Nikolay Vasilyeviç Gogol – Palto (Bordo-Siyah)

“Tanrı’nın emriyle şu tuhaf kahramanlarımla sürüp giden koca hayatı, herkesin görebileceği alay ve kimsenin göremeyeceği gözyaşlarıyla daha ne kadar seyredeceğim?” Ölü Canlar, 1842 Rus edebiyatının büyüleyici bir gelişim gösterdiği 19. yy’ın ilk yarısına tanıklık eden ve tanıklığının sonuçlarını zengin dili ve insanı derinden etkileyen hiciv yeteneğiyle gözler önüne seren Nikolay Gogol, aslında bu ‘büyülü dönemin’ oluşmasında, gelişmesinde ve devam etmesinde rol oynayan en önemli kişilerdendir. Çar I. Nikola’nın iktidar döneminde (1825-1855) Fransız Devrimi’nin düşüncelerinden etkilenerek Çar’ın otoritesini bir anayasayla sınırlamak isteyen subay ve aydınlardan oluşan grubun darbe girişimi (Dekabrist Ayaklanması – 14 Aralık 1825) başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, bu muhalif harekete destek veren kişilerin bir kısmı asılarak idam edilir; geri kalanlar ise Sibirya’ya sürgüne gönderilir. Dönem, baskı dönemidir. İktidar, gitgide katılaşan tutumuyla ‘fikirleri özgürce ifade etme’ yollarının önünü kesmek için çaba sarfeder; Rus aydın katmanının (intelligentsia) üzerinde ödünsüz bir baskı kurmaya çalışılır. Sansür mekanizmasını işler hale getirmek için kurulan ‘gizli servis’ acımasızca görevini yerine getirir; sadece düşünmek ve yazmak bile mutlakiyete, serflik sistemine karşı ‘bir başkaldırı’ olarak değerlendirilir. Aydınlara nefes bile aldırmamak amacıyla var edilen uygulamalar, özellikle –Dostoyevski’nin de bir komploya katılmış olma suçlamasıyla önce kurşuna dizilerek idam edilmeye, ardından Omsk’da kürek mahkûmu olarak ceza çekmeye mahkûm edildiği– 1848 yılıyla Çar I. Nikola’nın ölümüne (1855) kadar olan dönemde doruk noktasına ulaşır. Bu dönem daha sonra Rus kültür tarihinde ‘Yedi Karanlık Sene’ olarak anılacaktır. Baskıcı uygulamaların, uzun sürgünlerin, acımasız cezaların zirveye ulaştığı bu dönemde edebiyat da dönemin siy reketin üzerine gidilir. Aynı dönemde Rusya’nın ulusal kimliği üzerine tartışmalar baş gösterir. ‘Ulus’tan kasıt nedir? Ulus denilen kesim, kendilerinden daha iyi eğitim almış ve genelde Avrupa geleneklerini benimseyen toprak sahiplerinin boyunduruğu altında yaşayan Rus köylülerinden oluşan geniş kitleden mi ibarettir, yoksa Rus toplumunun Fransızca konuşan elit kesiminin kültürü de bu kavramın bir parçası mıdır? Rusya kendi içine ve kendi geçmişine dönük bir tavır mı sergilemelidir, yoksa Avrupa’nın bir parçası mı olmalıdır? Bu tartışma özellikle 1840’lı yıllarda Slavcılar ve Batıcılar adıyla anılan iki grup arasında varolan fikir ayrılığının tam da merkezinde yer alır. Her iki grup da kendi fikirleriyle örtüştüğüne inandıkları iki farklı kenti ülkenin başkenti olarak görür: Eski Rusya’nın değerlerini yaşatan, sahip çıkan, yansıtan Moskova ve yeni, Batılı Rusya’yı temsil eden Petersburg. İşte Gogol, Rusya’da feodalizmin sarsılıp yerine kapitalizmin yapılanmaya başladığı, farklı görüşlerin hem iktisadi, hem siyasi, hem de kültürel alanda birbirleriyle kıyasıya çarpıştığı, aydın kesimin üzerindeki baskıların daha önce hiç olmadığı kadar yoğunlaştığı bir dönemde verir eserlerini; ve var olan sistemin savunucuları tarafından Rus insanının kötü yanlarını göstermekle, kendi halkına ihanet etmekle suçlanır her seferinde.


Oysa ne böyle bir amacı ne de inancı vardır yazarken. Rus insanının kötü olduğunu değil, sistemin Rus insanını kötü gösterdiğini düşünmektedir. Ancak Rusya gerçeğinin aksayan yönlerini açıkça gözler önüne sermedeki başarısı ve egemen sınıfa mensup kişileri karikatürize etme yeteneği sonucunda tepki görmekten asla kurtulamaz. Gerek bu tepkiler, gerekse kendi iç çelişkileri Gogol’ün hayatını olumsuz yönde etkileyen nedenlerin başında gelir. Kendisini acımasız bir şekilde eleştirenlerin yanında Gogol’ü sahiplenen, yazdıklarını, eşsiz yeteneğini destekleyen önemli kişiler de olmuştur. Rus edebiyatına halk masallarını, halk dilini sokan ve Rus gerçekçiliğinin başlangıç noktası olarak kabul edilen büyük şair-yazar Puşkin ve dönemin en etkin eleştirmeni, 19. yy Rus edebiyatının yönelimlerini büyük ölçüde belirleyen Belinski akla ilk gelenlerdendir. Puşkin ile yakın ilişkisi, Gogol’ün tutunabildiği, bildiği yolda devam etmek için güç kazandığı nadir kaynaklardan biridir. Puşkin’in her sözü, her eleştirisi, her önerisi onun için önemlidir. Bu yüzdendir ki bir Avrupa gezisi (daha doğrusu kendisine yöneltilen eleştirilerden uzaklaşmak için kendini mecbur hissettiği bir kaçış) sırasında, konusunu da Puşkin’in önerdiği Ölü Canlar adlı eseri yazmaya çalışırken haber aldığı ‘Şairin Ölümü’ [1] onu derinden etkiler ve üzüntüsü Mart 1837’de arkadaşı Pletnev’e yazdığı mektuba şu şekilde yansır: “Rusya’dan bundan daha kötü bir haber alamazdım. Onun ölümüyle yaşama sevincimi tamamen yitirdim. Onun fikrini almadan hiçbir şey yapamıyordum! Onu yanımda hayal etmeden tek bir satır bile yazamıyordum! O ne der? Neye dikkat eder? Neye güler? Neyi beğenir? Bilmek istediklerim bunlardı; beni yazı yazmaya teşvik eden şeyler bunlardı… Tanrım, onun ilhamıyla başladığım elimdeki bu eseri, onun eserini sürdürecek gücü kendimde nasıl bulacağım?… Kaç kez kalemi yeniden elime almayı denedim, ama kalem elimden düştü gitti. Anlatılmaz bir keder bu!” Puşkin’in ölümünden bu derece etkilenen Gogol, çok zorlanmasına karşın üzerinde çalışmakta olduğu iki önemli eseri tamamlar ve 1842 yılında, Rusya gerçeğinin aksayan yönlerini etkili bir şekilde gözler önüne serdiği ve yerdiği Ölü Canlar adlı romanın birinci cildiyle 19. yy Rus edebiyatının ağırlıklı konusu olan ‘küçük adam’ temasının başarıyla işlendiği Palto isimli öyküsünü yayınlar. Öykü, Rus Edebiyatı’nın gelişmesinde, Rus gerçekçiliğinin oluşmasında önemli rol oynayacak; sonraki günlerde Dostoyevski “Hepimiz Gogol’ün ‘Palto’sundan çıktık” itirafında bulunacaktır.

Ünlü eleştirmen Belinski de Palto’yu dönemin en önemli eseri olarak nitelendirecektir. Bu öyküyle birlikte o güne kadar ihmal edilmiş, görmezden gelinip eserlere konu edilmemiş, kent toplumunun bir parçası olan küçük memurların yaşantıları ve dramları Rus edebiyat tarihindeki yerini alacaktır. Çarlık Rusyası’nda yaşanmakta olan eşitsizliği net bir şekilde ortaya koyan öykünün başkişisi Akakiy Akakiyeviç’in acılarla dolu hayatı, ‘küçük insanların’ çektiklerinin sadece bir parçasıdır. Artık edebiyatın vurgusu yoksul, ezilen, haksızlığa uğrayan ‘küçük insanlar’ üzerine kaymıştır ve Gogol’den sonra gelen Rus yazarlarının hemen hepsinin bu öyküye borçlu olduğu bir şey vardır. Gogol öyküyü, bir arkadaş toplantısı sırasında anlatılan bir olaydan esinlenerek yazar: Ava çıkmaya çok meraklı olan küçük bir memur, yıllarca bin bir güçlükle para biriktirerek bir av tüfeği satın alır. Yeni tüfeğiyle ava çıktığı gün sandala biner ve her nasılsa tüfek suya düşüp kaybolur. Memur üzüntüsünden yataklara düşer; günlerce ateşler içinde kıvranır. Başka bir çözüm yolu bulamayan arkadaşları aralarında para toplayarak kendisine yeni bir tüfek alır ve memur ancak o zaman iyileşir. Bahsi geçen olay anlatıldıktan sonra Gogol’ün etrafında bulunanların hepsi kahkahalarla gülmeye başlar; oysa Gogol anlatılanlarda gülünecek bir yan bulamamış ve uzun süre düşüncelere dalıp kalakalmıştır. Gogol, duyduğu andan itibaren içini kemirmeye başlayan bu olayı tam sekiz sene sonra yayınlanan Palto’da, güç şartlarda yaşayan, varolan sistemin de, çevresindeki kişilerin de önemsemediği Akakiy Akakiyeviç’in dramıyla gün ışığına çıkaracaktır. Öykü, yayınlandığı andan itibaren soylu kesimin tepkisine hedef olur. Dönemin ‘mühim adamlarından’ biri eseri şöyle yorumlar: “Şu Gogol’ün Palto’su amma da dehşet verici bir hikâye. Kalinkin Köprüsü’ndeki hortlak bir gün hepimizin sırtından paltosunu çekip alabilir. Hikâyeyi okurken ne hale düştüm, varın siz düşünün.” Öykünün, Rus edebiyatında kendinden sonraki gelişmelerde belirleyici rol oynayacak şekilde, ‘küçük adam’ temasını derinlemesine incelemesinin ve bu yönde vazgeçilmez bir örnek oluşturmasının dışında dikkat edilmesi gereken bir yanı daha bulunmaktadır.

Gogol’ün bu eserde kullandığı dil, tutturduğu ton, önceki eserlerinden farklıdır. Yazdıklarıyla, okuyucularını acı acı gülümsetmeye çok yatkın olan yazar, Palto’da bu becerisini doruk noktasında yaşatır. Bu kez, okuyanları gülümsetmekten çok sarsmayı hedeflemiştir. Bugün, okuyanlara hâlâ söyleyecek sözü olan bu metin, hiç kuşkusuz Dünya ve Rus edebiyatı açısından önemini ve değerini yitirmeden gelecek nesillere de aktarılacak ve hak ettiği yeri korumaya devam edecektir. Daha önce birçok çevirmen tarafından Türkçe’ye aktarılan bu çok önemli gördüğüm öyküyü yorumlama şansını bana veren “Bordo Siyah”a ve sevgili hocam, editörüm Veysel Atayman’a teşekkür ederim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir