Metal Fırtına 1 – Orkun Uçar – Burak Turna

Karanlık, doganın örtüsü haline gelmisti. Sessizligin içinde, böcek çıglıkları bile duyulmuyordu. Irak’ın daglık kuzey bölgesinin sınırındaydı burası. Çölün sona erdigi topraklarda düzlükler ve yükseltiler birbirine karısmaya baslıyordu, ufuk çizgisindeki daglık alan, karanlıgın içinde ancak bir gölge olarak beliriyordu. Genis düzlük alanları ara ara tepeler kesiyordu. Zor bir cografyaydı; hem toprak, hem de insan olarak. Çok seylere gebe bir dünyanın manzarasıydı, gelecegin karmasasını içinde besledigini belli etmiyordu pek. Bu donmus an, önce hafif bir titresimle bozuldu. Ardından o düzlüklerden birisinin sınırındaki kayalık alanda tas parçalarının toprak üzerinden asagı dogru yuvarlanma sesi ve hemen ardından bot sesleri duyuldu. Askerler kosarak kayadaki yarıgın içinden çıktılar ve hızla tepeden asagı indiler. Üniformaları dısındaki her yerleri siyah çamurla kapatılmıstı. Yorgundular, neredeyse iki gündür en alt seviyede ögünle yasamaya çalısıyorlardı ve simdi de uzun bir mesafeyi, üzerlerindeki kırk kiloya varan yükle kosmak zorundaydılar. Tek sansları, yokus asagı kosacak olmalarıydı ama yaklasık iki kilometre ötedeki yabancı askerî birlige görünmeden bu m birligin karargâh merkezine bakan bir tepeden gözlem yapmıslardı, fark edilmeleri halinde vurulmamalarına imkân yoktu. Yirmi dakika süren kosunun ardından büyük bir kayanın arkasına sıralandılar. Takımın en irisi ve makineli tüfekçisi Serdar, kayanın biraz açıgında siper alıp nisangâhını, geldikleri istikamete yöneltti.


Üstegmen Alper tek dizinin üzerine çökmüstü. Telsiz eri hemen yanına geldi ve kriptolu mesaj modunu açtı: “Sahin’den Baykus’a, tamam.” Telsizden gelen cızırtıyı dinlediler bir süre: “Sahin’den Baykus’a, tamam.” Üstegmen sabırsızlanmaya baslamıstı: “Baykus’tan Sahin’e. Devam edin. Tamam.” “Baykus, Kerkük’ün on bes kilometre kuzeydogusunda 101. Piyade Tümenine baglı oldugunu sandıgımız, tugay büyüklügünde bir birligin merkez karargâh koordinatları belirlendi. Olaganüstü bir askerî hareketlilik var. Bildiriyorum….” “Baykus’tan Sahin’e. Sag olun. Tamam.” “Anlasıldı. Tamam.

” 2 Alper sürünerek, dürbünle karargâhı gözleyen komando er Uygar’ın yanına geldi. Uygar dürbünü uzatırken parmagıyla iki noktayı isaret etti. Eski, beyaz bir kamyonet, karargâhın kapısından oyalanmadan geçmis, büyük bir çadıra dogru ilerliyordu. Araç, çadıra girmeden önce ellerinde silahlarıyla birkaç posulu, aracın içinden çıktı. Uygar, “Bunlar Pesmerge’yse kafamı keseyim,” dedi. Alper cevap vermedi. Son zamanlarda Kerkük’te Kürt olmayan nüfusa karsı yapılan saldırılar iyice artmıstı. Ankara’nın uyarılan ne Kürt hükümetinde, ne de ABD’de ses buluyordu. Amerikan hükümetinin dıs politikası tamamen Rum, Ermeni ve Yahudi lobisinin eline geçmis gibiydi. Kıbrıs konusunda da gerilim iyice tırmanıyordu. Kuzey Irak’ın karısmaya baslaması ve Türkmen varlıgının tamamen ortadan kalkma tehlikesinin bas göstermesi ile birlikte, Türkiye’nin bir zamanlar reddettigi askerî katkı, sanki zorunlu olarak gerçeklesmisti. Bütün bu gelismelerin yanında istihbarat raporları, Amerikan kuvvetlerinin Suriye’ye müdahale etmeye hazırlandıgına isaret ediyordu. Esad Hükümeti zordaydı. Yorumcular, belki de bu nedenle ABD’nin, Türk Ordusunun Kuzey Irak’a girisine ses çıkarmadıgını belirtiyordu. Askerlerin sessizlige alıskın kulakları, derinden gelen bir sesin varlıgını algıladı.

Düzenli bir ivme ile artan bir titresimdi bu. Üstegmen Alper birkaç saniyede sesin ne oldugunu anladı. Bu bir helikopterdi ve açık bir sekilde, bulundukları noktanın belli bir uzaklıgında daire çiziyor olmalıydı ama ne bir ısık, ne de bir siluet görülebiliyordu. Dakikalar boyu karanlıgı gözlemlediler, tam siper almıs vaziyetteydiler ama silahlarını dogrultacakları bir hedef yoktu ortada. Kısa bir süre sonra ses uzaklastı ama bu sefer daha uzaktan, daha farklı sesler gelmeye basladı. Üstegmen Alper, makineli tüfekçiyi daha iyi bir yerde siper alması için uyardı. Serdar hemen arkadaslarından bes on metre ileride, daha alçak bir kaya parçasının arkasına saklandı. Birbirleri ile isaretlesmek üzereydiler ki iki siper noktasının arası bir anda aydınlandı, simsek çakmıs gibiydi. Türk Deniz Piyade Tugayı istihbarat timinin askerleri neye ugradıklarını sasırmıslardı, gözleri görmüyordu, kulaklarına gelen sesler sanki metal bir koninin içinden geçer gibi ulasıyordu. Hiç kimse neler oldugunu anlayamıyordu. Makineli tüfekçi Serdar ile diger askerlerin arasında siddetli bir patlama olmustu. Patlamanın hemen arkasından birkaç yüz metre ötedeki degisik noktalardan mermi yagmaya basladı, izli mermiler arka arkaya gece karanlıgını delip sessizlik perdesini yırtıyordu. Alper gözlerini açtı, az önce olması gereken noktadan birkaç metre ötedeydi. Üzerindeki elbiseler yanmıs ve paralanmıstı. Vücudunun bazı yerlerinden kan aktıgını hissedebiliyordu sadece.

Bunun dısında fazla bir his yoktu bedeninde. Az ötesinde, yerde yıgılı gölgeler gördü; bazıları hareketsizdi, bazılarıysa çok güçlü olmayan bedensel tepkiler veriyorlardı. Yerinden kımıldamaya çalıstı ama çok zorlanıyordu, simdi etrafı görmek çok daha zordu ama izli mermilerin geldigi yerleri görebiliyordu. ” Az önceki helikopter, asker getirmis olmalı,” diye düsündü. “Çok kalabalıklar.” Yine helikopter sesleri gelmeye baslamıstı, bu sefer sesler birden çoktu. Aniden irkildi Üstegmen, az ötesinde korkunç bir gürültü meydana gelmisti, insan üstü bir gayretle dogruldu. Kayayı siper alan Serdar kendine gelmis olmalıydı ki, makineli tüfegini konusturmaya baslamıstı. Eli, hiç durmadan tetigi çekiyordu. Izli mermilerin ateslendigi noktalara onlarca mermi yolluyordu. Serdar bir an yanına baktı, Üstegmen ile göz göze geldiler, gülümsediler. Alper G-3’ünü seriye ayarladı ve birkaç darbede sarjörü karsı tarafa bosalttı, yere yattı. Bir süre için düsman atesi kesilmisti. Bu aradan yararlandı ve telsizcinin yanına süründü. Telsiz görevlisi askere baktı ama eline gelen sey nedeniyle irkilip geri çekildi.

Çok kötüydü durumu, sarapneller boynunu k bilmiyordu. Telsizi sırtından alıp uzaklastı. Az önce ates açanlar toparlanmıs, bu sefer Serdar’ı öldürmek için ates ediyorlardı. Üstegmen ne yapacagını sasırdı. Serdar çok iyi siper aldıgı için 3 vurulmamıstı ama seken mermiler etrafı cehenneme çevirmisti. Telsizi çalıstırmayı denedi, herhangi bir hasar yoktu ama cızırtılı arka sese pek çok ingilizce konusma karısıyordu. Üstegmen karsısındaki Amerikan askerlerinin çok heyecanlı olduklarını anlayabiliyordu. Sürekli telsizden bagırıyorlardı: “Take’em out, take’em out!!”* * Öldürün onları, öldürün! Üstegmen Alper, telsizden merkeze ulasmaya çalıstı. Bir süre sonra zayıf ve derinden gelen bir cevap duydu: “Baykus’tan Sahin’e, konumunuzu bildirin.” “Sahin’den Baykus’a. Az önce size verdigim koordinatların iki kilometre kadar güneydogusunda ve yogun ates altındayız. Amerikalılar her taraftan ates ediyor, askerlerimin çogu sehit oldu komutanım. Helikopter sesleri duyuluyor, her an roket atesi bekliyorum, tutunmaya çalısıyoruz.” Üstegmen Alper’in sesi karsı taraftaki telsizden çok umutsuz olarak algılanıyordu. Deniz Piyade Tugayının Kerkük’e yakın merkez karargâh çadırındaki tabur komutanları hiddetle ayaga kalkmıs, olanların ne anlama geldigini çözmeye çalısıyorlardı.

Hiçbir düsmanca harekette bulunmamıs olan bir ileri kol takımına, böylesine acımasızca saldırmanın altında nasıl bir neden olabilirdi? Kuzey Irak’taki Türk askerî varlıgı ABD Irak’ı isgal ettiginden beri bir gerilim kaynagı olmus, hatta Çuval skandali diye anılan; istihbarat amaçlı olarak bölgede bulunan, özel Kuvvetlere baglı askerlerin gözaltına alınması olayı patlamıstı. Telafer ve Kerkük’teki saldırılar gerilimi tırmandırmıs ama asla böylesi bir sıcak çatısma noktasına gelmemisti. Iki taraf da birbirine temkinli davranıyordu. Simdi bu saldın neden olmustu? Tabur komutanı olan binbasıları tutmak çok zordu. Hepsinin elinde birer kalasnikof vardı ve tek baslarına bölgeye gitmek için can atıyorlardı. Tugay Komutanı Tümgeneral Ihsan Er, telsizden Genelkurmay ile görüsmeye ugrasıyordu. Elektronik karıstırmanın yol açtıgı kesilmeler meydana geliyordu bazen ama bir süre sonra tekrar iletisim kurulabiliyordu. Çadırın içi sigara dumanı ile dolmustu, üst düzey askerler dısındaki subaylar dısarı çıkartılmıs ve “Hazır ol” emri verilmisti kendilerine. Deniz Piyade Tugayı, Türk Ordusunun gözbebegi ve savasa en hazır birligiydi. Ancak karsılarındaki birlik, eger yanılmıyorlarsa, ki yanılmadıklarından emindi hepsi de, Apache helikopterleri ile desteklenen yirmi bin kisilik bir tümenin en hızlı tugaylarındandı. “Çocuklar, askerlerimizi öldürüyorlar, ne yapacagız?” dedi Tümgeneral Ihsan Pasa. “Komutanım, yardımlarına kosalım,” dedi bölük komutanı Yüzbasılardan birisi. “Evet, zaman kaybetmemeliyiz,” diye atıldı Tugay Komutan Yardımcısı Albay. “Ya Genelkurmay?” Tümgeneral çok endiseliydi; verecekleri karar, içinden çıkılmaz bir olaylar zincirini baslatabilirdi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir