Reşat Nuri Güntekin – Acımak

— Merkezde Zehra isminde bir başmuallim varmış… Hangi mektep olduğunu bir yere kaydettim ama bir türlü bulamıyorum. Mebus Şerif Halil Bey, cüzdanının yelek ceplerini karıştırıyordu. Maarif Müdürü gülerek: — Zahmet etmeyin efendim, malûm, dedi. Zehra vilâyetin en maruf bir simasıdır. — Dostlarımdan biri bu hanım için sizden birkaç gün izin istememi rica etti… İstanbulda ihtiyar ve alîl bir babası varmış… Son günlerde ağır şekilde hastalanmış… Hayatı tehlikedeymiş… Belki izin koparmak için mübalâğa ediyorlar ama bir şey yapmak mümkünse… — Mümkün tabiî… Ancak, benim bildiğime göre Zehra kimsesiz bir kızdır. Beş seneye yakın bir zamandan beri tanırım… Bana babası filân olduğundan hiç bahsetmedi… Mamafih, kendisine sorarız. Zaten biraz sonra onu göreceksiniz. — Ben mi, ne münasebet? — Birazdan size mektepleri gezdirecek değil miyim? Evvelâ Zehranın mektebinden başlayacağız. İntihap dairenizde göreceğiniz en iyi müessese bu mekteptir. Halk mektebin asıl ismini unutmuştur. “Zehra Abla Mektebi” diye tanır. Hatta kâtiplerimiz bile bazen şaşırırlar resmî evrakta “Zehra Abla Mektebi” diye yazarlar. Geçenlerde bir çeşme başında iki kadın konuşuyordu. Birisi: “Ben çocuğumu Maarif mekteplerine vermem… Zehra Ablanın mektebinde okutacağım!” diyordu. Mebus, gülmeye başladı: — Çok garip… Bu Zehra Abla size karşı âdeta istiklâl ilân etmiş vaziyette… — Kelimeyi çok yerinde kullandınız… Zehra icraatında hemen hemen müstakildir… Bizim emirlerimize yasaklarımıza kulak asmaz… — Bu, sizin Maarif Müdürü olarak idareci izzetinefsinizi incitmiyor mu? Maarif Müdürü pencereden uzaklara bakarak gülümsedi: — Keşke bütün mekteplerimizi Zehra hocalara teslim etsek de bizim hiç işimiz kalmasa… İstiklâl alâmeti olarak onlara birer davul ve tuğ gönderir, maarif idarelerinin kapılarını emniyetle kapardık… Mebus Şerif Halil ile Maarif Müdürü Tevfik Hayri, iki eski mektep arkadaşı idiler.


Mülkiyeyi bitirdikten sonra hoca olmuşlardı. Şerif, sonradan mesleğini değiştirmiş, Tevfik, maarifçi kalmıştı.Dört buçuk seneden beri (……….) de Maarif Müdürüydü. Fakat bir parça gevşek ve hayalperestti. Başındaki süslü rüyayı hakikat yapmak için yalnız düşünmek, okumak ve söylemek kâfi olduğuna inanırdı. Faal ve uğraşıcı değildi. Zaten burasını en ziyade sükûneti için seviyordu. Bütün boş vakitlerini kasabanın yakınından geçen derenin kenarındaki söğütlerin altında kitap okumakla geçirirdi. İntihap dairesini gezmeğe gelen Şerif Halil, iki gündür onun evinde misafirdi. Gölge ve çiçekle dolu bir bahçeden geçilen küçük bir odada öğle yemeğini yedikleri esnada bu Zehra bahsi açılmıştı. Tevfik devam etti: — Bundan dört sene evvel küçük bir kız, minimini bir darülmuallimat mezunu olarak buraya gelmiş… İlk zamanlarda çok sıkıntı çekmiş… Fakat meyus olmamış… Şehri kendine vatan mektebi bir aile ocağı yapmış… O kadar gayretle çalışmış ki, terakkisine mani olamamışlar. Daha yirmi beş yaşına gelmeden mektebine başmuallim yapmışlar, eline kocaman bir kız mektebini teslim etmişler… Şimdi yirmi dokuz, otuz yaşlarında vardır… Kasabanın en sevilen, emniyet edilen, hatırı sayılan bir insanıdır. Bugün ekserisi kocaman ev hanımları olan eski talebesi üzerinde hâlâ eski nüfuzunu muhafaza eder… Onu bir abla, bir ana gibi dinlerler, bütün müşkülleri ona hallettirirler. Mektebe gelince… Biraz sonra göreceksiniz ya… Bu külüstür şehirde umulmayacak kadar güzel bir şeydir… Parasız hiçbir şey olmaz deriz… Esas itibariyle doğrudur… Fakat çalışan ve irade sahibi bir insanın parasız da neler yapabileceğine bu mektepten güzel örnek gösterilemez… Meselâ badana, dam, cam tamiri filân gibi şeyler için para veririz.

Eteklerini beline dolar, bu işleri kendi görür… Zaten elinden gelmeyen iş yok gibidir… Artırdığı para ile faraza yemekhaneler için sofra takımı, yahut sınıflar için ders aletleri tedarik eder… Yerli zenginlerden bir kısmının yardımiyle binayı büyüttü tamir ettirdi bahçesini genişletti. Eşraftan biri, ölen anası için türbe şeklinde bir mükellef mezar yaptıracaktı. Zehra, günlerce gitti, geldi. Bu türbe projesini mektep bahçesinde bir projeye tahvil ettirdi. Ne yaptı, ne söyledi, bilemiyorum, fakat zaten iyi bir adam olan bu zengin, bir gün daireme geldi, aşağı yukarı şu sözleri söyledi: “Çok düşündüm. Merhume validemin mezarına sarfedeceğim para ile mektepte bir kız teneffüshanesi yaptıracağım. Türbe, ancak zaman zaman yalağından su içmeğe gelecek birkaç kuşa yarayacak. Fakat bu teneffüshanede karda kışta yüzlerce çocuk barınacak. Yavrucakların burada sıcak sıcak, rahat rahat eğlenmeleri merhumeyi mezarında daha memnun eder. Teneffüshanenin içine merhumeye ait bir de kitabe vaz’ına müsaade buyurulursa vesile-i rahmet olur.” Bu sözler tabiî Zehra’nındı. Onları bu saf adamın zihnine çivi gibi mıhlamıştı. Şimdi hak verdiniz ya… Keşke böyle birçok muallimimiz olsa da bizi hiçe saysalar… Yemek bitmişti. Mebus dizlerine tırmanan bir kediyi okşuyor, ona sofra artıklarıyle ziyafet çekiyordu: — Bunlar, mektebin göze görünen kısımları, dedi. Manevî ciheti nasıl acaba? Hayat beni biraz reybî yaptı.

Çok faal ve işgüzar görünen insanlardan daima bir parça şüphe ediyorum… Keza görünüşü, gösterişi çok mükemmel olan müesseselere de pek emniyetim yoktur. — Bu Zehra için sizi o cihetten de temin edebilirim. Çocuklarımıza verdiği terbiye de aynı derecede temiz ve mükemmeldir. Bir kere çok müspet kafalı bir kadın… Hurafe ve hayal ile mütemadiyen mücadele eder, talebesine ancak ilmin en müspet hakikatlerini öğretir. Sonra onda bir nevi hastalık, hiç durmayan, onu daima için için yakan bir humma var: Doğruluk, fedakârlık, manevî temizlikhastalığı… Haksızlığın, yalanın, riyanın hâsılı, bütün ahlâksızlıkların ve zaafların müthiş düşmanıdır. — Şu halde bu kızın kasabada birçok düşmanları olacak. Maarif Müdürü kesik kesik gülerek cevap verdi: — Zannettiğiniz kadar değil… En kötü insanlarda bile basit bir adalet mefhumu var. Bir suçu yüzlerine vuran aynı suçu işlemişse kızıyorlar. Fakat temiz tanınmış bir insana infial ve kinlerinde pek o kadar insafsız olmuyorlar. Zehranın hususî hayatında en küçük bir leke ahlâkında en ehemmiyetsiz bir zaaf gösterilemez. — Mübalâğa ediyorsunuz. — Katiyen, hakikati söylüyorum. — Siz ancak romanlarda tesadüf edilebilecek ideal bir kahramandan bahsediyor gibisiniz. İnsan olsun da hiçbir zaafı olmasın? Maarif Müdürü arkadaşının yüzüne bakıp gülerek: — Böyle bir iddiada bulunmadım. — Onda en ehemmiyetsiz bir zaaf gösterilemez demediniz mi?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

29 Yorum

Yorum Ekle
  1. Ben böyle ödevin de kitabın da siuuuuuu

  2. Kitap bu kadarmı

  3. İndiremiyorum nasıl indiriliyo edebiyatçı okuyun dedi

    1. Öğretmeninin adı ne?

  4. agam edebiyatci verdigi kitap nsil kitap bu aq icinde turkce kelime yok osmanlidan kalma bok gibi ama yinede saygidan suuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu

    1. süüüüüüüüüüüüü

    2. herşeydenönce süüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüü

  5. ben bi bok anlamadım ama yinede okuyun okumanız gelişsin az allahın cahilleri

    1. =^.^=
      MANTIKLI

    2. Adın bedirhan mı?

    3. Tamam zeki apla/api

    4. Allah’ın (c.c) a’sını büyük yaz mutfak robotu

    5. Niye öyle dedinkine abi kakdkaksm

  6. Kitap çok guzal

  7. süüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüü

    1. OOOoaoaooa ronaldo suuuuuuuuuu jddghidbdbnd

  8. Kitap harikaa

  9. Maraqlı kitabdır

  10. ÇOK MÜKEMMLER

  11. çok sıkıcı aw

  12. aşırı yüzel

  13. Çok merak ediyorum

  14. anlamak için

  15. kitap çok sıkıcı ve sade anlatımlı

  16. Öğretmen hikayeli romanlarımızdan biri. Güzel bir eser. Reşat Nuri’nin kaleminden çıkınca hiç tereddüte yer kalmıyor.