Stephen King – Kara Kule #4 Büyücü ve Cam Küre

Dördüncü gün Dorothy’yi çok sevindiren bir şey oldu. Oz onu çağırttı. Kız taht salonuna girdiği zaman adam onu nazikçe selamladı. “Otur, yavrum. Seni bu ülkeden göndermenin bir yolunu bulduğumu sanıyorum.” Kız heyecanla, “Ve Kansas’a dönmemin yolunu da, öyle mi?” diye sordu. Oz, “Şey,” dedi. “Kansas bakımından pek de emin değilim. Açıkçası onun ne tarafta olduğu konusunda en ufak bir fikrim bile yok.” The Wizard of Oz (Oz Sihirbazı), L. Frank Baum Rolümü uygun biçimde yapabilmeyi ummadan önce daha evvelki, daha mutlu görüntülerden bir yudum istedim. Önce düşün, sonra savaş askerin sanatı bu: Eski zamanların tadını alırsan her şey düzelir. Childe Roland to the Dark Tower Came (Childe Roland Kara Kule’ye Geldi.), Robert Browning ÖNCESİ… Büyücü ve Cam Küre (Wizard and Glass), esin kaynağı Robert Browning’in “Childe Roland Kara Kule’ye Geldi” adlı şiiri olan uzun öykü dizisinin dördüncü cildi. Kara Kule (The Gunslinger) adlı birinci ciltte Gilead’lı Roland’ın siyah giysili Walter’ı izlemesi ve sonunda onu yakalaması anlatılıyordu.


Walter, Roland’ın babasına dostmuş gibi davranırken aslında büyük bir büyücü olan Marten’e hizmet ediyordu. Roland’ın amacı yarı-insan Walter’ı yakalamak değil, hedefine ulaşmak için başvurduğu bir yoldu. Roland asıl Kara Kule’ye gitmek istiyordu. Orada, Orta-Dünya’nın hızlanan mahvoluşunu durdurabileceğini, hatta belki de bu süreci tersine döndürebileceğini umuyordu. Roland bir bakıma bir şövalye sayılır. Kendi türünün sonuncusu Kule onda bir saplantıdır. Roland’la ilk karşılaştığımız zaman yaşamasının tek nedeninin bu olduğunu anlıyoruz. Marten’in onu daha önce bir erkeklik sınavından geçmeye zorladığını öğreniyoruz. Büyücünün Roland’ın annesini baştan çıkardığını da. Marten, Roland’ın sınavı geçemeyeceğini ve onun “batıya gönderileceğini” umuyormuş. Delikanlı o zaman sonsuza dek babasının silahlarına sahip olamayacakmış. Ancak Roland, Marten’in planlarını altüst ederek sınavı geçmiş… Bunun baş nedeni silahları zekice seçmiş olmasıymış. Silahşorun dünyasının bizimkiyle temelde, korkunç bir biçimde bir ilişkisi olduğunu da öğreniyoruz. Bu ilişki Roland terkedilmiş bir konaklama yerinde 1977’nin New York’undan gelmiş Jake adlı çocukla karşılaştığı zaman ilk kez ortaya çıkıyor. Roland’ın dünyasıyla bizimkinin arasında kapılar var.

Bunlardan biri de ölüm. Jake de Orta-Dünya’ya ilk kez böyle ulaşıyor. Kırk Üçüncü Sokak’ta arkasından itilen Jake’i bir araba çiğniyor. Onu iten adamın adı Jack Mort… Ancak bu olay sırasında Mort’un kafasında gizlenen ve onun katil ellerini yönlendiren Roland’ın eski düşmanı Walter. Jake’le Roland, Walter’a erişemeden çocuk tekrar ölüyor. Bu seferki neden farklı. Silahşor bu sembolik oğluyla Kara Kule arasında acı verici bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Ve Kule’yi seçiyor. Jake’in uçuruma yuvarlanmadan önceki son sözleri, “O halde git!” oluyor. “Bunlardan başka dünyalar da var!” Roland’la Walter son defa Batı Denizi’nin yakınında karşılaşıyorlar. Konuşmalarla geçen uzun bir gece sırasında kara giysili adam acayip bir Tarot destesinin yardımıyla Roland’ın geleceğini okuyor. Silahşorun dikkatini özellikle üç karta çekiyor: Mahkûm, Gölgelerin Hanımı ve Ölüm. (“Ama bunun seninle bir ilgisi yok, silahşor!”) Üçün Çizgileri (The Drawing of the Three) adlı ikinci cilt Batı Denizi’nin kıyısında Roland’ın eski düşmanıyla karşılaşmasından ve Walter’ın çoktan ölmüş olduğunu anlamasından kısa bir süre sonra başlıyor. Kemiklerle dolu yerde artık daha fazla kemik var. Bitkin haldeki silahşora etobur “ıstanavarlar” sürüsü saldırıyor.

Roland onlardan kaçamadan ciddi bir biçimde yaralanıyor. Sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kaybediyor. Yaratıkların ısırıkları yüzünden zehirleniyor da. Batı Denizi’nin kıyısından kuzeye doğru çıkarken hastalanıyor… Belki de ölmek üzere. Roland yürürken kumsalda tek başlarına duran üç kapıya rastlıyor. Bu kapılar değişik zamanlarda bizim New York’umuza açılıyorlar. Roland 1987’den eroin tutsağı Eddie Dean’i çekiyor. 1964’ten de Odetta Susannah Holmes adlı kadını… Odetta bir metro kazasında bacaklarının dizlerinden aşağısını kaybetmiş… Ama aslında uğradığı bir kaza değil. Odetta gerçekten de gölgelerin kadını. Dostlarının tanıdığı, toplumsal konularla ilgilenen bu genç siyah kadının içinde ikinci, kötü bir kişilik gizli. Bu gizli kadın, bu şiddet düşkünü kurnaz Detta Walker, silahşor onu Orta-Dünya’ya çektiği zaman, hem Roland’ı, hem.de Eddie’yi öldürmeye karar veriyor. Bu iki zaman arasında ve yine 1977’de Roland, Jack Mort’un cehennemden farksız olan kafasının içine giriyor. Mort, Odetta/Detta’ya bir değil, iki kez zarar vermiş. Siyahlı adamın Roland’a, “Ölüm ama seninki değil,” dediğini biliyoruz.

Zaten Mort da, Walter’ın önceden haber verdiği o üçüncü kişi değil. Roland, Mort’un Jake Chambers’ı öldürmesini engelliyor. Mort çok geçmeden 1959’da Odetta’nın bacaklarını koparan metro treninin altında can veriyor. Roland da bu yüzden manyağı Orta-Dünya’ya çekmeyi başaramıyor… Ama, zaten öyle bir yaratığı kim ister, diye düşünüyor. Bununla birlikte önceden belirlenen bir geleceğe karşı isyan etmenin de bir bedeli var. Her zaman öyle değil mi? Roland’ın eski öğretmeni Cort herhalde bu konuda, “İşte ka, kurtçuk,” derdi. “Bu büyük tekerlek böyledir. Ve her zaman döner. Dönerken sakın önüne çıkma. Yoksa tekerin altında ezilirsin. Ve o budala beynin, işe yaramayan bir torba bağırsak ve suyun da sonu gelir.” Roland sadece Eddie ve Odetta’yı çekmekle üç kişiyi tamamlamış olabileceğini düşünüyor. Çünkü Odetta çift kişilikli. Ama Odetta ve Detta daha çok Eddie Dean’in aşkı ve cesareti sayesinde birleşerek Susannah halini aldığı zaman silahşor bu düşüncesinin doğru olmadığını anlıyor. Bildiği bir şey daha var: ölürken başka dünyalardan söz eden Jake adlı çocukla ilgili düşünceleri yüzünden azapla kıvrandığı.

Silahşor kafasının yarısıyla aslında öyle bir çocuk olmadığına inanıyor. Roland, Jack Mort’un Jake’i onu öldürecek arabanın önüne itmesine engel olduğu için zamanda bir paradoks yaratmış. Bu da silahşoru kahrediyor. Ve bizim dünyamızda Jake Chambers da aynı durumda. Dizinin üçüncü cildi olan Hayaletler Beldesi; Çorak Topraklar (The Wastelands) bu paradoksla başlıyor. Roland, Eddie ve Susannah dev bir ayıyı öldürdükten sonra hayvanın izlerinden gidiyor ve Işının Yolu’nu keşfediyorlar. (Ayıdan korkan insanlar onu Mir diye biliyorlar. Onu yapmış olan Ulu Eskiler ise Shardik diye tanımlıyorlar. Ayı aslında bir Cyborg.) Orta-Dünya’nın sınırını belirleyen on iki kapının arasında böyle altı ışın var. Işınlar Roland’ın dünyasının tam ortasında kesişiyorlar. Belki de bütün dünyaların ortasında. Silahşor bu noktada sonunda Kara Kule’yi bulacağına inanıyor. Eddie’yle Susannah artık Roland’ın dünyasında hapis değiller. Birbirlerine âşıklar ve onlar da birer silahşor olmak üzereler.

Bu sefere onlar da katılıyorlar. Işının Yolu’nda Roland’ı isteyerek izliyorlar. Ayının Kapısı‘ndan fazla uzakta olmayan bir Konuşan Daire’de zaman onarılıyor ve paradoks sona eriyor. Ve sonunda üçüncü gerçek kişi de çekiliyor. Jake, Eddie, Susannah ve Roland’ın katıldıkları tehlikeli bir tören sona erdiği zaman çocuk tekrar Orta-Dünya’ya giriyor. Dörtlü babalarının yüzlerini hatırlıyor ve görevlerini onurla yerine getiriyorlar. Bundan kısa bir süre sonra dörtlü grup beşliye dönüşüyor. Bunun nedeni Jake’in Hantal Billy’yle dost olması. Porsuk, rakun ve köpek karışımını andıran bu hayvanların kısıtlı bir konuşma yetenekleri de var. Jake yeni arkadaşına Oy adını veriyor. Hacıların yolları onları Lud’a doğru götürüyor. Lud harap olmuş bir kent. Burada eski iki grubun yozlaşmış torunları, yani Griler’le Buluğlar düşmanlığı sürdürmeye çalışıyorlar. Yolcular kente varmadan önce Nehir Geçidi adlı küçük bir köye geliyorlar. Burada eski sakinlerden birkaçı hâlâ yaşıyor.

Roland’ı tanıyor ve onun eski günlerden kaldığını düşünüyorlar. Dünya ilerleyip gitmeden önceki günlerden kalmış olduğunu. Ona ve dostlarına özen gösteriyorlar, ihtiyarlar daha sonra onlara monorail, yani tek raylı bir trenden söz ediyorlar. Hâlâ işliyor olması ihtimali bulunan bu tren Lud’dan Işının Yolu’nu izleyerek çorak topraklara, Kara Kule’ye doğru gidiyormuş. Bu haber Jake’i korkutuyor ama şaşırtmıyor. Çünkü New York’tan çekilmeden önce bir kitapçıdan iki eser almış bulunuyor. Dükkânın sahibinin insanda bazı düşünceler uyandıran bir adı var: Calvin Tower (Calvin Kulesi). Kitaplardan biri bilmecelerle ilgili. Ama yanıtların açıklandığı bölüm yırtılmış. Diğerinin adı ise Çuf Çuf Charlie. Kuşkusuz, trenle ilgili bir çocuk kitabı. Birçok kişi bunun sevimli bir öykü olduğunu söyleyebilir… Ama Jake’e göre Charlie’de hiç de sevimli olmayan bir şeyler var. Ürkütücü bir şeyler. Roland ise bir şeyi daha biliyor: Onun dünyasında char sözcüğü ölüm anlamına geliyor. Nehir Geçidi köyünün en saygıdeğer sakini Talitha Teyze, Roland’a takması için gümüş bir haç veriyor.

Ve arkadaşlar yollarına devam ediyorlar. Lud’a erişmeden önce bizim dünyamızdan gelen ve kazayla düşen bir uçağı buluyorlar. Bu 1930’lardan kalma bir Alman uçağı. Kokpite bir devin mumyalanmış cesedi sıkışıp kalmış. Bunun yarı efsaneleşmiş haydut David Quick olması hemen hemen kesin gibi. Send Nehri’ni aşan eski köprüden geçerlerken Jake’le Oy’un ölmesine ramak kalıyor. Roland, Eddie ve Susannah bu kazaya daldıkları sırada onları ölmek üzere olan, son derecede tehlikeli haydut Bıçakçı tuzağa düşürüyor. Haydut Jake’i kaçırıyor ve çocuğu Grilerin son lideri olan Tik Tak Adam’ın yeraltındaki inine götürüyor. Tik Tak’ın asıl adı Andrew Quick. Ve o başka dünyadan gelen bir uçağı indirmeye çalışırken ölmüş olan adamın torununun oğlu. Roland, (Oy’un yardımıyla) Jake’i kurtarmaya giderken Eddie’yle Susannah da Lud’un Beşiği’ni buluyorlar. Ve Mono Blaine orada uyanıyor. Tren Blaine, Lud kentinin altındaki çok geniş bir bilgisayar sisteminin yüzeydeki tek aracı. Mono’yu artık bir tek konu ilgilendiriyor: bilmeceler. Blaine soracağı bilmeceye yolcular doğru yanıt verebilirlerse onları mono demiryolunun son istasyonuna götüreceğine söz veriyor.

Buna karşılık bilmeceyi çözemezlerse onları yolun sona erdiği açıklığa götürecek… yani ölüme. Bu durumda yolcuların sonunu paylaşacak çok kişi de olacak. Çünkü Blaine depolanmış olan sinir gazlarını kullanmayı düşünüyor. Böylece Lud’da kalmış olan herkes ölecek. Griler de, Buluğlar ve silahşorlar da. Roland, Jake’i kurtarıyor ve Tik Tak Adam’ın ölmek üzere olduğunu sanarak oradan ayrılıyor. Oysa Andrew Quick ölmüyor. Yüzünden korkunç bir biçimde yaralanan ve gözleri yarı kör olan adamı, isminin Richard Fannin olduğunu söyleyen biri kurtarıyor. Fannin ayrıca kendini “Yaşı Olmayan Yabancı” diye de tanıtıyor. Ama aslında o Walter’ın sözünü ederek Roland’ı uyardığı bir iblis. Roland’la Jake, Lud’un Beşiği’nde Eddie’yle Susannah’ya tekrar kavuşuyorlar. Susannah biraz da – o kurnaz kancık- Detta Walker’in yardımıyla Blaine’in bilmecesini çözüyor. Grup böylece trene biniyor. Blaine’in aklı başında ama ölümcül biçimde zayıf düşmüş “bilinçaltının” uyarılarına da ister istemez kulaklarını tıkamak zorunda kalıyorlar. (Eddie bu sesi “Küçük Blaine” diye tanımlıyor.

) Grup daha sonra Blaine’in onlar trendeyken intihar etmek niyetinde olduğunu anlıyor. Aslında treni yöneten temel beyin gitgide gerilerde kalan bilgisayarın içinde. Bilgisayar artık bir mezbahaya dönen kentin altında çalışıyor. Ama bu önemli değil. Pembe bir kurşuna benzeyen tren saatte sekiz yüz mil hızla giderken yoldan çıkacak. Gruptakilerin yaşamaları için sadece bir tek çare var: Blaine’in bilmece merakı. Gilead’lı Roland onunla çaresizce bir anlaşma yapıyor. İşte Hayaletler Beldesi; Çorak Topraklar bölümü bu anlaşmayla sona eriyor. Ve yine bu anlaşmayla Büyücü ve Cam Küre kitabı başlıyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir