Reşat Nuri Güntekin – Eski Hastalık

Yalnız, Züleyha, bu korkunç şeyin kendisini beklediği kadar sarsmadığını hayretle görüyordu. Ne bir çarpıntı, ne bir ıstırap, ne hattâ bir ürperme!… Bu dakikada ona söz söylemek lâzım gelse, sesinin bir pürüzsüz billur gibi dudaklarından çıkacağını anlıyordu. Sade göğsü birdenbire genişlemiş gibi, bol havaya ihtiyacı vardı. Yastığının üstünde boynunu hafifçe kaldırıyor, dudaklarını aralıyor, soluklarına bir uyku sesi intizamı vermeğe çalışarak düşünüyordu: Daha birkaç saat geçerse, on dört gün olacak… Kendisini Alemdağı – Çamlıca yolunda, açık bir spor otomobili içinde görüyor. Mehtap, o kadar parlak ki, ortalık, âdeta bir fecir aydınlığı içinde… Direksiyonda beyaz ipek gömlekli, çıplak kollu genç bir adam var… O kadar hızlı gidiyorlar ki, Züleyha, vücudunu arasıra arkadaşının vücuduna çarpıyor, boynundaki eşarpı, süratin rüzgârına karşı iki eliyle zor zaptediyor. Birkaç kere «yavaş… daha yavaş» diyecek gibi olmuş, fakat kibrine yedirememişti… Sonra, daha başka mâniler de vardı: Koşmadan ziyade bir sele karışıp akmağa benziyen bu gidişte, sinirlerin ürkme, tırmalanma zevki ve bazı büyük hâdiseler karşısında tedbirlerin çaresizliği duygusu… Aynı hızla Dudullu köyünden geçilirken birdenbire karşılarına çıkan bir su arabasiyle çarpışılıyor… Ondan sonra karanlık, kargaşalık, rüya… Züleyha, kendini bir kere karanlık, çıplak bir odada acayip çehreli insanlar arasında görüyor; bir kere bir sokak fenerinin altında bir sedye içinde gözlerini açıp kapıyor; bir kere denizde motor gibi bir şeyin içinde uyanıp sakallı bir adamın elinden su içiyor… Fakat bunlar rüya mı, hakikat mi olduğu kestirilemiyen birtakım hayallerdir ve o, ancak kazanın ertes Züleyha, yattığı yerde kazadan evvelki saatleri de gözünün önünden geçirdi: Bir ikindi vakti… Kendisi kalabalık bir akraba ve dost grupu ile Suadiye taraflarında bir çalgılı gazino bahçesinde uslu uslu oturmaktadır. Derken kapıda küçük bir spor otomobili duruyor, içinden genç bir adam atlıyor ve elleri ceplerinde Züleyhanm masasına doğru yürüyor. Bu delikanlı, geçen sonbaharda Büyükdere yolunda yapılmış bir amatör müsabakasında —kapıdaki aynı otomobille — ikincilik kazanmış bir sporcudur ve İstanbulda bulunduğu dört aydan beri de Züleyhaya kur yapmaktadır. Masanın önüne gelince birdenbire ellerini ceplerinden çıkarıyor ve küçük biy mantar tabancasını grupa çevirerek: — Eller yukarı… Kımıldıyanı yakarım, diyor. Sonra devam ediyor: — Ben, otomobilli haydut oldum. Züleyhayı dağlara kaçırmağa geldim… Haydi, düş önüme… Beyaz gömleğinin sıvalı kolları, kayış kemeri ve boynundaki kırmızı mendiliyle bir fantezi sinema kovboyuna benzi-v Yen delikanlının bu hareketi dehşetli sükse yapıyor. Genç kız-‘ lar, kadınlar, genç erkekler ve hattâ ihtiyar erkekler gülüşerek, bağrışarak ellerini havaya kaldırıyorlar. Bu iskeçe iştirak etmek, herkesi eğlendiriyor.


Centilmen haydut, bir elinde tabancası, öteki eliyle Züleyhayı bileğinden tutuyor, parmaklarını, avucunun içini öpüyor ve onu otomobiline doğru sürüklemeğe başlıyor. ATe fenalık var? Bu, gayet güzel bulunmuş spiritüel sinema numarasına iştirak etmekte ne fenalık var? Genç bir kadının her yerde dansettiği, plajda köpük köpüğe boğuşup şakalaştığı ve vücudunu bir heykel gibi kucağına teslim ederek yüzme talimi yaptığı bir genç arkadaşla asfalt yol üzerinde 10 ESKİ HASTALIK Züleyha, artık odasında tamamiyle yalnız gibi idi. Son günlerde dayısının siyatiği azmış, ve doktorların nedense bu defa Yalova ve Bursa kaplıcalarını beğenmemeleri üzerine, çoluğu çocuğu toplıyarak Çeşmeye gitmişti. Arasıra hastahanenin telefonu çalıyor; bir kadın, yahut erkek sesi Züleyha Hanımın, sıhhatini soruyor, bazan da acele işi olduğunu, yahut hastayı rahatsız etmekten çekindiğini söy-liyen kadın, yahut erkek bir dost, kapıdan bir çiçek demeti, yahut bir şokola kutusu bırakıyordu. Genç kadın, günlerden beri bu odada Baş Şvesterden; arasıra telefonla gönderilen muhabbet ve selâmları, kapıdan bırakılan çiçekleri getirmeğe gelen hastabakıcı kızdan, bir de sabahları üç beş dakika yanma uğrıyarak yarasını değiştiren başdoktordan başka insan yüzü görmüyordu. Züleyha, kimse ile konuşmadığı, hiçbir yerden bir haber almadığı halde, niçin bu kadar yalnız bırakıldığını çok iyi anlamıştı. Baş Şvester, hemen bütün boş saatlerini bu odada geçirmekteydi. Pencerenin yanındaki koltukta kendi kendine kitap ve gazete tefrikaları okuyor, örgü örüyor, yahut uyukluyordu. Bu alâka, kendisine miydi, yoksa bu koltuk ve bir büyük atkestanesi ağacının yaprakları arasından denizi gören bu pencere, onun öteden beri alışık bulunduğu bir köşe olduğu için mi, böyle yapıyordu? Roman okumayı çok sevdiği anlaşılan Şvester Magda, ilk günlerde, pek gizliyemediği bir merak ile genç kadını açmağa, söyletmeğe çalışmıştı. Fakat sonradan onun sükûtu ve yapma olduğunu tahmin ettiği dalgınlığı karşısında bundan vazgeçmişti. Şimdi, bu sükűttaki sebebe hürmet eder gibi, bir tavrı vardı. Fakat buna rağmen, Züleyha, onun kendisi hakkında hayal yaptığını ve bir şey yakalamak ümidiyle gözünü üstünden ayırmadığını hissediyordu. İhtiyar kadının, biraz evvel kapıya gelen kızdan aldığı haber üzerine, derhal sesini alçaltması, Yusufun hemen buraya gelmesine müsaade etmemesi, manalı bir hareketti. Hastanın uykuda olduğunu söylemesi sırf vakit kazanmak ve onu bu müşkül sahneye hazırlamak içindi. Nitekim şimdi, tekrar gazetesine dönmesine bir mâni kalmadığı halde okumuyor, ESKİ HASTALIK 11 sinirli adımlarla odada dolaşıyor, biraz evvel uyanmasına lü-, zum gördüğü hastayı uyanmağa ve konuşmağa mecbur etmek için gürültü yapıyordu. Doktora gelince, onun hareketleri de daha az manalı değildi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Ben bu kitabı okudum.ikinci kere yine okumak istiyorum ve gerçekten çok güzel bir kitaptı.