Margaret Weis & Tracy Hickman – Ejderha Mızrağı Destanı – Kayıp Tarihçeler #3 – Kum Saati Büyücü Ejderhaları

Bu kitap, Kum Saati Büyücünün Ejderhaları, Kayıp Tarihçeler serisini tamamlıyor. Bu kitaplardaki amacımız, Yol arkadaşları’nın Ejderha Mızrağı Destanı içinde yer alan, Mızrak Savaşı sırasında geçen, daha önce anlatılmamış ve bilinmeyen hikayelerini anlatmaktı. Bu kitaplar tek başlarına okunabilir de olsalar, okuyucular Kayıp Tarihçeler’i okumadan önce Ejderha Mızrağı Destanı’nın tamamını okurlarsa kime nerede ve ne olduğunu daha iyi anlayacaklardır. Mızrak Savaşı’nın sonu, Palanthaslı Astinus tarafından kaleme alınmış, İlkbahar Şafağı Ejderhaları olarak bilinen ciltte anlatılmıştır. O kitapta, Mızrak Kahramanları’nın macerlarını takip ederiz: Tanis Yarımelf, Flint Fireforge, Tasslehoff Burrfoot, Caramon Majere ve dostları Laurana –Altın Komutan–, Tika Waylan, Nehiryeli ve Altınay; ve en sonunda onların Karanlıklar Kraliçesi’ni nasıl yendiklerini öğreniriz. Bu kitap, Mızrak Kahramanları’ndan biri olan Raistlin Majere hakkında; onun öyküsü hiç anlatılmamıştı ama o olmasaydı, diğer Kahramanlar asla başarılı olamazlardı. Hikayenin tamamını öğrenmek istiyorsanız, Astinus bu kitabı okumadan önce İlkbahar Şafağı Ejderhaları’nı okumanızı öneriyor. Eğer istediğiniz sadece Raistlin’in karanlık ve tehlikeli maceralarını paylaşmaksa, okumaya devam edin. Bu kitabın başladığı zamanda Mızrak Kahramanları birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Tanis, Caramon ve Raistlin ile Tika, Nehiryeli ve Altınay kabus diyarı Silvanesti’ye, oradan da Flotsam’a yolculuk ederler. Laurana, Sturm Brightblade, Flint ve Tasslehoff ise Buzduvarı’na giderler ve oradan da Sturm’ün hayatını Işık için feda ettiği Yüce Ermiş Kulesi’ne geçerler. Laurana, Yüce Ermiş Kulesi muharebesinde Kitiara ve onun Ejderha Ordusu’nun yenilmesine yardım eder. O, Flint ve Tas, Palanthas’a giderler; orada Laurana Altın Komutan ilan edilir ve Takhisis ile savaşmakta olan insan ve elf güçlerinin başına geçer. Flotsam’a vardıklarında Tanis, eski sevgilisi Kitiara ile karşılaşır ve onun Takhisis’in şeytani ordusunda bir Ejderha Yüceefendisi olduğunu öğrenince şaşkına döner. Artık kadın kötülük tarafında olsa da, onun koyu gözlerine ve çarpık gülümsemesine karşı koyamaz.


İkisi yeniden sevgili olurlar. Kitiara, Tanis’i ordusuna katılması için zorlar. Ancak adam ne dostlarını ne de Işık’ı terk edemez. Suçluluk duygusuyla kıvranan adam Kit’ten ayrılır ve arkadaşlarıyla birlikte Flotsam’dan kaçan bir gemiye biner. O gemide Karanlıklar Kraliçesi tarafından aranan Beren Hepadam da bulunmaktadır. Hepadam’ın gemide olduğunu duyan Kitiara, ejderhası ile peşlerine düşer. Berem, kaçıp kurtulabilmek için gemiyi bir girdaba sokar. Raistlin Majere, geminin sonunun geldiğine inanır ve Silvanesti’de bulduğu büyülü ejderha küresini kendini kurtarmak için kullanarak ikiz kardeşini ve arkadaşlarını ölümlerine terk eder. Büyüsü, onu Palanthas’ın Büyük Kütüphanesi’ne taşır. Büyüyü yapmak onun için çok zor olmuştur. Tam ölmek üzereyken, Astinus, sadece hayatını kurtarmakla kalmayıp kim olduğunun sırrını çözecek anahtarı kazayla ona verir. Raistlin, Palanthas’a Rannmont ayının yirmi altıncı günü varır. Onun hikayesine birkaç gün sonrasından, Mishamont ayının ilk gününden başlıyoruz. Krynn Tarihi’nin vakanüvisi Astinus’un yazmalarından: AÖ 352 yılında, Mishamont ayının yirmi altıncı günü, Neraka şehrindeki Takhisis Tapınağı yıkıldı. Ejderha Kraliçe dünyadan sürüldü.

Orduları yenilgiye uğratıldı. Bu zaferin onurunun büyük bir kısmı, Işığın Güçleri için cesurca savaşmış olan Mızrak Kahramanları’na verildi. Ancak tarih kaydetmelidir ki, Karanlıkta yürümeyi seçmiş bir adam olmasaydı, Işık kaybetmeye mahkum olurdu. Krynn’in iki efsanesi, olayları anlayabilmek açısından çok önemlidir. Bu efsanelerin pek çok değişik yorumu bulunabilir. Her ozan onları farklı şekillerde anlatır. Aşağıdaki yorumları seçmemizin nedeni, aslına en yakın olanları olmalarıdır; ancak çoğu efsanede olduğu üzere, gerçekte neler olduğu asla bilinemeyecektir. Quivalen Sothrae tarafından Elfçe’den çevrilmiş olan “Bir Çocuğun Krynn Öyküleri Bahçesi”nden alınmıştır: Berem ve Jasla’nın Hikayesi Bir Sevgi ve Fedakarlık Öyküsü Uzun zaman önce, İkinci Ejderha Savaşı’nın sonunda, yiğit Şövalye Huma Ejderhafelaketi, Kraliçe Takhisis’i Abyss’e sürdü. Onu, Yüce Tanrı önünde, bir daha dünyaya dönerek iyi ve kötü arasındaki hassas dengeyi bozmayacağına dair yemin etmek zorunda bıraktı. Tanrılar, Yüce Tanrı önünde edilmiş bir yeminin çok güçlü olduğuna, Karanlıklar Kraliçesi’nin bile onu bozmaya cüret edemeyeceğine inandılar. Maalesef yanılmışlardı. Zaman geçti. Işık Tanrıları adına ve onların inayetiyle hareket eden İstar’ın kralrahipleri güçlendiler. Dünya huzur içindeydi. Lâkin bir adam karanlık tarafından olduğu kadar ışık tarafından da kör edilebilir.

Son Kralrahip güneşe baktı ve kendi ihtişamı dışında hiçbir şey görmedi ve kendini tanrı ilan etmeye cüret etti. Işık Tanrıları, dünyanın dönmesini sağlayan dengeyi tehdit eder durumda olduklarını farkettiler üzüntüyle. Diğer tanrılardan. Kraliçe Takhisis’ten bile, yardım istediler. Tanrılar, dengeyi sağlamak ve fanilere tevazu öğretmek için büyük bir Afet yaratmaya karar verdiler. Harekete geçmeden önce Kralrahip’e birçok uyarı göndererek onu değişmesi için zorladılar. Kralrahip ve takipçileri bütün bunlara kulaklarını tıkadılar ve derinen müteessif olan tanrılar, Krynn üzerine yanan bir dağ attılar. Patlama, İstar şehrini yerle bir ederek denizin dibine gönderdi ve Işık Tanrıları Tapınağı’nı yok etti. En azından tanrılar öyle olduğuna inandılar. Fakat İstar Tapınağı denizin dibinde de olsa, Tapınak’ın üzerine kurulmuş olduğu Temel Taşı sağlam kaldı, zira o taş, inancın temeliydi. Afet’ten sonra, tanrılar fanilerin hatalarını anlayacaklarını ve tanrıları arayacaklarını umdular. Ancak fanilerin, çektikleri acılar yüzünden tanrıları suçlaması, tanrıları derinden yaraladı. Tanrıların yarattıklarını terk ettiklerine dair dedikodular yayıldı. Dünya karmaşaya gömüldü. Ölüm yürümeye başladı topraklarda.

Takhisis, Karalıklar Kraliçesi, hâlâ Abyss’de hapisti. Bütün çıkışlar korunuyordu. Kaçmaya kalkışması halinde diğer tanrılar bunu anlarlar ve onu durdururlardı. Yine de o, dünyaya geri dönmek için bir yol bulmaya çalışmaktan vazgeçmedi ve bir gün, huzursuzca dolaşırken, büyük ödüle rastladı. Takhisis, Temel Taşı’nı buldu. Diğer tanrılar, onun hâlâ var olduğundan habersizdiler. Kimse farketmeden dünyaya geri dönebilmek için bu taşı kullanabileceğini farketti kadın. Doğru, Yüce Tanrı’ya verdiği sözü bozmuş olacaktı. Ama o kurnaz biriydi ve dünyanın zaten tehlike altında olduğu gerçeğine güveniyordu. Faniler bütün umutlarını yitirmişlerdi. Salgın hastalıklar, veba, açlık ve savaşlar, milyonlarca kişiyi öldürmüştü. Takhisis dünyaya girebilir, kötü ejderhalarını uyandırabilir ve savaşını başlatabilirdi. Krynn’i fethettiğinde o kadar güçlü olacaktı ki, diğer tanrılar onu cezalandırmaya cüret edemeyeceklerdi. Karanlığa sarınarak gizlenen Takhisis, Temel Taşı ile açık bırakılmış olan kapıdan dünyaya süzüldü. Kötü ejderhalarını uyandırdı ve onlara, inlerinde uyumakta olan iyi ejderhaların yumurtalarını çalmalarını emretti.

Bütün kudreti ve gücü ile savaşını başlatmaya hazırlandı. Sonra bir gün, Temel Taşı’ndan dünyaya açılan yolunun tıkalı olduğunu farketti. Berem isimli bir adam ve kız kardeşi Jasla, beraber yürürken Temel Taşı’na rastladılar. Ne kadar talihli olduklarına inanamadılar. Taşa gömülmüş nadir ve değerli mücevherler, yaradılışın ışığı altında pırıl pırıl parlıyorlardı. Berem fakir bir adamdı. Tek bir mücevher, ailesini fakirlikten kurtarabilirdi. O kadar taşın arasında tek bir mücevherin, kusursuz bir zümrüdün yokluğu farkedilmezdi. Berem, zümrüdü yerinden sökmeye başladı. Kardeşi Jasla, bu hırsızlıktan dehşete düştü. Ağabeyini tutup onu engellemeye çalıştı. Berem aniden öfkelendi ve kızı fırlattı. Kız düştü ve kafasını taşa çarpıp öldü; kanı, Temel Taşı’nı lekeledi. Berem kardeşini çok severdi ve işlediği suç onu derinden sarstı. Çok da korkmuştu.

Kardeşinin ölümünün bir kaza olduğunu söylediğinde kimse ona inanmayacaktı. Cinayet işlediği için idam edilecekti. Suçunu itiraf etmek ve af dilemek yerine arkasını dönüp kaçtı. Bu sırada da çalmaya çalıştığı zümrüt, Temel Taşı’ndan fırlayarak göğsüne gömüldü. Berem korkudan çıldırmıştı. Kardeşinin ruhu onun için yas tuttu. Onu hâlâ sevdiği konusunda adamı temin etti ama adam dinlemeyi reddetti. Parmaklarıyla mücevheri sökmeye çalıştı. O kadar çaresizdi ki, bıçakla kendi bedeninden kesip çıkartmayı denedi. Ancak zümrüt, günahını sonsuza dek hatırlatmak için, adamın bir parçası olarak kaldı. Berem, kardeşinin af dilemesi gerektiğine dair yalvarmalarına, hatta kendisini affettiğine dair sözlerine kulaklarını tıkayarak, mücevheri gömleğinin altına gizledi ve kaçtı. Takhisis bu korkunç olaya tanık olmuş ve Berem’in çöküşünden keyif almıştı… ta ki Temel Taşı’ndan geçmeye çalışana kadar. Girişinin, sevgiden dövülmüş bir zincir ile kapatıldığını gördü. Jasla’nın ruhu yolunu engelliyordu. Şimdi sadece Kara Kraliçe’nin gölgesi düşebilecekti Krynn üzerine.

Yaşayanlar üzerindeki gücü azaldı; savaşının idare edilmesi için fanilere güvenmek zorundaydı. Takhisis, Berem’i bulmak zorundaydı. Onu yok edebilirse, kardeşinin ruhu gider ve Kara Kraliçe de tekrar özgür kalırdı. Ancak onu ararken dikkatli olmalıydı, zira eğer kız kardeşine döner de affını isterse, dünyaya girişi sonsuza dek kapanırdı. Kadın, en güvendiği hizmetkarlarına, göğsünde yeşil bir mücevher olan Berem isimli bir adamı aramalarını söyledi gizlice. Genç bir yüzü ve yaşlı gözleri olan bir adamdı bu, zira o mücevher adamı ölümsüzleştirmişti. Affedilene ya da ruhu tamamen kaybolana dek ölemezdi. Berem sürekli hareket halindeydi; sadece Karanlığın Güçleri’nden değil, kendi vicdanından da kaçıyordu. Zaman geçti ve Takhisis’in onu yakalamak için harcadığı çabalar suya düştü. Kadın, sonradan Mızrak Savaşı olarak adlandırılan savaşını başlattığında Berem hâlâ bulunamamıştı. Ancak onun öyküsü gün geçtikçe daha çok kişi tarafından bilinir oldu ve sonunda Kraliçe Takhisis’e karşı savaşanların ilgisini çekmesi kaçınılmazdı. Berem Hepadam, en büyük umut olacaktı. Aynı zamanda da en büyük korku. Fistandantilus’un Hikayesi Bir Uyarı Öyküsü Uzun zaman önce, Fistandantilus isimli güçlü bir büyücü yaşarmış. O kadar güçlüymüş ki, kendisinden aşağı gördüğü kişileri yöneten kurallardan üstün olduğuna inanırmış.

Ki bunların arasında kendi büyü tarikatının, Siyah Cübbeler’in kuralları da varmış. Fistandantilus tarikatından ayrılmış ve büyücüler tarafından ölüm cezasına çarptırılan bir asi olmuş. Ancak Fistandantilus diğer büyücülerden korkmuyormuş. Büyü konusundaki bilgi ve becerisi o kadar fazlaymış ki, onu adalete teslim edebilecek herkesi yok edebilirmiş. Büyücüler ondan korktukları ve ona saygı duydukları için bunu çok az kişi denemiş. Fistandantilus, gücüyle Konsey’e gösteriş yapmış, hatta çıraklar bile almış. Kimsenin bilmediği şey ise, onun kendi öğrencileri ile beslendiği, onların yaşam güçlerini emerek kendi hayatını uzattığıymış. Bu amaç için büyülü bir taş, bir kantaşı yaratmış. Taşı kurbanının kalbinin üzerine bastırır ve onun yaşamını emermiş. Fistandantilus’un gücü ile birlikte kibri de artmış. Cehennem’e girmeye ve Karanlıklar Kraliçesi’ni devirerek onun yerini almaya karar vermiş. Bunun için de şimdiye kadar yaratılmış en güçlü ve en karmaşık büyüleri yapmış. Kibri, onun mahvolmasına yol açmış. Ne olduğunu kimse tam anlamıyla bilmiyor. Kimileri, Takhisis’in durumu öğrendiğini ve gazabının kaleyi adamın başına yıktığını söyler.

Diğerleriyse büyüsünün kontrolünü kaybettiğini ve onun da kaleyi yerle bir ettiğini. Sebebi her ne olursa olsun, Fistandantilus’un fani bedeni ölmüş. Ancak ruhu ölmemiş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir