Reşat Nuri Güntekin – Gökyüzü

1931 yazının ilk haftasındaydı. Bir akşamüstü sütkardeşim Raşit çocuğun Fatih Çarşambası’ndaki evine uğramıştım. Raşit çocuk dediğime hürmetle dinlemek lâzımdı. Raşit çocuk her hikâyenin sonunda : “Biz, işte böyle şeyler gördük, geçirdik. Denizin çok cilvelerini tattık küçük bey…” diyordu. Bu küçük bey de tabiî ben… Altmış yaşında bir adamın güz yaprakları gibi suyu çekilmiş, türlü damarlar, kırışıklıklar, pıhtılar, kızıltılarla bezenmiş yüzüne ne kadar yakışan bir ad… Bereket versin onu artık Raşit çocuktan başka bilen ve tekrar eden kalmamıştır. Raşit çocuk, emektar hizmetçimiz ve sütannemin oğluydu. Birbirimizden birkaç ay ara ile doğmuş, on yaşına kadar bir evde büyümüştük. Bir hizmetçi çocuğuyla arkadaşlık etmem ailemin kibirine dokunmuş olmalı ki, onun, beni adımla çağırmasına razı olmamışlar, zorla küçük bey dedirtmişlerdi. Raşit çocukla oynadığım günler, benim en güzel günlerimdir. Sütninem, bilmem neden ona on yaşına kadar mavi şalvar giydirmişti. Çocukluğumun hiç bir hatırası bende onun bu mavi şalvarı kadar canlı ve renkli kalmamıştır. Raşit çocuk, bir aralık bana evinin bahçesinden dut toplamaya gitmişti. Huriye yengeye: – Tekaütlük senin için de iyi oldu, dedim, ömrünüz hep ayrılıkla geçiyordu. Yenge, açık sözlü saf bir kadıncağızdır.


Kıştan kalan ateşsiz mangalı el alışkanlığı neticesi birkaç kere karıştırdıktan sonra şüphe ve korku ile başını salladı: – Doğrusunu istersen pek de iyi olmadı beyefendi, dedi. Çok kavga ediyoruz… Siz onun “memnunum” dediğine bakmayın… Denizi unutamıyor… Vara, yoğa kızıyor… Bir sabır, iki sabır… Ben de melek değilim ya… Haydi bir gürültüdür kopuyor… İkide bir Samatya’da deniz kenarına iner. Benden az buçuk yüz bulsa evi satıp deniz kıyısında ev almaya kalkacak… Geçen gün kiremitleri aktarmak için dama çıkmıştı. Aşağı inince ne dese beğenirsiniz? “Yahu, bizim damdan deniz görünüyormuş. Bir, iki yüz lirayı gözden çıkarsak da yukarıya bir odacık yapsak” demez mi? Anlıyorsunuz ya aklı sıra oradan denizi seyredecek… Ölümlük, dirimlik beş on liramız var, onu da yiyecek… Sonra sen sağ, ben selâmet… Bir tersleyiş tersledim. Neyse sindi. Ben, gülerek : – Yapmayaydın yenge, dedim, tekaütler biraz titiz olurlar. Kusurlarına bakmamalı… Huriye yengenin de yüzü güldü. Raşit çocuğa karşı tuttuğu politikadan emin bir tavırla : – Arasıra öyle yapmazsan olmaz… dedi. Sonra başa çıkamam. Vallahi erkekler tekaüt olunca çocuğa dönüyorlar beyefendi… Yenge, iyi dikkat etmişti. Tekaütlük, birçok kimseler için hakikaten bir ikinci çocukluk oluyordu. Zavallı Raşit çocuk, yavaş yavaş oyuncaklarını bile tedarike başlamıştı. Bahçesinde ispinoz, florya tutmak için hazırladığı ökse takımı rafta duruyordu. Daha başka raflarda küçük boya çanakları, çekiç, testere, tahta, cam, teneke parçaları… Pencerenin üstünde birkaç sabun kalıbı yanında tenekeden kesilmiş kırmızıya boyanmış bir horoz… – Yenge Hanım, bu ne? dedim.

– Bacanın tepesine takacakmış da rüzgârın nereden estiğini anlayacakmış… Onu keseyim derken makasın da ağzını bozmuş… Bir kavga da onun için ettik… Demdim ya, sağ olsun, çocuğa döndü. Raşit çocuğun elinde dut tabağıyla odaya girdiğini görerek lâkırdıyı değiştirdik. Biz, konuşa konuşa dutları yerken ortalık da kararmıştı. Huriye yenge, perdeleri indirdi. Şerefime konsolun üstündeki kırmızı fanuslu gelinlik lambasını yakmaya hazırlandı. Ben : “Artık gece oldu. Bana izin” diye ayağa kalktım. Karı koca dualar, senalarla beni aşağıya indirdiler. Yatalak bir hasta ile konuşur gibi tekrar geleceğimi vaat ederek sokağa çıktım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir