Louis-Ferdinand Céline – Gecenin Sonuna Yolculuk

1940’lardan sonra bir daha hiç izine rastlanmayan Gecenin Sonuna Yolculuk’un ilk elyazması, 2001 yılı baharında bir satış katalogunda yeniden ortaya çıkıverdi. Zamanımızın güncel olaylarının çapı göz önüne alındığında kuşkusuz küçük bir haberdi bu. Yine de, satış gerçekleşene dek, genelde kitaplarla ilgili konuların pek üzerinde durmayan televizyon da dahil, medyanın her alanında aylarca haber ve yorum konusu oldu. Aynı döneme ait olup da sırf elyazmasının bulunuşuyla böylesi büyük bir ilgi uyandırabilecek bir başka roman yoktur kuşkusuz. Medyadaki yankılar bu romanın ve yazarının Fransız kamuoyundaki çok özel konumunun gözle görülür bir yansımasıydı. Bundan kısa bir süre önce, bir üniversite öğrencisi Céline’i yıl sonunda ödev konusu olarak seçip seçemeyeceğini sormuştu hocasına. Öğrenci daha önce edebiyata karşı pek ilgili görünmediğinden hoca şaşırmıştı biraz, “Evet ama, dedi öğrenci, Gecenin Sonuna Yolculuk’u okudum ve bir tokat yemiş gibi oldum.” Bu romanı okumak onu ilgisizliğinden sıyırmış, onda bir sarsıntı yaratmıştı. Okumayı bitirdiğinde, kitaba başlamadan önceki o çocuk değildi artık. Çok değil, yine kısa bir süre önce, Côte d’Ivoire’lı bir romancı, Fransa’daki edebiyat ödüllerinden birinin sahibi Ahmadou Kourouma bir röportajında, ne zaman yeni bir romana başlayacak olsa Gecenin Sonuna Yolculuk’tan birkaç sayfayı tekrar tekrar okuduğunu söylemişti. Bu birkaç olay, Fransa’da yetmiş yıl önce yayımlanan bu kitabın çelişkili bir güncelliği korumaya devam ettiğini doğruluyor. Hatta eşsiz bir konuma sahip, çünkü bugün, 1930’Iu yılların bir klasiğine dönüşmüş olmakla kalmıyor, sarsıcı gücü yeni okurları üzerinde de olanca etkisini gösteriyor. Öyle kitaplar vardır ki, örneğin Andre Malraux’nun 1933’te yayımlanan İnsanlık Durumu adlı romanı, Sartre’ın 1938 tarihli Bulantı’sı ya da 1942’de çıkan Camus’nün Yabancı’sı gibi, anlık bir başarının da ötesinde, bir döneme damgasını vuran eserler olarak çabucak benimsenirler. Genelde bu konum, yapıtın belli ölçüde kurumsallaşmasını da beraberinde getirir. Abideleştirilmek, yapıtla yeni kuşak okurları arasına sanki bir resmiyet perdesi çeker.


Klasik kabul edilen bir yapıtı keşfetmekse, çoğu zaman, böylesi kabul görmüş olmasını sağlayan nedenleri keşfedip bunları benimsemekten ibarettir. Öte yandan, Gecenin Sonuna Yolculuk için bu abideleştirilmenin göstergeleri gitgide artmaktadır: Saygın Pléiade dizisinde yayımlanmış olması, akademik incelemelere konu olması, ders kitaplarında yer alması vb. Sonuncusu da kuşkusuz elyazmasının Fransa Milli Kütüphanesi tarafından satın alınması. Ne var ki, böylesi bir konum edinmiş olmakla birlikte roman hâlâ, başta gençler olmak üzere yeni okurlarının çoğu tarafından, başkalarının beğenisinden bağımsız olarak okunma ayrıcalığını koruyabiliyor. Gecenin Sonuna Yolculuk’u eline alan okur, bunun daha önceki kuşaklarda da hayranlık uyandırmış bir kitap olduğunu biliyor olabilir, ancak bu durum romanın onun içinde özel bir yankı uyandırmasını engellemeyecektir. Çünkü Céline’in açıklamak istediği gerçekler, ki bunları duyurabilmek için yepyeni bir dil geliştirmiştir, başka romancıların ya dile getirmedikleri –bunları fazlasıyla aleni ya da fazlasıyla mahrem bulduklarından olsa gerek– ya da okuru artık etkileyemeyecek derecede geleneksel bir dille açıkladıkları gerçeklerdendir. Dünya tarihinde ayrıcalıklılarla geri kalanları ayırıp karşı karşıya getiren o ayrım çizgisini taşımayan bir toplum olmuş mudur hiç –bir gün olacak mıdır? Bu iki kesimi belirten adlar dilden dile, hatta aynı dilde dönemden döneme değişebilir; en iyi durumda, tarafların aynı toplumdaki oranı, ayrıcalıklıların sayısında ufak bir artışla değişikliğe uğrayabilir, yine de temel ayrım asla ortadan kalkmayacaktır. Bir taraf, tam da ötekiler öyle olmadığı için ayrıcalıklı kalacaktır hep ve bir önceki ayrıcalıklar seyrelmeye yüz tuttuğunda da, yenileri ortaya çıkmaya hazır olacaktır. Bu olgu hem bir deneyim hem de tarihsel bir bilgi nesnesidir bizim için, öyle ki, bunu, yazına yeterince yeni bir malzeme sunamayacak kadar sıradan bir konu olarak görmeye yatkınızdır. Bilinçli ya da bilinçsiz, bu ayrımın anlamını içten içe biliriz hep: Céline bizi ilk başta buradan vurur. 1929’a doğru, otuz beş yaşındayken Gecenin Sonuna Yolculuk’u yazmaya koyulmasına neden olan ve o günden beri okuru daha ilk sayfalarda içine alıp sürüklemeye devam eden heyecanın kaynağında da bu vardır. Söz konusu olan, bu ayrımın üç kıtada, Avrupa, Afrika ve Amerika’da, 1910-1930 yıllarında edinebileceği çeşitli biçimleri gözden geçirmekti, ister olağanüstü ister gündelik, egzotik ya da alışılageldik. Başta savaş geliyorsa eğer, bu ayrımı tepe noktasına ulaştırdığı içindir, çünkü bu koşullarda bir avuç insan, diğerlerini ölüme yollama yetkisine sahiptir. Ancak romanın kahramanı Bardamu, yaralandığı için savaştan paçayı sıyırıp cephe gerisine yollanır yollanmaz aynı ayrımı farklı biçimlerde yine karşısında bulur. Bu biçimlerin bir kısmı birbirini andırırken, diğerleri pek o kadar göze batmaz, ama onun açısından sonuç hep aynıdır: o daima ayrım çizgisinin yanlış tarafında durmaktadır.

Karşısındakiler şimdi de sivillerdir, ama onlar da ayrıcalıklılardan. Mevkileri, ilişkileri ya da ekonomik durumları sayesinde, cephe hizmetinden muaf olmayı becermişlerdir. Paris’te yaşamın tadını çıkarmayı –hatta yaşamın tadını çok daha fazla çıkarmayı-sürdürmektedirler. Çünkü ayrıcalığın eylem aracı ne olursa olsun, para, toplumsal güç ya da yasal yetki, sonuç hep aynıdır: Rahat bir yaşam ve her türlü zevkten yararlanma yetkisi. Öteki tarafta payınıza düşen de daima aynı perişanlıktır, ister basit bir asker ya da sömürge vatandaşı bir Afrikalı olun, ister ABD’ye göçmen adayı, Ford’da işçi ya da Detroit’teki bürolarda gece temizlikçisi olun, isterse de Fransa’da, Paris banliyösünde yaşayan, çirkinlikte, konforsuzlukta ve mahremiyetten yoksunlukta birbirleriyle yarışan şu apartmanlardan birinde her an kapıya konmayı bekleyen bir kiracı olun. Gecenin Sonuna Yolculuk’un yeniliği, Céline’in bu ayrımdan söz etmek için toplumun alt tabakalarının bakış açısını benimsemesi ve hatta onların dilini, tümüyle değilse bile, en azından ayrıcalıklıların diliyle karşıtlığını daha ilk anda ve sürekli olarak vurgulayacak ölçüde kullanmış olmasıdır. Bu bakış açısının beraberinde getirdiği anlatım haliyle protestolarla, teşhir etmelerle biçimlenir ve doğal olarak Gecenin Sonuna Yolculuk’un başat niteliğini oluşturur. 1932 yılında, kimilerinin göklere çıkardığı kimilerininse elinin tersiyle ittiği bu kitap, büyük bir çığlık, bir intikam çığlığı, bir isyan çığlığı olarak karşılanmıştı. Ama her şey bu kadar basit değil. Romanın ilk sahnesinde, saf ve konformist bir adamı karşısına alan Bardamu, ilk repliklerinden itibaren kurulu düzenin düşmanı olarak çıkar karşımıza, daha doğrusu, kendisinin de ilan ettiği gibi, bir anarşisttir o. Ama bu sahne henüz sona ermeden, muhatabında büyük bir şaşkınlık uyandırarak olası en ilkel ya da en yabancılaşmış tepkiyle hareket eden de odur. Albayının arkasında ilerleyen bir süvari alayının geçit törenini görüp müziğini duyması bile bu coşkuya kapılıp onların peşine takılması, bir başka deyişle orduya katılması için yeterli olacaktır. Romanda, uzun süre, çoğu zaman anarşist bir söylem tutturmakla birlikte, sesinde ara ara saflığın ve saygıyla boyun eğmenin vurguları duyulan bir kişi olarak yer alacaktır. Örneğin, New York serüveninde, bir bankta otururken karşıdan geçenlerin kaldırıma tükürdüğünü görünce içten içe: “Bu ne cüret!” diye haykırır. Bardamu’nün sesinin, roman yayımlandığından beri süren yankısı, olasılıkla şu ikiliğe bir şeyler borçludur: İsyan çığlığında alttan alta saflığın, utangaçlığın ve saygının ezgisi de duyulmaktadır.

İsyan tek başına kalsaydı eğer, şaşırtıcı ve sarsıcı etkisi yavaş yavaş dağılabilirdi. İlk sarsıntı geçince, uzun vadede tekdüze bir ses olup çıkabilirdi. Ama yeraltından gelen o bambaşka vurgu, zaman geçtikçe isyanı yeniden silahlandırmak üzere hazır bekler. Alttan alta duyulan ezgi, Bardamu’nün sesine, o sesi bugün hâlâ canlı kılan titreşimi verir. Bu ikilik bir noktaya kadar yaratım sürecine bağlanabilir. Geçen yıl bulunan elyazması, ilk değişkede öyküyü anlatan kişinin anarşist Bardamu değil, onun kurulu düzene saygılı muhatabı olduğunu göstermiştir. Céline ancak metnin devamında birinci tekil anlatımı Bardamu’ye devretmiştir. Daha sonra, giriş bölümünü de ona göre düzeltmiştir, ancak kısmen. İşte böylece, ilk sahnede Bardamu hep bir isyankârın sözleriyle konuşurken, sonunda gidip askere yazılan yine kendisidir. Romanın ilk yarısında anarşizm ve konformizmin vurguları onun sesinde hep birbirine karışacaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Kitap 500 sayfa diye biliyordum ama..:)