Reşat Nuri Güntekin – Değirmen

Zelzele Malmüdürü Cevdet Efendi birdenbire ayağa kalkarak: — Zelzele oluyor arkadaşlar, dedi. Yeni bir çiftetelliye başlamış olan keman, ud, darbuka durdu; yalnız yerde, çalgıcıların ayakları dibinde iki büklüm oturan Arap Ziver hiç bir şeyin farkında olmadı, yanmdakilerden biri kollarını tutuncıya kadar iki yana sallanarak zilli maşasını vurmıya devam etti. Eğlentinin en kızıştığı zamandı. Sırmalı cepkeninden sonra tül bluzunu da çıkarmaya razı olan Bulgar kızı ayakta, çıplak omuzlarından biri ev sahibi Ömer Beyin göğsüne dayalı, dudaklarının kırmızısını bozmamak için onun elinden bir bağa hoşaf kaşığı ile konyak içiyor, parmaklarında düzelttiği zilleri hafif hafif titreterek tekrar oynamaya hazırlanıyordu. Cemaatın bir kısmı isyan etti: Ne zelzelesi? Müdür bey rüya mı görüyordu. Zelzeleyi yerin altındaki koca öküz değil. Arap Ziverin zilli maşası yapıyordu. Asıl fenası, panik yandaki karanlık oda kapılarının budak deliklerinden sofayı seyreden kadınlara da sirayet etmişti. O zamana kadar Ömer Beyin korkusundan çıt çıkmadığı halde şimdi, orada da hafif çığlıklar, itişip kakışmalar oluyor, bir hiç yüzünden hakikaten bir zelzele gürültüsü kopacağa benziyordu. Malmüdürü saçkırandan başında ve yüzünde tek tüy kalmamış uzun ve kuru bir adamdı. İri camlı siyah gözlükleri i bırakmıyacak bir şiddetle evi btr kere daha zorladı. Zelzeleye karşı cesaret yoktur; o son dayanılacak yerin ayaklar altından kaçmasıdır. Konak bir anda fırtınada sığır yüklü bir gemi haline geldi. Yeni iş’ara kadar sıra, saygı, âr, haya, gurur, ihtiyara hürmet, çocuk ve kadına merhamet vesaire vesaire mülga idi. Ürkmüş sığır sürüsü korkunç böğürtülerle birbirini devirip çiğniyerek ambarda tek selâmet deliği gibi görünen merdiven ağzına saldırıyordu.


Halil Hilmi Efendi kalabalığın ortasında idi. Dalgalı bir denizde çabalar gibi kol ve bacak hareketlerile bir zaman ileri geri bocaladı. Sonra ayağı bir şeye takıldı. Bu, büyük bir hamur tahtası üstüne kurulmuş bir yer sofrası idi. Kaymakam yana dümen kırmıya savaştı; yapamaymca var kuvvetile arkaya kaykıldı. Fakat bir an arkasında yığılıyor gibi olan kalabalığın korkunç bir tosla kendisini tekrar ileri attığını görünce sofrayı atlıyarak geçmekten başka çare göremedi. Yalnız bunun için ayaklarını yere vurarak hız almak lâzımdı. Bunu yapamaymca havaya kalkan ayakları sofranın karşr kenarına indi. Hamur tahtası bir anda boşanmış bir zemberek yayı haline gelerek üstündeki kap kaçağı korkunç bir şangırtı ile havaya savururken kendisi de bir atlama tahtasına basmış gibi, hemen hemen balıklama vaziyetinde ileri fırladı; sol kolu önündeki-lerden birinin omuzuna sarıldı; sağ eli merdiven başındaki trabzan babasını yakaladı ve kopardı. Ondan ötesi karanlık; haykırışına sesleri, uğultu., ve bunların üstünde Bulgar kızının uzakta bülbül gibi şakırdıyan zilleri… II Kaymakam ve jandarması Kaymakam gözlerini açtığı zaman kendini hükümet konağının arka bahçesinde portatif bir asker karyolasında yatıyor gördü. Ova sis içinde idi. Havada yıldızlar görünmekle beraber karşı tepelerin üstünde bulanık bir sabah aydınlığı titriyordu, Halil Hilmi Efendi sakalının kırağıdan ıslanmış olduğunu hissederek elini battaniyesinin altından çıkarmak istedi. Fakat kolunun vücuduna bağlı olduğunu anlıyarak birdenbire dehşet içinde kaldı. Daha garibi bacağı da ayni halde idi.

Üstelik 6 DEĞİRMEN yaz kış kulaklarına kadar geçirmeden yatmadığı gecelik yün takkesi yerine başında sargı bezlerinden bir de acayip Yeniçeri kavuğu farkedince kendini tutamıyarak «aman» diye bağırdı. Bu ses, karyolanın biraz ilerisindeki bir hasır üstünde oturduğu yerde uyuyakalmış bir adamı, kendi jandarması Hurşidi uyandırdı. Bu saatte başka bir adamın bağırmış olmasına imkân olmamakla beraber Hurşit «Sen min bey?» diye sordu… Sonra uyurken yere düşürdüğü fesini bulup başına geçirerek ilâve etti: — Noldu bey? Kaymakam zayıf bir sesle: — Ne olduğumu sen bana söyle Hurşit, dedi. Ne oldum ben? — Hiç bey… Sanki biraz yaralandın da… Bu söz kaymakam yaralarının cins ve derecesi hakkında bir fikir veremezdi. Çünkü Hurşit, en ağırına kadar, her türlü vukuatı daima bu «az» sifatile tasvir ederdi: — Az yangın oldu, az dişimi çektirdim, çocuklar az biribirlerini bıçaklayıverdiler… Halil Hilmi Efendi uyandığı zaman vücudunda ağrıya, sızıya benzer bir şey duymamıştı. Şimdi de yine kendini derinden derin dinlediği halde bir ağırlık ve uyuşukluktan başka bir şey hissetmiyor, fakat küçük bir hareket yaparsa birdenbire ağrılar içinde kalmaktan korkarak kımıldanmıya ce’saret edemiyordu. — Neremden yaralıyım Hurşit? — Başından, kolundan, bacağından, boynundan… Edep söylemesi, kuyruk sokumundan… Jandarma şakağını kaşıyarak unutulmuş daha başka yerleri ararken kaymakam hazin hazin göğüs geçirdi: — Hakikaten az yaralanmışım oğlum. Çoluk çocuğu birkaç aylığına İspartadaki kayınbabasma misafir gönderdiğinden yirmi gündenberi hükümet konağında yatıyordu. Hurşidin anlattığına göre, yukarı katlarda zelzeleden «az bir sakatlık» olduğu için jandarma kumandanı kendisinin buraya yatırılmasını münasip görmüştü. Yaraları hükümet doktoru ile eczacı Ohanes Efendi tarafından sarılmıştı. Yine Hurşidin hikâyesine göre, «Beylerin kendi telâşeleri» de çok olduğu halde belediye reisi, Evkaf müdürü, Malmüdürü, mühendis vesaire «bir, iki, üç saat başında beklemişler, sabaha doğru evlerine çekilmişlerdi.» Doktor Arif Bey bütün gece Çinili mescit avlusunda yatan öteki yaralılarla kendisi arasında mekik dokumuştu. Beyin kendine gelememesini, «lokman ruhu» koklattıkça «az ayılır gibi» olduktan sonra tekrar gözlerini kapayıp dalmasını evvelâ be-ğenemiyormuş. Fakat son gelişinde onun horladığını görerek «az ferahlamış» ve «bir, iki> üç saat» yatmak üzere evine gitmişti. Hurşit: — Emredersen doktoru kaldırıp getireyim bey, dedi.

Ne halde olduğunu öğrenebilmesi için bu lâzımdı. Fakat ihtiyar ve hastalıklı bir kaymakam mütekaidi olan Arif Bey, gecenin heyecanlarından sonra herhalde turşu gibi yatıyor olmalıydı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Selam. Bakü’de Türk Edebiyatı derslerine giriyorum ve yazarlarımızın eserlerini öğrencilerimize okutuyorum. Kitapları elde edip öğrencilere okutmak zor olduğundan pdf formatı tercihimiz oluyor ve öğrencilerimiz için çok yararlı oluyor. Bu sebeple teşekkürler ediyorum.