George R. R. Martin – Buz ve Ateşin Şarkısı #2 – Kralların Çarpışması – Game of Thrones

Kuyruklu yıldız, Ejderha Kayası’nın dik uçurumları üstündeki pembe mor gökyüzünde kanayan kırmızı bir kesik gibi şafağa serilmişti. Üstat, odasının rüzgârlı balkonundaydı. Kuzgunlar uzun yolculuklarının sonunda buraya gelirdi. Üstadın iki yanında yükselen, cehennem tazısı ve ejderha şeklindeki dört metrelik gargoyleler, kuzgun pislikleriyle kaplıydı. Bunlar kadim kalenin duvarlarına tünemiş, kara kara düşünen binlerce yaratık heykelinden sadece ikisiydi. Üstat, Ejderha Kayası’na ilk geldiğinde rahatsız olduğu taştan oyulmuş bu grotesk ordunun varlığına yıllar geçtikçe alışmıştı. Onların eski dostlar olduğunu düşünüyordu şimdi. Üçü birlikte, içlerinde kötü bir önseziyle gökyüzüne bakıyordu. Üstat kehanetlere inanmazdı. Buna rağmen… Cressen bu yaşına kadar bu kadar parlak bir kuyruklu yıldız görmemişti. Bu renkte olana da rastlamamıştı. Kan, alev ve gün batımı gibi, korkunç bir renk. Gargoylelerin, böylesini görüp görmediklerini merak etti. Onlar üstattan çok daha uzun zamandır buradaydı ve o göçüp gittikten sonra da nice vakitler burada olacaklardı. Taştan diller bir konuşabilseydi… Ne büyük aptallık.


Mazgallara yaslandı. Parmaklarının altındaki siyah taşlar pürüzlüydü. Aşağıdaki deniz kudurmuştu. Yaratık heykelleriyle, gökyüzündeki alametlerle konuşuyorum. Ben işi bitmiş yaşlı bir adamım. Tekrar sersem bir çocuğa dönüşüyorum. Tüm ömrü boyunca zorlukla elde ettiği bilgeliği, sağlığı ve gücüyle birlikte uçup gidiyor muydu? O, Eski Şehir’deki Hisar’da eğitilmiş, zincir sahibi olmuş bir üstattı. Kafasını cahil bir çiftçi gibi hurafelerle doldurursa neye dönüşürdü? Ama yine de… Ama yine de… Kuyruklu yıldız artık gündüzleri de parlıyordu. Kalenin arkasındaki Ejderhadağı’nın sıcak menfezlerinden solgun gri buharlar yükseliyordu. Ve dün sabah, beyaz bir kuzgun, beklediği haberi Hisar’dan getirmişti. Yaz mevsiminin bittiğini haber veren mektubun geleceğini uzun zamandır biliyordu ama bilmek korkuyu azaltmıyordu. Bunların hepsi alametti. İnkâr edilemeyecek kadar fazlaydılar. Bütün bunlar ne anlama geliyor? diye çığlık atmak istedi. “Üstat Cressen, ziyaretçilerimiz var,” dedi Pylos.

Cressen’in vakur tefekkürünü bölmek istemiyormuş gibi yumuşak bir sesle konuşmuştu ama üstadın kafasını dolduran saçmalıkları bilseydi bağırırdı. “Prenses, beyaz kuzgunu görmek istiyor.” Kızın lord babası artık kral olduğu için Pylos ona prenses diyordu. Büyük tuz denizinin ortasında tüten yalçın kayalıkların kralıydı ama kraldı işte. “Soytarısı da onun birlikte.” Yaşlı adam, ejder heykeline tutunarak alacakaranlığa sırtını döndü. “Beni koltuğuma götür ve onları içeri gönder.” Pylos, adamın kolundan tutarak içeri girmesine yardım etti. Cressen gençken hızlı adımlarla yürürdü şimdi ise sekseninci isim gününe çok az kala, bacakları kırılgan ve dengesizdi. İki yıl önce düşerek kalça kemiğini kırmıştı ve tam olarak iyileşememişti. Geçen yıl hastalandığında, Lord Stannis’in adayı kapatmasından birkaç gün önce, Hisar’dan göndermişlerdi Pylos’u… işlerde yardımcı olması için demişlerdi ama Cressen gerçeği biliyordu. Pylos, yaşlı adam öldükten sonra görevi devralmak için yollanmıştı. Üstat bunu sorun etmemişti. Yerine birinin geçmesi gerekiyordu ve istediğinden daha erken olacaktı bu… Genç adam onu kitaplarla ve kâğıtlarla dolu masanın koltuğuna oturttu. “Kızı içeri al.

Bir leydiyi bekletmek büyük kabalıktır.” Acele etme kabiliyetini yitirmiş bir adamın acelesini ifade eder güçsüz bir hareketle elini salladı. Cildi buruş buruş ve lekeliydi. Derisi öyle incelmişti ki alttaki damarlarının ve kemiklerinin şeklini görebiliyordu. Bir zamanlar sağlam ve becerikli olan elleri şimdi nasıl da titriyordu…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. kitabın tam halini atabilirmisiniz rica etsem

  2. Knk kitapların ilk ciltini atmışsın ikincisini atmamışsın.kitaplarin yüzde 70 i yarım