Patrick Rothfuss – Kralkatili Güncesi 2.50 – Sessizliğin Müziği

YAZARIN ÖNSÖZÜ Bu kitabı satın almak istemeyebilirsiniz. Biliyorum, bu bir yazarın söyleyeceği türde bir söz değil. Satış departmanmdakiler bundan hoşlanmayacaklar. Editörüm küplere binecek. Ama henüz yolun başındayken size karşı dürüst olmayı yeğlerim. Öncelikle, diğer kitaplarımı okumadıysanız işe buradan başlamak istemezsiniz. İlk iki kitabım Rüzgârın Adı ve Bilge Adamın Korkusu. Yazdıklarımı merak ediyorsanız onlarla başlayın. Yarattığım dünyaya en iyi giriş onlar. Bu kitap o serideki karakterlerden biri olan Auri’yi konu alıyor. O kitapların bağlamı olmadan büyük ihtimalle işin içinden çıkamazsınız. İkincisi, diğer kitaplarımı okuduysanız bile bunun biraz garip bir öykü olduğu konusunda sizi uyarmak boynumun borcu. İpucu vermek istemem ama bunun… farklı olduğunu söylesem sanırım yeter. Klasik bir öyküde olması gereken çoğu şey bunda yok. Ve eğer Kvothe’un öyküsünün devamını arıyorsanız onu burada bulamayacaksınız.


Öte yandan, Auri’yi daha yakından tanımak istiyorsanız bu kitabın size sunacağı çok şey var. Eğer sözcükleri, gizemleri ve sırları seviyorsanız; eğer Şeyaltı’nı ve simyayı merak ediyorsanız. Eğer dünyamın gizli köşeleri hakkında daha çok şey bilmek istiyorsanız… İşte o zaman bu kitap tam size göre demektir. Auri uyandığında, yedi gününün kaldığını biliyordu. Evet. Bundan oldukça emindi. O, yedinci günde ziyaretine gelecekti. Uzun bir süreydi. Beklemek için uzun. Fakat yapılması gereken her şeyi yapmak için değil. Eğer dikkatli olursa. Eğer hazır olmak istiyorsa. Auri gözlerini açınca loş bir ışığın fısıltısıyla karşılaştı. Kabuk’ta, yani en mahrem yerinde saklandığı için bu nadir bir olaydı. Demek ki bu aydınlık bir gündü.

Yoğun bir gün. Bir keşif günü. Göğsü heyecanla pırpır ederken gülümsedi. Parmakları yatak rafındaki damlalık şişesini bulduğunda, kolunun belli belirsiz şeklini görmesine yetecek kadar ışık vardı. Auri şişenin ağzını açtı ve Foxen’m tabağına tek bir damla damlattı. Damla, tabağı kısa sürede güçsüz bir mavi ışıkla aydınlattı. Dikkatle hareket eden Auri, battaniyesini yere değmesin diye itti. Yataktan çıktığında ayaklarının altındaki taş zemin sıcaktı. Leğeni yatağının yakınındaki sehpada, en hoş kokulu sabunundan bir parçanın hemen yanında duruyordu. Geceleyin hiçbirinde bir değişiklik olmamıştı. İşte bu iyiydi. Auri, Foxen’in tam üstüne bir damla daha sıktı. Tereddüt etti, ardından sırıtarak üçüncü damlanın düşmesine izin verdi. Bir keşif gününde yarım yamalak iş yapmak olmazdı. Ardından battaniyesini toparladı; çekip ona sarındı ve yere sürtmesin diye battaniyeyi dikkatle çenesinin altına sıkıştırdı.

Foxen’in ışığı dalgalanmaya devam etti. Işık önce belli belirsiz bir kıpırtıdan ibaretti: bir leke, uzak bir yıldız. Sonra daha fazlası, bir ateşböceği kadar aydınlandı. Ama parlaklığı sabit kalmayıp arttıkça arttı, ışığıyla birlikte tepeden tırnağa titreşir hale gelene dek. Artık ışık, tabağında gururla otururken bir sikkeden azıcık daha büyük, mavi-yeşil bir kor parçasına benziyordu. Foxen’in uykusu tamamen açılırken ve Kabuk’u en hakiki, en parlak mavi-beyaz ışığıyla doldururken Auri ona gülümsedi. Genç kız bunun ardından etrafına bakındı. Kusursuz yatağını gördü. Tam boyuna göreydi. Santimi santimine. Sandalyesine göz attı. Sedir kutusuna. Minik gümüş kadehine. Şömine boştu. Ve onun üstünde şömine rafı duruyordu; raftaysa sarı yaprağı, taş kutusu, içinde hoş kokulu kurutulmuş lavanta bulunan gri cam kavanozu.

Hiçbir şey başka bir şey değildi. Hiçbir şeyin olmaması gereken bir şey olmadığı gibi. Kabuk’tan çıkmanın üç yolu vardı. Bir koridor, bir kapı aralığı ve bir kapı. Bunlardan sonuncusu Auri için değildi. Genç kız kapı aralığından Uğrak’a çıktı. Foxen, tabağında beklediği için ışığı burada daha loştu ama yine de görülebilecek kadar parlaktı. Uğrak son zamanlarda pek işlek olmamıştı; Auri buna rağmen her şeyi teker teker gözden geçirdi. Şarap rafında, bir çiçeğin taçyaprağmdan daha kalın olmayan bir porselen tabağın kırık yarısı duruyordu. Onun altında deri ciltli bir oktavo kitap 1 , bir çift tıpa ve ufacık bir iplik yumağı mevcuttu. Bir yanda onun bembeyaz çay fincanı Auri’nin gıpta ettiği bir sabırla sahibini bekliyordu. Duvar rafındaki bir tabakta sarı renkli bir reçine damlası duruyordu. Siyah bir kaya. Gri bir taş. Düz, yassı bir tahta parçası.

Tüm bunların yanında, bağlama teli ağzı aç bir kuşun gagası gibi açık duran ufacık bir şişe yer alıyordu. Ortadaki masaya beyaz renkli, temiz bir bezin üstüne bir avuç çobanpüskülü dutu bırakılmıştı. Auri dutları kısa bir süreliğine süzdü, sonra onları kitap rafına, yani daha uygun bir tüneğe götürdü. Odada etrafına bakınıp kendi kendine kafa salladı. Her şey tamamdı. Kabuk’a dönen genç kız yüzünü, elini ve ayağını yıkadı. Geceliğini çıkarıp katladı ve sedir kutusuna kaldırdı. Kollarını kaldırarak ve parmak uçlarında yükselerek mutlulukla gerindi. Daha sonra ondan aldığı, en gözde elbisesini üstüne geçirdi. Elbise teninde hoş bir his yaratıyordu. Auri’nin ismi, içinde bir ateş gibi yanıyordu. Bugün yoğun bir gün olacaktı. Auri gidip Foxen’ı toparladı ve onu kapattığı avucunda taşıdı. Uğrak’tan geçerken duvardaki eğri bir çatlağı kullandı. Çatlak geniş olmasa da genç kız o kadar ince yapılıydı ki kırık taşlara sürtmemek için neredeyse omuzlarını çevirmesine bile gerek kalmayacaktı.

Tam geçebileceği darlıkta olduğu söylenebilirdi. Gam karolarla kaplı düz, beyaz duvarlara sahip yüksek tavanlı bir odaydı. Genç kızın ayaklı aynası hariç yankıdan yoksun bir yerdi. Fakat bugün içeride bir şey daha, günışığının belli belirsiz esintisi vardı. Işık, kemerli bir kapı aralığının doruğundan sızıyordu. Aralık molozlarla -kırık kalaslar, düşmüş taş bloklar- dolu olsa da orada, en tepede ufacık bir ışık huzmesi mevcuttu. Auri aynanın önünde durarak kıl fırçayı aynanın tahta çerçevesinde asılı olduğu yerden aldı. Saçları bir bulut gibi başının etrafında asılı kalana dek, onlardaki uyku düğümlerini taradı. Bunun ardından elini Foxen’in üstüne kapattı ve onun mavi-yeşil parıltısı olmadan oda kapkaranlık kesildi. Gözleri kocaman açılan Auri, arkasında kule gibi yükselen moloz yığınındaki silik ışık lekesi haricinde hiçbir şey seçemedi. Altın sarısı rengindeki soluk ışık genç kızın yine aynı renkteki soluk saçlarına vurdu. Auri aynada kendi kendine sırıttı. Bu haliyle güneşe benziyordu. Elini kaldırarak Foxen’ı tekrar açığa çıkardı ve hızla sekerek Bellik’in geniş labirentine doğru yola koyuldu. Düzgün biçimde kumaşla kaplanmış bir bakır boru bulmak dakikalık işti.

Fakat mükemmel yeri bulmak… Eh, asıl zor olan oydu, değil mi? Auri boruyu neredeyse bir kilometre boyunca kırmızı tuğlalı tünellerde takip ederken elinin kayıp da birbirine dolanmış diğer sayısız borudan birine atlamaması için dikkatli davrandı. Sonra boru hiçbir uyarıda bulunmaksızın keskin bir dönüş yaptı ve kavisli duvara doğrudan dalarak Auri’yi terk etti. Kaba şey, ne olacak. Elbette borudan bol bir şey yoktu; fakat ince tenekeden olanlar kaplamadan bütünüyle yoksundu. Cilalı çelikten yapılma buz gibi borular fazlasıyla yeniydi. Demir olanlar neredeyse mahcup edecek kadar hevesliydi ama hepsinin de kaplaması pamuktandı ve Auri’nin bugün böyle bir dertle uğraşacak hali yoktu. O nedenle genç kız kafasına göre bir seyir izleyen tombul seramik bir boruyu takip etti. Boru bir süre sonra toprağın derinliklerine gömülüp gidiyordu fakat kıvrıldığı noktadaki keten kaplaması bir yetimin gömleği kadar bol ve hırpani bir halde sarkmış duruyordu. Auri gülümsedi ve yutmamaya özen göstererek kumaş parçasını nazik parmaklarla çözmeye koyuldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir