R. A. Salvatore – Unutulmuş Diyarlar – 02 – Kara Elf Üçlemesi – 2 – Sürgün

Canavar, pullu sekiz bacağı ile zaman zaman taşı çizerek, Karanlıkaltı’nın sessiz dehlizleri boyunca ağır aksak ilerledi. Yankılanan kendi gürültüsünden irkilmiyor, çıkardığı sesten ürkmüyordu. Bir başka avcının saldırısını bekleyip, gizlenmek için telaş da etmiyordu. Karanlıkaltı’nın tehlikeleri içinde bile, bu yaratık güvenlik içinde olduğu duygusundan başka duygu bilmezdi; kim olursa olsun, her düşmanı alt etme becerisinden emindi. Soluğu öldürücü zehrin berbat kokusunu yayıyor, pençelerinin keskin uçları sert kayada derin oyuklar açıyordu. Uğursuz çenesinde sıralanmış mızrağa benzer dizi dizi dişler, en kalın deriyi bile parçalayabilirdi. Ancak en beteri canavarın bakışıydı; baktığı her canlı varlığı katışıksız taşa dönüştürebilen bir basilisk* bakışı. * Basilisk: Nefes ve bakışında öldürme gücü olan ejderha. Bu dev gibi ve korkunç yaratık, türünün en irilerindendi. Korku nedir bilmezdi. Avcı, aynı gün daha erken saatlerde de yaptığı gibi, basiliskin geçişini izledi. Sekiz ayaklı canavar, burada, avcının arazisine giren davetsiz bir konuktu. Avcı, basiliskin zehirli soluğu ile rothelarından-sofrasının bereketini arttıran küçük, sığır benzeri yaratıklarından-pek çoğunu öldürdüğüne tanık olmuştu ve sürünün geri kalanı ise sonsuz dehlizlerden aşağı körlemesine, belki de asla dönmemecesine kaçışmışlardı. Avcı öfkeliydi. Şimdi canavarın dar geçitten, tam da avcının tahmin ettiği yoldan, ağır adımlarla ilerleyişini izliyordu.


Silahlarını kınlarından çekti ve her zaman olduğu gibi, kusursuz dengelerini hisseder hissetmez kendine güven kazandı. Avcı bunlara çocukluğundan beri sahipti ve neredeyse otuz yıl sürekli kullanıldıktan sonra bile, silahlarda pek az eskime belirtisi vardı. Şimdi yeniden denenebilirlerdi. Avcı silahlarını yerlerine geri koydu ve kendisini harekete geçirecek sesi bekledi. Gırtlaktan gelen bir homurtu basiliski durdurdu. Zayıf gözleri birkaç ayak öteyi pek az seçebilmesine karşın, canavar merakla ilerisini gözledi. Homurtu bir kez daha duyuldu ve basilisk kamburunu çıkararak çöküp, bir sonraki kurbanı olacak bu meydan okuyan yaratığın ortaya atılıp ölmesini bekledi. Epey geride, avcı gizlendiği yerden çıkıp dehliz duvarındaki ufak çatlak ve çıkıntılar boyunca inanılmaz bir hızla koştu. Büyülü pelerininin; piwafwisinin içindeyken görünmez olmuştu ve kayadan ayırt edilemiyordu. Çevik ve ustalıklı hareketleri sayesinde hiç ses çıkarmıyordu. İnanılmayacak kadar sessiz, inanılmayacak kadar hızlı geldi. Basiliskin ilerisinden homurtu yeniden duyuldu ama daha yakma gelmedi. Sabrı tükenen canavar öldürme arzusuyla ayaklarını sürüyerek ilerledi. Basilisk alçak bir kemerin altından geçtiğinde, bir zifiri karanlık küresi kafasını çevreledi ve canavar apansız durarak, tıpkı avcının beklediği gibi, bir adım geriledi. Artık avcı canavarın tepesindeydi.

Geçit duvarından atladı ve daha hedefine erişmeden, üç ayrı hareket gerçekleştirdi. İlk olarak, basiliskin kafasını parlak mavi ve mor alevlerle çevreleyen basit bir büyü yaptı. Sonra, kukuletasını yüzüne doğru indirdi, zira savaşta gözlerine gereksinimi yoktu ve bir basiliske rastgele bir bakış felaketini getirebilirdi. Ardından, ölümcül palalarını çekerek canavarın sırtına indi ve kafasına ulaşmak için pullu kabuğunda ilerledi. Raks eden alevler başını çevreler çevrelemez, basilisk tepki verdi. Alevler yakmıyordu, ancak canavarı kolay bir hedef haline getiriyorlardı. Basilisk dönmeye davrandı, ama daha kafasını yarıya kadar çevirmeden, ilk pala gözlerinden birine saplandı. Yaratık avcıyı ele geçirmek için gerileyip çırpındı. Zehirli dumanını soludu ve kafasını salladı. Avcı daha hızlıydı. Yaratığın ağzının ardında, ölümün yolunun uzağında durmayı sürdürdü. İkinci pala basiliskin diğer gözünü buldu, sonra avcı öfkesinin dizginlerini salıverdi. Basilisk davetsiz bir konuktu; rothelarını öldürmüştü! Birbiri ardına gelen vahşi darbeler canavarın zırhlı kellesine iniyor, pullu kabuğundan parçalar kopararak altındaki ete doğru dalıyordu. Basilisk tehlikeyi kavramıştı, ancak hâlâ kazanacağına inanıyordu. Hep kazanmıştı.

Zehirli soluğunu öfkeli avcıya bir denk getirebilseydi. İkinci düşman, homurdanan kedi düşman, o anda, alevlerle çevrelenmiş kafaya korkusuzca atılmış ve basiliskin tepesine çökmüştü. İri kedi canavara kenetlendi ve zehirli dumanına aldırmadı, çünkü o bir büyü yaratığıydı ve böylesi saldırılardan etkilenmezdi. Panter pençeleri basiliskin diş etinde derin çizikler açarak, canavara kendi kanını içirdiler. İri kafanın ardında, avcı tekrar tekrar, belki yüz kez vurdu. Palalar vahşice, zalimce pullu zırhı, eti ve kafatasını döverek, basiliski ölümün karanlığına yolladılar. Canavar hareketsiz kaldıktan uzun zaman sonra, kanlı palaların darbeleri yavaşladı. Avcı kukuletasını çıkardı ve ayakları dibindeki parçalanmış kanlı yığını ve kılıçlarındaki sıcak kan lekelerini inceledi. Uçlarından kan damlayan palalarım havaya kaldırdı ve ilkel bir sevinç çığlığı ile zaferini ilan etti. Avcı oydu ve burası onun yuvasıydı. Ancak, tüm hiddetini o haykırışla boşalttığı zaman, avcı, dostuna baktı ve utanç duydu. Panterin yuvarlak gözleri onu yargılıyordu, panter yargılamasa bile. Kedi, avcının geçmişiyle, avcının bir zamanlar bildiği medeni varoluşuyla tek bağıydı. “Gel, Guenhwyvar,” diye fısıldadı, palalarını kınlarına geri yerleştirirken. Konuştuğu zaman, sözcüklerin sesi onu mutluluğa boğmuştu.

Bu, on yıldır duyduğu tek sesti. Fakat, şimdi her konuşmasında, sözcükler daha tuhaf görünüyor ve güçlükle sarf ediliyorlardı. Tıpkı önceki varoluşunun tüm diğer özelliklerini yitirdiği gibi, bu beceriyi de mi yitirecekti? Avcı bundan müthiş korkuyordu, çünkü sesi olmadan panteri çağıramazdı. O zaman gerçekten tek başına kalırdı. Karanlıkaltı’nın sessiz dehlizlerinde ilerlediler, avcı ve kedisi, hiç ses çıkarmadan, tek bir taş kıpırdatmadan. Bu dingin dünyanın tehlikelerini beraberce tanımış, beraberce hayatta kalmayı öğrenmişlerdi. Ancak, zafere rağmen, avcı bugün gülümsemiyor-du. Hiçbir düşman onu ürkütmüyordu, fakat artık cesaretinin kendisine güvenden mi, yoksa yaşama kayıtsızlıktanım geldiğinden emin değildi. Belki de hayatta kalmak yeterli değildi. Bölüm 1 Avcı Doğduğum şehirden, halkımın şehrinden ayrıldığım günü açık seçik anımsıyorum. Tüm Karanlıkaltı önümde uzanıyordu; macera ve heyecan dolu bir yaşam, yüreğimi hafifleten olasılıklar. Ancak, bunun da ötesinde, Menzoberranzan dan artık yaşamımı ilkelerimle uyum içinde yaşayabileceğim inancı ile ayrıldım. Guenhuryvar yanımda, palalarım belimdeydi. Geleceğim benim ellerimdeydi. Fakat o drow, o kader gününde Menzoberranzan’ı terk eden, henüz yaşamının kırkıncı yılına bile gelmemiş genç Drizzt Do’Urden, zamanın gerçeğini kavramaya başlamamıştı; diğerleri ile paylaşılmadığında zamanın ne kadar yavaş geçtiğini.

Gençliğimin verdiği coşkunlukla, yüzyılları iple çekiyordum. Tek bir saat bir gün gibi, tek bir gün bin yıl gibi göründüğünde yüzyılları nasıl ölçersin? Karanlıkaltı nın şehirleri ötesinde, bulmasını bilene aş, saklanmasını bilene emniyet vardır, yine de, Karanlıkaltı’nın sayısız şehirlerinin ötesinde, her şeyden çok, yalnızlık bulunur. Boş tünellerin yaratığı oldukça, hayatta kalmak benim için hem daha kolay, hem daha zor oldu. yaşamak için gerekli fiziksel beceriler ve deneyim kazandım. Kendi belirlediğim bölgeme giren hemen her şeyi alt edebilir, yenemeyeceğim az sayıdaki canavardan kesinlikle kaçıp saklanabilirdim. Ancak, ne yenebileceğim, ne de kaçabileceğim bir düşmanı keşfetmem uzun sürmedi. Nereye gitsem beni takip etti- aslında ne kadar uzağa kaçsam, o kadar yakınıma geldi. Düşmanım yalnızlıktı, dingin denizlerin sonsuz, aralıksız sessizliği. Bunca yılın ardından dönüp geriye baktığımda, böylesi bir varoluş altında katlandığım değişikliklere hayret ediyor, dehşete düşüyorum. Mantık sahibi her varlığın gerçek kimliğini belirleyen şey, o varlık ve diğerleri arasındaki dil ve iletişimdir. Bu bağlantı olmadan, kaybolmuştum. Menzoberranzan’ı terk ettiğimde, yaşamımı ilkelerime, gücümü boyun eğmez inançlarıma dayandırmaya kararlıydım. Ancak, Karanlık altında yalnız geçen sadece birkaç aydan sonra, hayatta kalışımın tek sebebi hayatta kalışım oldu. İçgüdülerle hareket eden bir yaratık olmuştum; hesaplı ve kurnaz, ancak düşünmeyen. Aklımı en son cinayetimi planlamak dışında kullanmaz olmuştum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir