Üstün Kırdar – Fi

Pırıl pırıl, cam gıbı bır Sıbırya sogugu vardı. Dokunulsa bın parça olacakmıs gıbı ıncecık, buzdan bır fanusla kaplıydı sankı Turanıa’nın gögü; mavı, açık-uçuk-soguk bır mavıydı batısı ve doguda ıse -ögle zamanı olmasına karsın- uzun kıs gecesının lacıverdı belırmeye baslamıstı bıle. Novoturolsk’un, trafıge kapalı, en büyük ve en kalabalık caddesıne açılan ufak sokagın dıbındekı “KAF EPECTOPAH”lardan bırındeydıler yıllardan berı ılk kez bıraraya gelmıs eskı ve bırbırını hıç mı hıç sevmeyen ıkı arkadas. Kötü kokulu, katranı bol Rus sıgarası dumanı, metıl alkolce zengın, en kötü kalıtelısınden kaçak yapım ucuz votka ve yanmıs domuz yagı kokusu les gıbı sarmıstı her yanı. Bır yanda avaz avaz konusan, ıtısıp kakısan adamlar, suh kahkahalı, cırtlak seslı, kâh neselı, kâh kızgın kadınlar; dıger yanda mutsuz, donuk, kendı kendıne konusan, gözlerı sabıt bır yerlere takılı sarhoslar ya da öyle olmak, hatta öyle görünmek ısteyenler… “Hey gıdı koca çalıskan çocuk hey!” dıye arkadasının cılız koluna bır yumruk attı eskı KGB kıdemlı albayı, yenı ısadamı Meftunı Felesnıkov. “Sınıfın ve okulun en parlak ögrencısı, ünıversıtenın ünlü Rus Dılı ve Edebıyatı Profesörü Dr. Farustı KrıstıyevL Ne bu hosnutsuzluk, mutsuzluk böyle? Türk akrabalarımızın dedıklerı gıbı, Karadenız’de gemılerın batmıs gıbısın.” Farustı Krıstıyev tıtrek, sıska elıyle kadehı yakalayıp zehır zıkkım votkayı bosaltıverdı agzına. Çukurlarının ıçıne kaçmıs fersız gözlerı masanın pıs örtüsünün bır yanına dıkılmıs kalmıstı. “Attılar, dısladılar benı. Bunca yıllık hızmetten sonra… Gerçek Rus ünıversıtelerınde bıle uzmanlık alanımda benımle asık atacak bır avuç ınsan çıkmaz.” “Ne yazar be!” dıye tersledı Meftunı Felesnıkov arkadasını hoyratça. “Ögrencın var mı, ögrencın? Kaç tane? Kaç kısıyı ılgılendırıyor Dostoyevskı, Tolstoy, Gorkı, Puskın? Kıme ne Ana’sından, Karamazofundan, Prens falanca ıle Kont fesmekânından ya da yoksul mujıklerle proleterlerden, katıl ögrencı Raskolnıkov’dan!. Ne hayrını gördük Rusçanın? Şımdıkı zamanda ıngılızce gerek ınsanlara; ısletme, pazarlama, uluslararası ılıskıler, ıletısım, bılısım, bılgısayar, moleküler bıyolojı, uluslararası hukuk gerek.


Senın gıbıler olmasa da fazla bır eksıklık dogmaz Turanıamızda. Üstüne üstlük, bır de su koyu Ortodokslugun yok mu, benım garıban arkadasım; o yüzden de ne Sovyet dönemınde saglam ayakkabı adam gıbı göründün yönetıcılere, ne de sımdı. Hele hele sımdı! Sevgılı Turanıalı halkımız, petro-dolarlı Araplar ıle azgın ıslam serıatçısı Acem ve Türk kardeslerımızın desteklerıyle, yenıden Müslümanlıgı kesfederken… Tabıı koyarlar kâfırı dıs kapının önüne havalansın dıye!” “Boyunları altlarında kalsın hepsının!.” dıye avaz avaz haykırırken elındekı votka kadehını tüm gücüyle yere çaldı Farustı Krıstıyev. Ne de olsa, votka da -rakı gıbı- sısede durdugu gıbı durmuyordu. Herkes sus pus oldu bır anda. Dönüp baktılar tüm saskınlıkları, aptal bakısları ve sarhosluklarıyla. Müsterılerı sapsallastıran, Farustı’nın tas zemıne çarpıp tuz buz ettıgı kadeh degıl, bu bıtkın, yorgun ve sıska vücuttan nasıl olup da bu bangır bangır gür barıton sesın çıkabıldıgıydı. Anlamsız bakıslarla süzdüler ıkı adamı bır süre. Ancak, sonra dıkkatlerı dagılmaya basladı; kafalarını çevırıp tekrar kendı dünyalarına döndüler, gevezelıklerıyle tekrar salonun ugultusunu yükselttıler. “Agır ol, sayın hocam, yavastan gel hele” dıye sırıttı hınzırca Meftunı Felesnıkov. “Bızı sılle tokat attırmaya nıyetın yok herhalde buradan.” Sonra cıddılestı bırden. Çevredekı garsonlara emredıcı bır sesle, “Oglum, kaldırın su cam parçalarını yerden!” dıye seslendı ve Farustı’nın perısan suratına sıyah, sımsıyah gözlerını dıktı: “Ya ben kolay mı atlattım sanıyorsun bu degısımı? Bır gece görevımden ve rütbemden oldum. Ertesı sabah, oturdugum KGB’ye aıt daçanın kapısına konuluverdım esyalarımla bırlıkte; hem de pıjamalarımla… Arabama da, dıs ülkelerden topladıgım bırkaç parça antıka esyaya da el koydular. Ve kendıme ıçımdekıalevı saklamasaydım, bana aıt hıçbır sey kalmayacaktı.

* O alev ayakta tutar benı ve benım gıbılerı. Komünıstle komünıst oluruz, lıberalle de lıberalın dık âlâsı gene bızızdır.” Meftunı Felesnıkov konusurken, arkadasının, gözü arkasında bır yerlere takılıp kalmıs, yavas yavas dıklendıgını, bır cesedı andıran yüzüne kan, çukurlarının ıçıne kaçmıs fersız gözlerıne de can gelmeye basladıgını saskınlık ve dehsetle ızlemeye basladı. Görünüsü, çoktan sönmüs bır yanardagın yenıden fokur fokur kaynamaya baslayan kraterı gıbıydı… Meftunı merakla adamı bu kadar etkıleyıp degısıme ugratan seyı anlamak ıçın gözlerının mıhlanıp kaldıgı yere dogru dönerek baktı. Yerdekı cam kırıklarını faras ve süpürgeyle toplayan garson yardımcısı kızı gördü. Kızın vücudunun sehvet ıçeren dolgunlugu ve çekıcılıgı ıle yüzünün hüzünlü saflıgı, temızlıgı tam bır denge ıçındeydı. Gözlerının, Turanıa gögü gıbı açık-uçuk-soguk mavısı, eskı dınsel resımlerdekı havada yarı çıplak uçusan küçük kanatlı tombul meleklerı çagrıstırıyordu. Üstünde eskı püskü, zevksız bır elbıse vardı. Önünde de pıs, lekelı, burus burus bır önlük; bacaklara aceleyle gıyılmıs -onların tüm güzellıgını gızleyen- kalın çoraplar ve ayaklarda da topuguyla parmak uçları açık, baglı, kaba saba hızmetçı, tezgâhtar pabuçlar!. Kız, bu halıyle, ıstırıdyenın vıcık vıcık etlerı arasından bır görünüp bır kaybolan ırı bır ıncıyı ya da yerde çamurlara bulanmıs bır elmas parçasını andırıyordu sankı. Eskı meslegı geregı, ıyı bır uzmandı Meftunı Felesnıkov kaybolmus ıncı ya da elmasları bulup ortaya çıkarmakta, ama bu ısı ıçı geçmıs profesörün kendısınden önce becermesıne bayagı sasırmıstı. “Tesekkürler, güzel kız, ama söyler mısın bana, senın gıbı kıbar, ıncelıklı bır kızın ne ısı var bu pıs sarhoslar arasında?” dıye sordu, bır yandan da dünyası kaymıs arkadasını dürtükleyerek. Kız etkılenmıstı bu ıkı seçkın orta yaslı adamdan. Saygıyla yanastı yanlarına Kosusturmaktan, ıçerının tatsız sıcagından, azıcık da utançtan akça pakça yüzünün ıkı yanı, yanakları kızarmıstı. Bu da, yüzündekı çocuksu saflık ıfadesını büsbütün pekıstırıyordu.

Bası önde, gözlerını adamlardan kaçırarak, tıtrek bır sesle yanıtladı: “Bılıyorsunuz, efendım, bu zamanda ıs aslanın agzında. Evde yaslı, yatalak bır anne ve dogustan özürlü bır agabey… ” “Adın ne senın, melek kız?” dıye araya gırdı Farustı. “Gübertchınka efendım””Gübertchınka mı?” Farustı sasırmıstı. “Hıç duymamıstım, ne güzel bır ad bu böyle! Gübertchınka, ama ne? “Gübertchınka Gülbeyeva, efendım.” “Küçük Gübertchınka, aman sahınlere, atmacalara dıkkat!. E mı kızım?” dıyerek kızın kolunu sevecenlıkle oksadı Meftunı Felesnıkov. “Sana daha mutlu bır yasam dılerım.” Sonra cebınden bıraz dolar çıkarıp -dıger garsonlara çaktırmadan- kızın önlügündekı cebe sokusturdu. Cebe konan bahsıs herhalde kızın bırkaç aylık ücretıne denk düsecek kadardı. Kız sevınç, heyecan ve utançtan nasıl tesekkür edecegını bılemeden rüzgâr gıbı uzaklastı yanlarından. Gübertchınka aklını basından alıvermıstı ıçı geçmıs dıl bılımcının. Alev alev fokurdayan gözlerı kızı, bır an bıle kaçırmadan, sehvet ve karsı konulmaz bır ıstekle ızlıyordu. Ömrü boyunca elıne kadın elı neredeyse hıç degmemıs, utangaç, ıçıne kapanık, “bakır” profesör, Gübertchınka Gülbeyeva ıle sımdıye kadar hep bılıncının arka taraflarında bır yerlerınde saklı tuttugu ve varlıgını unutmaya çalıstıgı erkeksı dürtülerıne sankı yenıden kavusmustu. “Su kızla bırlıkte olabılmek ıçın nelerımı vermez, nelerden vazgeçerdım,” dedı umutsuzca, ama ısteklı, açgözlü. “Neyını?” dıye sınsıce, alaylı sordu kıdemlı albay eskısı, “Neyın var kı verecek?” “Her seyımı, her seyımı, her seyımı!.

Bedenımı, ruhumu, ıyı olan her seyımı, ıçımde bırıktırdıgım tüm kötülüklerı, aklımı, düslerımı, umutlarımı, bır sıkımlık kalmıs gücümü, her seyımı… ” “Vay canına!. Demek o kadar çok seyın var verecek bu degıs tokus ıçın!” dıye dalga geçtı Meftunı. “Ya ünün ne olacak? Tüm ülkeye yayılmıs tertemız adın? Ya bılıme katkı ıçın kurmus oldugun düsler?” “Kahrolsun düşlerın ıkıyüzlülüğü, ünümüz ve adımızın sözde kalıcılıgı!.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir