikle uzlaşırdı herkesle. Pek çok yönden Jon benim için anlaşılmazdı. 1.78 m. boyunda, 82 kilo ağırlığındaydı ve üniversitede herkesten daha hızlı koşardı. Yine de futbol sahasında birini incitirim endişesiyle engelleme yapmak veya top kesmekten hoşlanmazdı. Hiçbir varlığı öldüremezdi, ama başkasının Öldürdüğü hayvanın etini yerdi. Derin mavi gözleri, güçlü, güzel yüz hatlarıyla kızlar arasında pek popülerdi, bu da ara sıra sorun yaratırdı. Lise yıllarında bir kızı hamile bıraktı. Dr.Lake’in Jon’a gerçekten öfkelendiğini sadece o zaman gördüm. Hiç kimsenin psikolojik ve maddi açıdan bir çocuğa bakabilecek duruma gelmeden, onu dünyaya getirmeye hakkı olmadığını bağırarak söylediğini hâlâ anımsıyorum. Jon üniversitede ana dal olarak felsefe, yardımcı dal olarak psikoloji ve sosyoloji almıştı. Ordudan sağlık nedenleriyle terhis edildiğimizde, Jon ihtisas yapmak üzere üniversiteye dönmemiz konusunda beni İkna etti. ikimiz de ana dal olarak psikoloji, yardımcı dal olarak sosyoloji aldık.

Bireysel davranış ve kişiliğin gelişmesindeki toplumsal etkenler Jon’u büyülemişti. Onun bu coşkusu bende, Vietnam gibi trajik bozgunların tekrar yaşanmaması için toplumsal değişimlere nasıl etki edilebileceğini öğrenmek konusunda gerçekçi bir ilgi uyandırdı. Jon günlüğüne başladığı sıralarda, biz ihtisas için tüm derslerimizi tamamlamış, çocuklarda değer ölçülerinin ve kendine saygının gelişmesiyle ilgili sosyo-psikolojik bir tez üzerindi: ortaklaşa çalışma yapıyorduk. Jon hakkında çok daha fazlasını yazabilirdim, ancak bu benim değil onun öyküsü. Buradaki amacım sadece, gerçekten olağandışı olan bu günlük için bir anlayış oluşturmak ve sizleri: arkadaşım Jon Lake’i -asla unutamayacağınız bir adamı-kısaca tanımlamak. Jon bu günlüğü yayınlanması amacıyla değil, daha çok kendi incelemeleri için tuttuğundan, bazı bölümleri ortalama okuyucu için fazla teknik olacaktı. Bu yüzden en ezoterik, anlaşılması zor ve karmaşık paragrafları çıkardım. Bir kısmı ise kısaltılmış olarak bu kitabın arkasındaki “M.D.’den Seçilmiş Bilgiler” bölümünde bulunuyor. Benden başka üç kişi daha günlüğün tamamını okudu. O zaman Jon henüz hayatta ve günlükteki bazı kavramları açıklayabilir ve kanıtlayabilir durumdaydı. Hepimiz öylesine derinden etkilendik ki, yaşamımız o günden bu yana bir daha eskisi gibi olmadı. Bu nedenle, gerçekten ilgili okuyucuya Jon’un M.D.

ile görüşmelerinden seçilmiş o bölümleri dikkate almasını ve günlüğü okurken bunlara sık sık başvurmasını öneririm. Bu günlükte okuyacaklarınızdan pek çoğunu imkansız bulmasanız bile inanmakta güçlük çekeceksiniz. Yine de Jon, burada ileri sürülen alışılmamış düşüncelerin zamanla herkes tarafından kabul göreceğine İnanıyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir