Peter V. Brett – İblis Döngüsü #1 – Dövmeli Adam

Büyük borunun sesi duyuldu. Arlen yaptığı işe ara verdi, gün doğumunda eflatuna boyanmış gökyüzüne baktı. Sabah sisi hâlâ havaya tutunuyor, nemiyle birlikte bir hayli tanıdık olan keskin bir tat getiriyordu. Sabahın durgunluğunda bunun sadece kendi hayal gücünün bir ürünü olduğunu umar ve beklerken, içinde ketum bir korku birikti. On bir yaşındaydı. Boru bir kez daha çalındı, bu İkincisinin sesi daha uzun ve belirgindi. Arlen’in arkasında evin kapısı açıldı, annesinin iki eliyle ağzını kapatmış orada öylece durduğunu çok iyi biliyordu. Annesinin tepkisini bu kadar net bir şekilde kafasında canlandırabildiğine göre, aynı şey geçmişte kim bilir kaç defa daha meydana gelmişti? Bir duraksama oldu, sonra boru iki kez hızlıca üflendi. Bir uzun ve iki kısa, güney ve doğu demekti. Orman Boyu Evleri. Babasının, Cutterlar arasında arkadaşları vardı. Arlen işine geri döndü, acele etmesi gerektiğinin söylenmesine ihtiyacı yoktu. Bazı günlük işler bir gün bekleyebilirdi ama sürünün hâlâ yemlenmesi ve ineklerin sağılması gerekiyordu. Hayvanları ahırda bırakıp saman ambarını açtı, domuzları yemledi ve tahta süt kovasını gidip getirmek için koştu. Annesi ineklerden ilkinin altına çömelmişti bile.


Yedek tabureyi kaptı ve kendisi de işe koyuldu; beraberce işlerini yaparlarken bir ahenk oluştu, sağılan sütün tahtaya vururken çıkardığı tıkırtı sesi bir cenaze marşı gibiydi adeta. Sıradaki diğer iki ineğe geçerlerken, Arlen, babasının en güçlü atlarını arabalarına doğru çekiştirdiğini gördü; beş yaşında, kestane rengi, Missy adında bir kısraktı bu. Babasının yüzü haşindi. Bu kez ne bulacaklardı acaba? Çok geçmeden, at arabasının sallantısı eşliğinde, Orman Boyu Evleri’ne yaklaşıyorlardı. Orası tehlikeliydi, bir sonraki muhafazalı[1] olan yapıya en az bir saatlik koşu mesafesindeydi ama keresteye ihtiyaç vardı. Eski püskü şalına sarınmış olan Arlen’ın annesi, oğlunu sıkıca yanında tutuyordu. “Anne artık kocaman oldum,” diye sitem etti Arlen. “Bana bebekmişim gibi sarılmana ihtiyacım yok. Korkmuyorum ben.” Bu tam olarak doğru değildi, ancak gidecekleri yere yaklaşırlarken diğer çocukların onu anneciğine sıkı sıkı sarılmış halde görmeleri de olmazdı. Onunla yeterince dalga geçiyorlardı zaten. ”Ben korkuyorum,” dedi annesi. “Sarılmaya ihtiyacı olan ya bensem?” Bir anda göğsü kabaran Arlen, annesine tekrar sokuldu. O, Arlen’ı hiçbir zaman kandıramazdı ama yine de ne söylemesi gerektiğini daima çok iyi bilirdi. Daha diğerlerine ulaşmalarına çok vardı ama ileride göğe doğru bir sütun halinde yükselmekte olan yağlı dumanlar, onlara bilmek istediklerinden fazlasını anlatıyordu.

Ölüleri yakıyorlardı. Herkesin gelip dua etmesi için beklemek yerine bu işe erkenden başlamış olmaları ise, ölülerin sayısının fazla olduğuna işaretti. Zira ölen her insan için dua edilecek olsa, işin gün batımından önce tamamlanması imkânsız olurdu. Arlen’ın babasının çiftliğiyle Orman Boyu Evleri’nin arası beş milden fazlaydı. Geldiklerinde, son birkaç kulübe yangını da söndürülmüştü, gerçi işin aslına bakılacak olursa geriye yanacak pek az şey kalmıştı. On beş ev. Hepsi moloz ve kül yığınına dönüşmüş on beş ev. “Kereste yığınları da yanmış,” dedi Arlen’in babası. Kesim mevsiminden artakalan kararıp kömürleşmiş keresteleri çenesiyle gösterdikten sonra arabanın kenarından yere tükürdü. Arlen ise, çiftliklerindeki kırık dökük çitlerin ağıldaki hayvanları içeride tutmaya bir sene daha nasıl dayanacağını düşününce yüzünü ekşitti ama bunu yaptığı için bir anda kendini suçlu hissetti. Ne de olsa sorun sadece tahtaydı. At arabası durmak için yanaşırken köy sözcüsü onlara doğru yaklaştı. Uzun boylu, ince yapılı, derisi meşine benzeyen, yaşlı ama çetin bir kadındı Selia. Arlen’in annesi ondan bahsederken bazen Çorak Selia da derdi. Kırlaşmış uzun saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı ve şalını üzerinde bir makam işareti gibi taşıyordu.

Arlen’ın onun sopası sayesinde birden fazla kez öğrendiği üzere, Selia’nın hiçbir zırvaya tahammülü yoktu, ancak bugün onun varlığı Arlen’a rahatlık veriyordu. Nedense Selia’nın yanında güvende hissediyordu, tıpkı babasının yanında da olduğu gibi. Hiç çocuğu olmamasına rağmen Selia, Tibbet Deresi köyündeki herkese evladıymış gibi davranırdı. Onun bilgeliğine pek az, inadına ise çok daha az insan erişebilirdi. Eğer Selia’nın gözüne girmişseniz, onun yanındayken dünyanın en güvenli yerindesiniz demekti. “İyi ki geldin Jeph,” dedi Selia, Arlen’ın babasına. “Silvy’yi ve küçük Arlen’ı yanında getirmen iyi olmuş,” diye devam etti, onlara başıyla selam vererek. “Her türlü yardıma ihtiyacımız var. Ufaklığın bile yardımı dokunabilir.” Arlen’in babası arabadan homurdanarak indi. “Aletlerimi getirdim,” dedi. “Nereden başlayacağımı söyle, yeter.” Arlen, babasının sözünü ettiği değerli aletleri arabanın arkasından toparladı. Tibbet Deresi’nde metal az bulunurdu ve babası sahip olduğu iki küreği, kazması ve testeresiyle gurur duyardı. Bugün aletlerden her birine çok iş düşecekti.

“Yirmi yedi,” dedi Selia, Arlen’ın anne ve babasının sormaya korktuğu sorunun cevabını vererek. Silvy’nin nefesi kesildi, elini ağzına götürdü, gözleri dolu dolu olmuştu. Jeph tekrar tükürdü. “Kurtulan var mı?” diye sordu. “Birkaçı,” diye cevap verdi Selia. Ölülerin yakıldığı odun yığınına gözünü ayırmadan bakan küçük bir çocuğa sopasının ucunu doğrultarak, “Manie…” dedi. “Gecenin karanlığında ta benim evime kadar koşmuş.” Silvy bir an nefessiz kaldı. Şimdiye kadar hiç kimse kaçarak kurtulamamıştı. “Brine Cutter’ın evindeki muhafazalar gece uzun süre dayanmış,” diye devam etti Selia. “Brine ve ailesi her şeyi izlemiş. Diğerlerinden birkaçı nüveliklerden[2] kaçıp onların imdadına yetişmiş, fakat alevler yayılıp çatıyı tutuşturmuş. Kirişler çatlamaya başlayıncaya kadar evin içinde bekleyip şafağa dakikalar kala şanslarını dışarıda denemişler. Nüvelikler Brine’ın karısı Meena ile oğulları Poul’u öldürmüş ama diğerleri kurtulmuş. Yanıklar iyileşir, çocuklar da zamanla düzelir ama diğerleri…” Cümleyi bitirmesine gerek yoktu.

Bir iblis saldırısından kurtulanları kısa sürede ölmek gibi bir kader beklerdi. Belki hepsi değil, hatta çoğunluğu bile değil ancak yeteri kadarı ölürdü. Bazıları kendi canlarına kıyar, diğerleri ise boş bakışlarla, göçüp gidecekleri zamana dek yiyip içmeyi reddederdi. “Saldırının üstünden bir sene bir gün geçene kadar saldırıdan tam olarak kurtulmuş sayılmazsın” sözü halk arasında yaygındı. “Halen bir düzine kayıp var,” dedi Selia. Ama sesinde pek az umut vardı. “Hepsini çıkartacağız,” diye onayladı Jeph, haşin bir tavırla. Dumanı tüten çökmüş evlere bakıyordu. Cutterlar evlerini ateşten etkilenmesin diye çoğunlukla taştan yapardı, ama eğer bir yerde yeterince ateş iblisi toplanır ve muhafaza sembolleri başarısız olursa, taş bile dayanamaz yanardı. Jeph, molozları temizleyen ve ölüleri cenaze odunlarına arabalarla taşıyan diğer adamlara ve birkaç güçlü kadına katıldı. Doğal olarak, cesetler yakılmalıydı. Hiç kimse iblislerin her gece içinden çıkıp geldiği toprağa gömülmek istemezdi. Cübbesinin kollarını sıvayarak kalın kollarını çıplak bırakmış olan Rahip Harral, her cesedi ateşe kendisi verip dualar mırıldanıyor, alevler cesetleri yuttukça havaya muhafaza sembolleri çiziyordu. Silvy ise daha küçük çocukları bir araya toplayan ve Tibbet Deresi’nin Otacısı Coline Trigg’in gözetimi altında yaralıları tedavi eden diğer kadınlara katılmıştı. Ama hayatta kalanlardan bazılarının acısını dindirebilecek hiçbir şifalı ot yoktu.

Ailesiyle odun almaya geldiklerinde Arlen’ı havaya fırlatan ve aynı zamanda Genişomuzlu Brine olarak da bilinen Brine Cutter, gürül gürül kahkahalara sahip dev gibi bir adamdı. Şimdi ise enkaza dönmüş evinin yanında, küllerin arasında oturmuş, başını evinin kararmış duvarlarına vuruyor, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Sanki çok üşüyormuş gibi de kollarını sıkı sıkı kendi vücuduna dolamıştı. Arlen ve diğer çocuklara ise su taşıma ve yanmış tahta yığınları arasında kurtarılabilecek eşyaları bulma görevi verilmişti. Ilık geçecek birkaç ay daha vardı önlerinde, ancak tüm kışa yetecek kadar odun kesmek için zamanları olmayabilirdi. Bu sene de gübre yakmak zorunda kalabilirlerdi ki bu durumda evler leş gibi kokacaktı. Arlen bir kez daha suçluluk duygusuna kapıldı. Ne cenaze odunlarının arasında yanıyordu, ne de hayattaki her şeyini kaybettiği için şok içinde kafasını duvarlara vuruyordu. Gübre kokan bir evde yaşamaktan çok daha kötü kaderler mevcuttu. Sabah vakti yavaş yavaş ilerledikçe daha çok köylü geldi. Ailelerini ve ayırabildikleri kadar erzaklarını getirdiler. Balıkçı Çukuru’ndan, Kasaba Meydanı’ndan, Boggin Tepesi’nden ve Islak Bataklık’tan geldiler. Hatta bazıları ta Güneygözeti’nden bile geldi. Ve Selia onları teker teker korkunç haberlerle karşılayıp işe koyulmaları için çeşitli görevlere yönlendirdi. Sayılarının artmasıyla, erkekler gayretlerini iki katma çıkardı.

Yarısı kazmaya devam ederken diğerleri köyde kurtarılabilecek tek yapı olan Brine Cutter’ın evinin etrafında toplandı. Selia omzuyla bu koca adamı bir şekilde destekleyerek oradan uzaklaştırırken, erkekler molozları temizleyip yeni taşları taşımaya başladı. Birkaçı muhafaza sembolü için gerekli olan malzemeleri çıkarıp yeni semboller için gereken boyama işine başlarken, çocuklar saz ve samanlardan bir dam örtüsü meydana getirdi. Ev karanlık çökmeden hazır duruma gelecekti. Arlen tahta taşıma işinde Cobie Fisher ile eşleşmişti. Kaybedilenlere oranla çok az da olsa, çocuklar birçok tahta parçası toplamıştı. Cobie uzun boylu, yapılı bir çocuktu. Kıllı kolları, koyu kıvırcık saçları vardı. Diğer çocuklar arasında popüler olsa da bu popülaritesi daha çok zorbalığından kaynaklanıyordu. Hakaretlerine maruz kalmayan çocukların sayısı az, dayaklarına maruz kalmayanların ise daha da azdı. Arlen’a yıllarca eziyet etmiş ve diğer çocuklar buna seslerini çıkarmamıştı. Jeph’in çiftliği, Tibbet Deresi’nin en kuzeyinde kalan çiftlikti ve çocukların oyun oynamak için toplandıkları Kasaba Meydam’ndan bir hayli uzaktı. Arlen ise zamanının çoğunu Dere’de geçirmeyi tercih ederdi. Bu yüzden onu Cobie’nin gazabına kurban vermek diğer çocukların işine geliyordu. Arlen ne zaman balık tutmaya gitse veya Kasaba Meydanı’na giderken ne zaman Balıkçı Çukuru’ndan geçse, Cobie ve arkadaşları bunu işitir ve eve dönüş yolunda hep aynı yerde bekliyor olurlardı.

Bazı zamanlar sadece isim takıp dalga geçmekle ya da itip kakmakla yetinirlerdi. Ama genelde, eve yüzü gözü kanayıp morarmış halde gelen Arlen, annesinden kavga ettiği için azar işitirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Peter v brett’in bu serisinin diğer kitaplarınıda yükleyebilirmisiniz mümkünse