Ursula K. Le Guin – Güçler

“BU KONUDA hiç konuşma,” diyor Sallo bana. “Ama ya olursa? Karı gördüğüm zamanki gibi hani?” “Zaten o yüzden konuşmamalısın.” Ablam bana sarılıyor, sınıŌaki sıramızda bizi sağa sola sallıyor. O sıcaklık, o kucaklama, o sallanış aklımı biraz dağıƨyor; ben de Sallo’yla birlikte sallanıyor, ona hafifçe çarpıyorum. Ama gördüğüm şeyi, o ürkütücü heyecanı haƨrlamaktan kendimi alıkoyamıyorum ve çok geçmeden patlıyorum: “Ama onlara söylemem lazım! Bir isƟlaydı! Hazır olmaları için askerleri uyarabilirler!” “Ama ne zaman diye soracaklar!” Bu beni şaşırtıyor. “Şey, hazır olsunlar işte…” “Peki ya uzun süre hiçbir şey olmazsa? Yanlış bir ihbarda bulunduğun için sana kızacaklar. Ayrıca şehri bir ordu istila edecek bile olsa, bunu senin nasıl bildiğini merak edecekler.” “Onlara hatırladığımı söylerim!” “Hayır,” diyor Sallo. “Onlara sakın bu şekilde bir şeyler haƨrladığından bahsetme. O zaman gücün olduğunu söylerler. İnsanların gücü olmasından hoşlanmaz onlar.” “Ama benim gücüm yok ki! Sadece bazen olacak şeyleri hatırlıyorum!” “Biliyorum. Ama Gavir, dinle bak, gerçekten, bundan kimseye söz etmemen lazım. Benden başka kimseye.” Sallo ismimi o yumuşak sesiyle söylediğinde, “Dinle bak, gerçekten,” dediğinde onu gerçekten dinlerim.


Karşı çıksam da. “Tib’e bile mi?” “Tib’e bile.” Yuvarlak, kahverengi yüzü, kara gözleri sakin ve ciddi. “Niye?” “Çünkü sadece biz ikimiz Bataklık ahalisindeniz.” “Gammy de öyle!” “Şimdi sana söylediklerimi zamanında bana söyleyen de Gammy zaten. Yani Bataklık ahalisinin güçleri olduğunu, şehir halkının da onlardan korktuğunu. O yüzden onların yapamayıp da bizim yapabildiğimiz şeyler hakkında asla konuşamayız. Bu tehlikeli olur. Gerçekten tehlikeli. Söz ver Gav.” Avuç içi bana bakacak şekilde elini uzaƨyor. Yemini tamamlamak için kirli paƟmi onun avucuyla birleştiriyorum. Ben “Söz veriyorum” derken, o “Duydum” diyor. Diğer eliyle, boynuna bir sicimle astığı minik Ennu-Me’yi tutuyor. Beni başımdan öpüyor, sonra bana poposuyla yandan öyle bir vuruyor ki neredeyse sıradan yere yuvarlanıyorum.

Ama gülmeyeceğim; haƨrladıklarımla o kadar doluyum, zihnimdekiler öyle berbat ve korkunç ki o konuda konuşmak isƟyorum, herkese anlatmak, “Dikkatli olun, dikkatli olun! Askerler geliyor, yeşil bayraklarıyla gelip şehri ateşe veriyorlar!” demek istiyorum. Oturduğum yerde bacaklarımı sallıyorum, somurtarak, kederli. “Bana bir daha anlat,” diyor Sallo. “Atladığın bütün ayrıntıları anlat.” Benim de ihƟyacım olan bu zaten. Ona yeniden, caddeden yaklaşan askerler hakkında hatırladıklarımı anlatıyorum. Bazen haƨrladığım şey gizemli bir hisle sarmalanıyor, sanki o anı sadece bana ait, yalnız kaldığımda çıkarƨp bakabileceğim bir hediye sanki, ƨpkı Yaven-di’nin bana verdiği kartal tüyü gibi. İlk haƨrladığım şey, yani su ve sazların olduğu o yer de işte böyle bir anı. Buradan kimseye söz etmedim, Sallo’ya bile. Anlatacak bir şey yok; sadece gümüşsü mavi su, rüzgârda salınan sazlar, güneş ışığı ve ta ötelerdeki mavi dağ. Son zamanlarda yeni bir şey daha haƨrladım: Gölgelerle dolu yüksek tavanlı bir odada bir adam dönüp ismimi söylüyor. Bundan kimseye bahsetmedim. Bahsetmeme gerek yok. Ama başka türlü bir haƨrlama ya da görme –arƨk ne denirse– daha var; mesela bir keresinde Baba’nın Pagadi’den eve dönüşünü gördüğümü haƨrlamışƨm, aƨnın ayağı sakaƴ, halbuki Baba daha eve gelmemişƟ ve bir sonraki yaza kadar da gelmeyecekƟ, geldiğindeyse aynen benim haƨrladığım gibi ayağı sakat bir at üstündeydi. Sonra bir keresinde şehrin bütün sokaklarının bembeyaz olduğunu haƨrlamışƨm, damlar beyaz olmuştu, hava da aşağıya doğru döne döne uçan miniminnacık beyaz kuşlarla dolmuştu.

Herkese bunu anlatmak istedim çünkü çok şaşırƨcı bir şeydi. Anlaƴğımdaysa çoğu dinlemedi bile. O zamanlar anca dört-beş yaşlarındaydım. Ama o kış kar yağdı. Karın yağışını görmek için herkes dışarıya koştu, Etra’da belki yüzyılda bir olan bir şeydi bu, o yüzden çocuklar ismini bilmiyordu. Gammy bana, “Senin gördüğün şey bu muydu? Bunun gibi miydi?” diye sordu. Ben de hem ona, hem de hepsine gördüğüm şeyin tam tamına bu olduğunu söyledim; o, Tib ve Sallo bana inandılar. Sallo’nun şimdi bana söylediği şeyi Sallo’ya, Gammy o zaman söylemiş olmalı; Gammy kar yağan yılın ilkbaharında öldü. O günden sonra hatırlamalarımı hep gizli tuttum, ta ki bu sabaha kadar. Haƨrlamaya başladığım sırada, sabahın erken saatlerinde tek başıma çocuk odalarının dışındaki holü süpürüyordum. İlk başta şehrin caddelerinden birinden bakıp bir evin çaƨsından alevlerin yükselmesini seyreƫğimi ve bağırƨlar duyduğumu haƨrladım sadece. Bağırışlar yükseldi, sonra Atalar Mabedi’nin arkasındaki meydandan kuzeye doğru uzanan Uzun Cadde’yi tanıdım. Caddenin diğer ucundan, kızıl alevleri sarmalayan iri kara bulutlar halinde dumanlar yükseliyordu. Meydanın her yanından gelen insanlar, kadın-erkek koşarak yanımdan geçiyor, çoğu bağıra çağıra Senato Meydanı’na doğru gidiyordu, ama şehir muhaķzları yalınkılıç diğer yöne doğru koşuyordu. Sonra Uzun Cadde’nin diğer ucunda yeşil sancakları alƨndaki askerleri gördüm; uzun mızrakları vardı, at üzerindekilerin de kılıçları.

Muhaķzlar onlarla karşılaşƨ; boğuk bağırƨlar duydum, çınlama, ƨnlama sesleri oldu –hani demirhanelerdeki gibi– ve bütün o adamların oluşturduğu o kalabalık, zırhlardan, miğferlerden, çıplak kollardan, kılıçlardan oluşan, debelenen o düğüm giƫkçe yaklaşƨ. Binicisiz bir at bu düğümden koparak caddeden bana doğru dörtnala gelmeye başladı; at ter içinde kalmış, beyaz teri yol yol kızıla bulanmışƨ, gözünün olması gereken yerden de kanlar boşalıyordu. At bağırıyordu. Kenara çekilerek kendimi kurtardım. Bir an sonra elimde süpürgeyle holdeydim, olanları haƨrlıyordum. Hâlâ dehşet içersindeydim. O kadar neƫ ki unutmam mümkün değildi. Sahneyi tekrar ve her seferinde daha fazlasıyla görmeye devam ediyordum. Birine anlatmam lazımdı. O yüzden sınıķ hazırlamaya giƫğimizde daha kimse gelmeden Sallo’ya söyledim. Ve şimdi yeni baştan anlaƨyordum, anlatmak yeniden haƨrlamama neden olmuştu, daha iyi görebiliyor, daha iyi anlatabiliyordum. Sallo dikkatle dinledi, ben atı tasvir ederken ürperdi. “Ne tür miğferleri vardı?” Caddede dövüşen adamların hatırasını gözümün önüne getirdim. “Siyah, genelde. Birinde siyah bir tuğ vardı, atkuyruğu gibi.

” “Sence Osk’tan mı geliyorlardı?” “ResmigeçiƩeki Osklu esirler gibi tahtadan uzun kalkanları yoktu. Sanki bütün zırhları metaldendi, bronz ya da demir; kılıçlı muhaķzlarla dövüşürken muazzam bir ƨnlama sesi oluyordu. Bence Morva’dan gelmişlerdi.” “Morva’dan kim geldi Gav?” dedi arkamızdan gelen hoş bir ses, ikimiz de iplerin ucundaki kuklalar gibi olduğumuz yerde sıçradık. Konuşan Yaven’di. Anlaƴğım hikâyeye dalınca ikimiz de onu duymamışƨk ve bizi ne zamandan beri dinlediğine dair bir fikrimiz yoktu. Aceleyle eğilerek selamladık onu. “Gav bana hikâyelerinden birini anlatıyordu Yaven-di,” dedi Sallo. “Güzel bir hikâyeye benziyor,” dedi Yaven. “Gerçi Morva’dan gelen ordu siyah beyaz sancakla yürürdü.” “Kimin yeşil sancağı var?” diye sordum. “Kasikar.” Ön sıraya oturarak uzun bacaklarını uzaƴ. Yaven Altanter Arka on yedi yaşındaydı, Evimizin Babasının en büyük oğluydu. Etra ordusunda subay olarak eğiƟliyordu, arƨk çoğunlukla görev başında, uzakta oluyordu ama eve geldiği zamanlar eskiden olduğu gibi sınıŌa derslere kaƨlırdı.

Onun sınıŌa olmasına bayılırdık çünkü hem büyümüş olduğu için bizim de kendimizi büyük hissetmemize neden olurdu, hem iyi huylu biriydi, hem de öğretmenimiz Everra’yı gramer ve mantık alıştırmaları yerine bize hikâye ve şiir okumaya ikna ederdi. Kızlar yavaş yavaş sınıfa gelmeye başlamış, Torm da Tib ve Hoby’yle birlikte top avlusundan ter içinde içeri koşmuştu, son olarak da gri cüppesi içersinde uzun boylu ve ağırbaşlı Everra girdi içeri. Hepimiz öğretmenimizi eğilerek selamlayıp sıralara oturduk. On bir kişiydik, Aile’den dört, Ev’den yedi çocuk. Yaven ve Torm Arka Ailesi’nin oğullarıydı, Astano evin kızı ve Sotur da onların kuzeniydi. Ev köleleri arasında Tib ve Hoby on iki ve on üç yaşlarında oğlanlardı, ben on bir yaşındaydım, Risi ve ablam Sallo ise on üç yaşındaydı. Oco’yla erkek kardeşi Miv çok daha küçüktü, daha okuyup yazmayı yeni öğreniyorlardı. Bütün kızlar büyüyüp de verilinceye kadar eğiƟlirlerdi. Tib ve Hoby okuma yazma öğrenip biraz da destan ezberleyince önümüzdeki bahar okuldan salıverileceklerdi. Okuldan çıkıp çalışmayı öğrenmek için can aƨyorlardı. Ben öğretmen olmak için eğiƟliyordum, o yüzden benim işim hep orada olacakƨ, yüksek pencereleri olan uzun sınıŌa. Yaven ve Torm’un çocukları olduğunda, ben bu çocukları ve kölelerinin çocuklarını okutacaktım. Yaven o günkü çalışmamızı kutsaması için Atalarımızın ruhlarına dua eƫ; Everra, Sallo’yla beni ders kitaplarını dağıtmadığımız için hafifçe payladı ve çalışmaya başladık. Neredeyse başlar başlamaz Everra iƟşip kakışƨkları için Tib’le Hoby’ye seslenmek zorunda kaldı. Ellerini, avuçları yukarı gelecek şekilde uzaƴlar ve her ikisine de birer kez cetveliyle vurdu.

Arkamand’da çok az dayak vardı; diğer evlerde olduğunu duyduğumuz cinsten işkence ise hiç yoktu. Sallo’yla bana hiç vurulmamışƨ; azarlanmış olmanın utancı kendimizi toplamamıza yeƟyor da arƨyordu bile. Tib’le Hoby’nin ise hiç utanmaları yoktu ve gördüğüm kadarıyla ceza almaktan korkuları da yoktu, ayrıca elleri de kösele kadar serƫ. Everra onlara vurduğunda yüzlerini buruşturup sırıƴlar, haƩa neredeyse kıs kıs güldüler. Aslında Everra’nın da yapƨğı işte pek gönlü yoktu. Onlar gibi, o da bu ikisinin sınıķndan çıkıp gitmesi için can aƨyordu. Everra Astano’dan Hoby’yle Tib’in Etra Şehri Yasaları’ndan ezberlemeleri gereken günlük tarih bilgilerini tekrarlamalarını dinlemesini rica eƫ; bu arada Oco erkek kardeşinin alfabeyi yazmasına yardımcı oluyor, biz geri kalanlar ise Trudek’ten Ahlak Dersi’ni okumaya devam ediyorduk. Eski moda, eski usul – bunlar Arkamand’da sık sık duyduğumuz, mutlak bir tasdikle söylenen sözlerdi. Ama insana bıkkınlık veren yaşlı Trudek’i neden ezberlemek zorunda olduğumuz hakkında hiçbirimizin en ufak bir fikri yoktu, sormak aklımıza bile gelmiyordu. Arka Evi’nin geleneği, ev halkını eğitmekƟ. EğiƟmden kasıt Everra’nın Klasikler dediği ahlakçıları, destanları ve şairleri okumak, Etra ve Şehir Devletleri’nin tarihinin yanı sıra biraz geometri, mühendislik prensipleri, biraz matemaƟk, müzik ve resim öğrenmekƟ. Öyle gelmişƟ, öyle gidiyordu. Hoby ve Tib Nemek’inMasallar’ından ileri hiç geçememişlerdi, Torm ve Ris ise Trudek’i biƟrebilmek için büyük ölçüde bize bel bağlamışlardı; ama Everra mükemmel bir öğretmendi, Yaven’i, Sotur’u, Sallo’yu ve beni, çok büyük keyif aldığımız –ki kimse Yaven ile benim kadar zevk almıyordu– tarih kitapları ve destanların ortasına alıp götürmüştü. Sonunda Kırk Birinci Ahlak Dersi’nde örneklerle açıklanan Kendine Hâkim Olmanın Önemi konusunu tarƨşmayı biƟrdiğimizde, Trudek’i kapaƴğım gibi Oshir Kuşatması’nın Sallo’yla birlikte kullandığımız bir nüshasına uzandım. Bu kitabı okumaya daha geçen ay başlamışƨk.

Okuduğum bütün mısraları ezbere biliyordum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir