Jeff Grubb – Warcraft 3 – Son Bekçi

akşam iki aydan iri olanı önce yükselmişti ve berrak, yıldızlarla bezeli bir gökyüzünde dolgun ve gümüşi beyaz bir renkte parlamaktaydı. Titrek bir ışık yayarı ayın altındaki Kızılsırt Dağları’nın dorukları gökyüzüne uzanmaktaydı. Gündüz, güneşin bordo ve pas renklerini ortaya çıkardığı yüce granit doruklar, ay ışığında sadece uzun boylu ve mağrur birer hayalet halini almıştı. Batıda, ulu meşelerden ve sarı hintağaçlarından oluşan gür örtüsü dağların eteklerindeki tepelerden denize kadar ulaşan Elwynn Ormanı yer almaktaydı. Doğudaysa Karanlık Batak’ın ürperti verici bataklığı uzanıp gitmekteydi. Burası bataklıklar, alçak tepeler, yok olmuş yerleşimler ve pusudaki tehlikelerle dolu bir alandı. Ayın önünden bir an için bir gölge geçti. Kuzgun şeklindeki bu gölge, dağın kalbindeki bir gediğe doğru ilerliyordu. Bu noktada, Kızılsırt Dağları’nın sağlam yapısından büyük bir kütle kopmuş ve geride dairesel bir vadi bırakmıştı. Bu yer çağlar öncesinde bir gök cisminin çarpmasına sahne olmuş ya da yeri göğe katan bir patlamaya tanıklık etmiş olabilirdi ama aradan geçen uçsuz bucaksız zaman, çanak biçimli krateri aşındırarak onu etrafını çevreleyen sarp dağlarla sarmalanmış, dik yamaçlı yuvarlak tepecikler haline getirmişti. Elwynn’in kadim ağaçlarından hiçbiri onun vardığı yüksekliklere varamıyordu. Etrafı sarılmış tepelerin iç kısmında yabani otlar ve birbirine girmiş sarmaşıklardan başka bir şey yetişmiyordu. Tepelerin tam ortasında çıplak bir kayalık vardı. Bu kayalık, bir Kul Tiras tüccar lordunun kafası kadar keldi. Gerçekten de tepeciğin dik bir şekilde yükselip sonra da zirvesine doğru hafif bir kavis çizerek, neredeyse dümdüz hale gelmesi, bir insan kafatasını anımsatıyordu.


Yıllar boyunca birçokları bunu fark etmiş; ancak bunu oranın sahibine söyleyecek kadar cesur, kudretli ya da densiz olan çok az kişi çıkmıştı. Kayalığın yassı doruğunda kadim bir kule yükseliyordu. , Beyaz taş ve siyah harçtan yapılma kaim, devasa çıkıntı, göklere kadar varan insan yapımı bir dikitti. Etrafını saran tepelerden daha yükseğe çıkıyor ve ay ışığında bir işaret feneri gibi parlıyordu. Kulenin temelinde, yapının iç kısmını çevreleyen alçak bir sur, bu surların içinde de harap bir ahır ve demirhane vardı ama bütün tepelerin bulunduğu alana hâkim olan, kulenin kendisiydi. Bir zamanlar bu yerin adı Karazhan’dı. Bir zamanlar burası gizemli ve ketum Tirisfal Bekçileri’nin sonuncusunun eviydi. Bir zamanlar burası yaşam dolu bir yerdi. Şimdiyse sadece terk edilmiş ve zamansız bir mekândı. Kule sessizdi ama hareketsiz değildi. Gecenin sardığı binanın pencerelerinde sessiz şekiller uçuşuyor, balkonlarda ve mazgallarda hayaller dans ediyordu. Hayaletlerden daha somut, hatıralardan daha soyut olan bu şeyler zamanın akışından kurtulmuş, geçmişe ait parçalardan başka bir şey değildiler. Bu geçmişe ait gölgeler, kulenin sahibinin deliliğiyle serbest kalmış ve şimdi terk edilmiş kulenin sessizliğinde tarihlerini tekrar tekrar oynamaya mahkûm edilmişlerdi. Oyunlarını oynamaya mahkûmdular ama onları takdir edecek seyircilerden mahrumdular. Sonra sessizlikte bir çizmenin taşa değdiğinde çıkardığı hafif sürtünme sesi duyuldu, sonra bir diğeri… Titrek ay ışığında bir kıpırtı; beyaz zemine düşen bir gölge; kırmızı tonlarında, yırtık pırtık bir pelerinin gecenin serinliğinde dalgalanması… Bir siluet en tepedeki mazgallar boyunca ve kulenin yıllar önce bir gözlemevi olarak kullanılmış olan, burçlu, sivri tepesinde ilerledi.

Gözlemevine açılan parmaklıklı kapı, kadim menteşelerinden gıcırtı sesi çıkararak aralandı, sonra zamanın akışı ve üstündeki pasın etkisiyle durup kaldı. Pelerinli adam bir an durdu, sonra parmağını menteşenin üstüne yerleştirdi ve özenle seçilmiş sözcükleri mırıldandı. Kapı hiç ses çıkarmadan açıldı. Menteşeler sanki yenilenmişti. Đzinsiz yolcu kendi kendine gülümsedi. Gözlemevi şimdi boştu. Geride kalan aletler darmadağın olmuş ve olduğu yerde bırakılmıştı. Neredeyse bir hayalet kadar sessiz olan, izinsiz yolcu kırık bir usturlabı eline aldı. Aletin ölçeği, artık unutulmuş olan bir hiddetle çarpılmıştı. Bu, artık sadece adamın ellerinde duran hareketsiz, işe yaramaz, ağır bir altın parçasıydı. Gözlemevinde başka hareketlenmeler oldu ve izinsiz yolcu bakışlarını o yöne çevirdi. Şimdi hayalete benzer bir adam onun yakınında, pencerelerden birinin önünde duruyordu. Hayalet/hayalet olmayan kişi, sakalı ve saçı bir zamanlar siyahken, artık kenarlarında yaşlılığını belli eden gri telleri olan, geniş omuzlu bir adamdı. Bu adam da geçmişin parçalarından biriydi. Olması gereken zamandan kopmuştu ve şimdi onu seyreden olsa da, olmasa da vazifesini tekrar tekrar yerine getiriyordu.

O sırada siyah saçlı adam, davetsiz misafirin elindekinin eşi olan, sağlam bir usturlabı elinde tutarken bir yandan da küçük, yuvarlak bir parçayla uğraşıyordu. Bir an geçti ve adam kontrolünü yapıp yuvarlak parçayı oynattı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir