R. A. Salvatore – Luthien’in Kumarı

Eriador’da karanlığın hüküm sürdüğü bir zamandı. Avon denizindeki bütün adalan baskı altında tutan Kral Greensparrow ve büyücü düklerinin, halka karşı yönetimin yanında yer alan, Praeto-rian Muhafızların, tepegözlerin zamanıydı. Zaman, Avon denizinde ruhani yaşamın abideleri olarak inşa edilen, yüce güçlere sadakatin timsali sekiz büyük katedralin çanlarının vergi toplamak için çaldığı zamandı. Ama, zaman umut zamanıydı da. Eriador’un en büyük kenti Montfort’ta İron Cross denilen sıradağların kuzeybatısından özgürlük ve isyan haykırışları yükseliyordu. Şeytan Dük Morkney, Greensparrow’un piyonu, ölüydü arak; çıplak, cılız bedeni, Montfort’un en büyük katedrali Ministry’nin en yüksek kulesinde sallanmaktaydı. Kentin aşağı kesimlerinde, yerleşimin seyrek olduğu bölgede, gururlu Eriadorlular eski kralları düşünür ve yüzyıllar önce tepegözlerle yapılan vahşi savaşın kahramanı Bruce MacDonald’ın adını haykırırken, zengin tüccarlar ve onların tepegöz muhafızları yukarılarda sıkışıp kalmışlardı. Bu küçücük bir şeydi aslında. Bir karanlık tarlasındaki küçücük bir ışık huzmesi, kara bir gecede parlayan yalnız bir yıldız gibiydi. Evet, şeytan büyücü-dük ölüydü; ancak büyücü-kral onun yerini kolaylıkla kapatabilirdi. Montfort, artık yerleşik düzene ve muhafızlarına karşı yapılan ayaklanmaları ve kızgın bir savaşın sancılarını yaşamaktaydı. Avon ordulan henüz gelmemişlerdi. Fakat kara kış ülkeyi sarmaladığında o da olacaktı. Geldiklerinde ise, büyücü-krala karşı ayaklananlar gerçek karanlığın ne olduğunu göreceklerdi. Ama, asiler olaya böyle bakmıyorlardı.


Onlar bir çırpıda, hiçbir şey düşünmeksizin birbirlerine kenetlenmiş, umuda dopdolu savaşacaklardı. Tüm isyanlarda olduğu gibi. Montfort’ta savaşın adını anmak, güney Avon hükümdarlığının zulmüne boyun eğmekten bıkmış, gururlu Eriador halkı için hiç de küçük bir şey değildi. Bruce MacDonald’ın adını ağza almak da, Eriador’un yeni kahramanının adını haykırmak da: Morkney’in celladı, henüz kendisi de farkında olmasa da tomurcuklanan isyanın öncüsü. Kızıl Gölge. İsyan tam burada başlamışa. Ministry Katedrali’nde, sıraların bulunduğu o geniş alanda. İlk çatışmada öldürülenlerin kurumuş kanlan hala görülebiliyordu. Kan, ahşap sıralan ve taş zemini boyamış, duvarlara, oymak heykellere sıçramıştı. Katedral, şehrin tüccar sınıfının yaşadığı bölgeyi sıradan halktan ayıran duvarın yanına inşa edilmişti; dolayısıyla stratejik bk önem taşımaktaydı. Çatışmanın başından bu yana defalarca el de-ğiştkmişti ama asiler o kadar azimliydi ki, tepegözler kuleyi Dük Morkney’in cansız bedenini indkecek kadar uzun süre ellerinde tutamamışlardı. Ama bu sefer, tek gözlü canavarlar bütün güçleriyle gelmişler ve Ministry’nin batı kapılarıyla katedralin kuzey kolundaki küçük girişte karşılaştıkları dkenişi kırmışlardı. Tepegözler içeri akın ettiler; karşılarında azimli dkenişçileri buldular ve taze kan, ahşap sıralarla taş zemindeki kurumuş kanı örttü. Bkkaç saniye içinde iki cephe arasındaki sınır kaybolmuştu. Artık, kendinden geçmiş, vahşice bkbirini doğrayan, öldüren, ölen, acımasız bk düşman yığını vardı sahnede.

Çaüşma, kentin aşağı bölümlerinden, isyancılara ait sokaklardan da duyulmaktaydı. Siobahn, yan elf, yan insan ve onun kırk kadar elf yoldaşı—ki bu da Montfort’taki ciflerin üçte birinden fazlaydı— savaşın çağrısına cevap vermekte gecikmediler. Büyük katedralin duvarında, Montfort’un aşağı yakasına açılan gizli bk geçit vardı. Kurnaz cüceler bu geçidi Montfort’taki nadk ateşkes anlarında kazmışlardı. Siobahn ve arkadaşları kentin aşağı yakasından fırlayıp, geçitte aşağı sarkıtılmış olan iplere tırmanmaya başladılar. Geçitte kıvrılarak ilerlerken katedralin göbeğindeki çatışmayı duyabiliyorlardı. Geçit tünellere ayrılıyordu; bk tarafta şehri ikiye bölen duvar boyunca ilerliyor, diğer tarafta da katedralin doğusundaki burna doğru kıvrılıyordu. Cüceler bu geçidi yapmakta hiç zorlanmamışlardı. Çünkü duvarlar on ayaktan daha kalın değildi ve daha bk çok tünel de katedralin bakımıyla uğraşan kişilerce kullanılmak üzere önceden kazılmıştı. Elfler bk süre sonra genellikle batiya ilerler oldular ve bk süre sonra onlan da bk üstteki kata taşıyacak, tünelin sonundaki merdivene ulaştılar. Tırmanıp, önce güneye, sonra tekrar batıya ilerlediler ve sonunda da haç şeklindeki katedralin güney kolunun etrafındaki turlarını tamamladılar. Siobahn önündeki bk taşı oynatıp kenara itti ve sürünerek güney balkona, triforyuma çıkü. Burası, yerden elli ayak yükseklikte, batı kapısından haç şeklindeki katedralin kollarının kesiştiği alana doğru, sıraların bulunduğu bölüm boyunca uzanan geniş bk çıkmaydı. Güzel yan-elf Siobahn buğday rengi buklelerini geriye atarken derin bir nefes aldı ve aşağıdaki berbat sahneye bir göz ata. “Oklarınızı dikkatle nişanlayın,” dedi Siobahn arkasında sıralanan arkadaşlarına.

Aşağıdaki iç içe girmiş, dövüşen bedenlere bakıldığında bu emir çok gereksizdi. Rakiplerinden meydan okuma cesaretini gösterebilen çok çıkmamıştı ama az sayıda da olsa Avon’daki birkaç okçu, ciflerle boy ölçüşebilecek yetenekteydi. Uzun, mükemmel yaylar sakırdadı ve oklar Tepegözleri alaşağı etmek için havayı yararak ilerledi. Bitlerin dörtte biri başlarındaki Siobahn ile birlikte triforyu-mun batı kanadının sonuna doğru koştu. Burada, kilise sıralarının bulunduğu alanın zemininden biraz yüksekte kalan küçük bir tünel vardı. Tünel, bu alana açılan batıdaki girişe doğru uzanıyor, merkezden karşıya geçiyor ve haçın kuzey koluna açılıyordu. Elfler gölgelerin içinden fırladılar, balkonu süsleyen heykellerin çevresinden dolanıp tam karşıdaki kuzey koluna doğru koştular. Buradaki kapıda giderek artan bk tepegöz akını vardı ve onları ve içeri akan tepegözleri teker teker devken oklarını ardı ardına fırlatmaya, kuzey girişi cesetlerde doldurmaya başladılar. Sıraların arasındaki göbekte, tepegözlerin ve destek kuvvetlerinin akını azalmış gibiydi. Başta gösterdikleri ivmeyi sürdürmekte güçlük çekiyorlardı. Ama sonra birden güney kapılarının kütük ile parçalanmasıyla bklikte bk patlama olmuş ve orada kurulu olan barikat yıkılmışa. Yeni bk tepegöz ordusu içeri akın etti. Ne okçu cifler ne de göbekte savaşanlar onları durdurabilklerdi. “Sanki Montfort’un tüm tek gözlüleri tepemize geliyor!” diye haykırdı Siobahn’ın arkasındaki elf. Siobahn başıyla onayladı bu düşünceyi.

Görünen oydu ki, kralın Montfort’taki kuvvetlerinin yeni kumandanı olarak adı duyulan Vikont Aubrey, Minisüy’nin düşman elinde yeterince uzun kaldığına karar vermişti. Söylentilere göre, Aubrey bk soytarıydı. Kraliyet ailesinin hizmetkarı, zalim Avon kralının uşakları, beceriksiz bk dolu vikont ve barondan sadece biriydi. Her açıdan bir soytarıydı ama yine de Montfort muhafızlarının kumandasını eline geçirmişti ve şimdi de katedralde asilere karşı gücünü göstermekteydi. “Luthien bunu biliyordu,” dedi Siobahn, ağlamaklı bir sesle. Sevgilisinden bahsediyordu; kader tanrıçalarının Kızıl Gölge olarak seçtikleri sevgilisinden. Gerçekten de Luthien daha bir hafta önce Siobahn’a Ministry’de bahara kadar tutunmalarının mümkün olmayabileceğini söylemişti. “Onları durduramayız,” dedi Siobahn’m arkasındaki elf. Siobahn bir an avazı çıkağı kadar bağırmak, karamsarlığı yüzünden diğerini haşlamak istedi. Ama elf çok da haksız değildi. Vikont Aubrey Ministry’yi geri istiyordu ve alacaktı da. Artık ciflerin görevi bu büyük binayı savunmak değildi. Şimdi tüm ümitleri buradan mümkün olabildiğince çok kişiyi sağ çıkarabilmekti. Ve tabi, bu arada da tepegözlere mümkün olduğunca çok acı çektirebilmek. Siobahn yayını çekti ve okunu yere serdiği bir adamı devasa kılıcıyla deşmeye hazırlanan bir tepegözün göğsüne sapladı.

Tepegöz, başına gelenin farkında değilmişçesine kımıldamadan kalakaldı; koca gözü aşağıda saplanmış, titreyen oka bakıyordu. Bu arada, öldürmeye çalıştığı adam ayağa fırlamış ve elinde çevirdiği sopasıyla canavarın yüzünü dağınp yere düşüşünü hızlandırmıştı. Adam döndü ve balkondaki Siobahn’a bakıp yumruğunu zafer ve minnet duygusuyla havaya kaldırdı. Ama, koşan iki ayak sesiyle tekrar yeni bir çatışmanın tam ortasında buldu kendini. Tepegözler kıyasıya dövüşen yığının güneyinden sırayla ilerleyerek müttefiklerine katılıp direnişi kırmaya başladılar. “Güneydeki balkona geri dönün,” diye bağırdı arkadaşlarına Siobahn. Elfler Siobahn’a baktılar; karşıya, arkadaşlanmn yanına döndükleri taktirde, stratejik önemi olan bir noktayı düşmana bırakmış olacaklardı. “Geri!” diye tekrarladı Siobahn çünkü olacakları görebiliyordu. Göbekteki dövüş kaybedilecek, ondan sonra da tepegözler bakışlarını yukarılara, balkonlara çevireceklerdi. Siobahn’ın gurubu için tek kaçış yolu geldikleri yoldu: Güneydeki balkonu doğu duvarına bağlayan gizli geçit. Yan-elf önlerinde uzun bir yol olduğunu ve baa kapılarının üstündeki o küçük geçit tepegÖ2ler tarafından kapatılırsa kuzeydeki balkonun kuşatılmış olacağını ve ekibiyle birlikte orada sıkışıp kalacaklarını biliyordu. “Koşun!” diye bağırdı arkadaşlarına Siobahn. Elflerin bir kısmı nedenini hala anlamamış olsa da hiçbiri emri sorgulamakla zaman kaybetmedi. Arkadaşları yanından geçip giderken Siobahn kuzey balkonunun altında bekledi. Arkadaşlarının kaçabileceklerinden emindi.

Onu asıl kaygılandıran, katedralin göbeğinde direnen a-damlardan birinin bile Ministry’den sağ çıkamama olasılığıydı. Bütün cifler geri dönmüş, tünele girmekteydiler. Siobahn’ın geride beklediğini fark etmemişlerdi. Siobahn da tam peşlerinden gitmek üzere dönmüştü ki, birden arkasına baka ve içini bir umut dalgası kapladı. Katedralin arkada kalan duvarından, arkadaşlarının Ministry’ye girmek için kullandığı gizli geçidin tam altından oldukça düzgün dikdörtgen bir parça düşüyordu. Siobahn çok büyük bk çarpma sesi bekliyordu ama dikdörtgen bloğun yere düşmediğini, zinck-lerle desteklenmiş açılır kapanır bk köprü gibi olduğunu görünce şaşırdı. Biri bu taş platforma adayarak içeri daldı; sırtında dalgalanan kızıl bk pelerin vardı. Adam platformdan da aşağı adadı ve atlamasıyla bklikte iki adımda katedralin doğu burnundaki akara ulaşıverdi. Adam, elinde muhteşem kılıcı, yukarı, aharın üstüne sıçradı. Siobahn gülümsedi. Görünen oydu ki, kurnaz cüceler gizli geçidi kazmaktan daha fazlasını becermişler, muhtemelen Luthien’in isteği üzerine bu açılır kapanır köprüyü yapmışlardı. Çünkü, zeki genç adam bugünü gerçekten de önceden görmüştü. Ministry’nin direnişçileri dövüşmeye devam ettiler—tepegöz-lerse arkalarına baktılar ve korkuyla titrediler. Kızıl Gölge oradaydı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir