Patrick Rothfuss – Kralkatili Güncesi 2 – Bilge Adamın Korkusu

Şafak yaklaşıyordu. Yoltaşı Hanı sessizlik içindeydi ve bu üç kısımlı bir sessizlikti. En belirgin kısım etraf Birinci Bölüm Elma ve Mürver Uzun maun bara yaslanan Bast’ın canı sıkılıyordu. Boş odaya bakınarak iç geçirdi ve temiz bir keten bez bulana dek etrafı karıştırdı. Sonra da bezgin bir halde barın bir bölümünü parlatmaya koyuldu. Çok geçmeden Bast öne doğru eğildi ve gözlerini kısarak belli belirsiz bir lekeyi inceledi. Onu kazımaya kalkınca parmağının bıraktığı yağlı ize bakarak kaşlarını çattı. Daha da eğildi, barı soluğuyla buğuladı ve bezi lekeye hızlı hızlı sürttü. Ardından biraz duraksadı, tahtaya sertçe hohladı ve nefesinin bıraktığı buğuya müstehcen bir sözcük yazdı. Bast bezi bir kenara attı ve boş masalarla sandalyelerin arasından hanın geniş pencerelerine yürüdü. Orada uzunca bir süre dikilerek kasabanın ortasından geçen toprak yola baktı. Tekrar iç geçirdi ve odada volta atmaya başladı. Bir dansçının zahmetsiz zarafeti ve bir kedinin mükemmel kayıtsızlığıyla yürüyordu. Fakat ellerini koyu renkli saçlarında gezdirirken huzursuzdu. Mavi gözleri bir çıkış yolu, sanki daha önce yüz kere gözden kaçırdığı bir şey ararcasına odayı durmaksızın tarıyordu.


Fakat yeni bir şey yoktu. Boş masalar ve sandalyeler. Barın önünde boş tabureler. Barın arkasındaki tezgâhın üstünde biri viski, diğeri bira dolu iki dev fıçı. Fıçıların arasında her renkten ve şekilden geniş bir şişe koleksiyonu. Şişelerin yukarısında asılı duran bir kılıç. Bast’ın gözleri şişelere geri döndü. Onlara uzun, meraklı bir müddet odaklandı, sonra barın arkasına geçip ağır bir kil kupa çıkardı. Derin bir nefes aldı, parmağıyla alt sıradaki ilk şişeyi işaret etti ve bir tekerleme tutturarak sıra boyunca saydı. Akağaç, meşe. Al da dikiver. Dişbudak ve çam. Bir de mürver. Yeşil renkli bodur bir şişeye geldiğinde tekerleme sona erdi. Bast tıpasını çevirip açtığı şişeden deneme maksatlı bir fırt çekti, derken suratını ekşiterek ürperdi.

Şişeyi çabucak bırakıp onun yerine kırmızı renkli ve kavisli bir tane aldı. Ondan da bir fırt çekti, ıslak dudaklarını düşünceli bir edayla birbirine sürttü ve başını sallayıp sıvıyı kupasına bolca döktü. Bir sonraki şişeyi işaret ederek yeni bir tekerlemeye başladı: Yün. Kadın. Ay gecenin. Söğüt. Pencere. Mum ışığı ve kalay. Bu sefer sıra, içinde soluk sarı bir sıvı olan berrak bir şişedeydi. Bast tıpayı çekip çıkardı ve tatma zahmetine girmeden içkiyi kupaya uzun uzun döktü. Şişeyi bırakıp kupayı eline aldı ve içmeden evvel onu gösterişli bir tavırla salladı. Büyük bir tebessüm etti ve yeni şişeye parmağıyla vurarak hafifçe çınlamasına sebep oldu. Ardından tekdüze tekerlemesine geri döndü. Fıçı. Arpa.

Taş ve çıta. Rüzgâr ve SuBir döşeme tahtası gıcırdayınca Bast ışıltılı bir tebessüm ederek başını kaldırdı. “Günaydın Reshi.” Kızıl saçlı hancı merdivenin uçundaydı. Uzun parmaklı ellerini üzerindeki temiz önlüğe sildi. “Misafirimiz kalktı mı?” Bast başını iki yana salladı. “Yerinden kıpırdamadı bile.” “Zorlu birkaç gün geçirdi,” dedi Kote. “Herhalde acısını çıkartıyordur.” Şüpheli gözlerle başını kaldırıp havayı kokladı. “İçiyor muydun?” Sorusu suçlayıcı olmaktan ziyade meraklıydı. “Hayır,” dedi Bast. Hancı bir kaşını kaldırdı. “Tadıyordum,” dedi Bast, sözcüğü vurgulayarak. “Tatmak içmekten önce gelir.

” “Ah,” dedi hancı. “Demek içmeye hazırlanıyordun?” “Minik tanrılar aşkına, evet,” dedi Bast. “Hem de nasıl. Yapacak başka ne var ki?” Bast kupasını barın altından çıkarıp içine baktı. “Mürver umuyordum, ama bir tür kavun buldum.” Kupayı kuşkuyla salladı. “Ayrıca baharatlı bir şey.” Bir yudum daha içip gözlerini düşünceli bir ifadeyle kıstı. “Tarçın mı?” diye sordu, şişe sıralarına bakarak. “Yoksa mürverimiz kalmadı mı?” “Orada bir yerde,” dedi hancı, şişelere bakmakla uğraşmadan. “Biraz durup dinle Bast. Dün gece yaptığın şey hakkında konuşmalıyız.” Bast tamamen hareketsiz kaldı. “Ne yaptım Reshi?” “Mael’den gelen o yaratığı durdurdun,” dedi Kote. “Ah.

” Rahatlayan Bast konuyu geçiştirmeye yönelik bir el hareketi yaptı. “Onu sadece yavaşlattım Reshi. Hepsi bu.” Kote başını iki yana salladı. “Onun aklını kaçırmış bir adam olmadığını anladın. Bizi uyarmaya çalıştın. O kadar hızlı davranmasaydın…” Bast kaşlarını çattı. “Hızlı değildim Reshi. Shep öldü.” Barın yakınındaki iyice ovalanmış döşeme tahtalarına baktı. “Shep’i severdim.” “Diğer herkes bizi demirci çırağının kurtardığını sanacak,” dedi Kote. “Ve böylesi herhalde daha iyi. Ama ben gerçeği biliyorum. Sen olmasaydın yaratık buradaki herkesi öldürürdü.

” “Ah Reshi, bu dediğin doğru değil,” diye karşılık verdi Bast. “Sen onu bir tavuk gibi gebertirdin. Senden önce davrandım, o kadar.” Hancı omuz silkerek bu yorumu geçiştirdi. “Dün geceki olay beni meraklandırdı,” dedi. “Burayı biraz daha güvenli hale getirmek için neler yapabileceğimizi düşündüm. ‘Beyaz Binicilerin Avı’ şarkısını duydun mu hiç?” Bast gülümsedi. “O sizden önce bizim şarkımızdı Reshi.” Derin bir nefes aldı ve hoş bir tenorla şarkı söylemeye başladı: Binerler kar kadar beyaz atlara. Kılıçları gümüşi, yayları ak boynuzdan. Üzerlerindeki dallar taze ve kıvrak. Çehreleri yeşil ve kırmızıdan. Hancı başını salladı. “Tam da aklımdaki kıta. Ben burada hazırlık yaparken sen onunla ilgilenir misin?” Hevesle onaylayan Bast adeta yerinden fırladı.

Mutfak kapısına varınca durakladı. “Bensiz başlamayacaksınız, değil mi?” diye kaygıyla sordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir