Hermann Broch – Vergilius’un Ölümü

ADRİYATİK DENİZİNİN tersten esen, hafif, neredeyse fark edilmeyen bir rüzgarla kabarmış çelik mavisi rengindeki yumuşak dalgaları, İmparatorluk filosu Kalabriya kıyılarının ağırdan yaklaşan alçak tepelerini solunda bırakarak Brundisium limanına dümen kırdığında, gemilerden yana köpüklenmişƟ; ve şimdi, denizin güneşli, ama yine de onca ölümün sezgisiyle dolu yalnızlığı, insandan kaynaklanma çabaların huzurlu sevincine dönüşmüştü; insanların ve evlerin yakınlığı nedeniyle parılƨsı hafiŌen gölgelenmiş suların üstü, bazıları filo gibi limana yönelen, bazıları da limandan çıkmış teknelerle doluyor, kahverengi yelkenli balıkçı kayıkları akşamın bereketlerine açılmak üzere, beyaz köpüklerin okşadığı kıyılar boyunca uzanan sayısız köyün ve başkaca yerleşim alanlarının küçük balıkçı barınaklarından ayrılıyordu; şimdi su, ayna gibiydi ve gökyüzü, sedefli bir isƟridye kabuğu gibi bu suların üzerine açılmışƨ; akşam olmaktaydı ve rüzgar hayaƨn ezgilerini, bir çekiç vuruşunu, bir seslenişi topraktan suya doğru kanatlandırdığında, ocaklarda yanan odunların kokusunu da beraberinde sürüklüyordu. Birbirini uzayıp giden dümen suyundan izleyen, yüksek bordalı yedi tekneden yalnızca ikisi, ince yapılı, burunları mahmuzlu, pentere sınıķndan olan ilki ve sonuncusu, savaş filosundandı; daha ağır ve etkileyici görünen, on sıra, on iki sıra kürekli diğer beş tekne, tam da Augustus’un saltanaƨna yakışan gösterişli bir üsluptaydı ve bunların ortasında yer alan en gösterişlisi, bronz kakmalı pruvası, küpeştenin alƨnda bulunan, ağızlarında halkalarla alƨn parılƨları saçan aslan kafaları, rengarenk halatlarıyla, erguvan renkli yelkenlerinin alƨnda, ikƟdarın ve büyüklüğün simgesi olan Sezar’ın çadırını taşımaktaydı. Ama hemen arkasından onu izleyen gemide Aeneis’in şairi vardı, ve ölümün işareti, alnına yazılmıştı. Deniz tutmasının pençesine düşmüş, onun sürekli azma tehdidi yüzünden gerilmiş olan Vergilius, bütün gün kıpırdanmaya cesaret edememişƟ; bu arada, geminin ortasında onun için hazırlanmış yatağa bağlı olmasına rağmen, şimdi kendisini, daha doğrusu arƨk yıllardır yabancılaşmış olduğu bedenini ve o bedendeki hayaƨ bir haƨra gibi, biraz önce, daha sakin olan sahil bölgesine varıldığında, bütün benliğini birkaç defa kaplamış olan rahatlamadan geriye kalmış bir haƨra gibi, sanki o rahatlamayı bir defa daha ele geçirmek, onun tadına bir daha varmak isteyen, tek parça bir haƨra gibi algılamaktaydı; ve o acı verici öksürük ile akşamları yükselen ateş yüzünden baş gösteren bitkinlik, akşamcı korkular, şifa verme gücüne sahip deniz havasına rağmen tekrar gelmiş olmasaydı eğer, üstündeki bu hem sakin, hem de yaƨşƨrıcı rehavet belki de neredeyse eksiksiz denilebilecek bir hazza dönüşebilecekƟ. Aeneis’in şairi Publius Vergilius Maro, işte bu halde, zayıflamış bir bilinçle, acizliğinden dolayı neredeyse utanç duyarak, böyle bir kaderden dolayı da neredeyse öŅeli, uzanmış yaƨyordu ve bakışlarını da gök kubbenin sedef rengi yuvarlaklığına dikmişƟ: neden boyun eğmişƟ sanki Augustus’un ısrarlarına? AƟna’dan neden ayrılmışƨ? İşte, kaybolup gitmişƟ şimdi Homeros’un kutsal ve neşeli göklerinin Aeneis’in biƟrilmesine şeŅatle zemin hazırlayacağına yönelik beklenƟ, kaybolup gitmişƟ ondan sonra filizleneceği kesin ve uçsuz bucaksız yeni zamanlara ait bütün umutlar; Platon’un şehrinde, sanata sırƨnı dönmüş, şiirden özgürleşmiş, felsefeye ve bilime adanmış bir hayata ait umut; kaybolup gitmişƟ bir daha İyonya topraklarına ayak basma umutları; kaybolup gitmişƟ bilginin mucizesine ve bilgide şifa bulmaya ilişkin umutlar. Neden feragat etmişƟ bütün bunlardan? Gönüllü olarak mı? Hayır! Bu, sanki hayaƨn karşı konulamaz güçlerinin bir buyruğu gibiydi; kaderin o geri çevrilemez güçleri ki, asla bütünüyle kaybolup gitmezlerdi, kimi zaman yeralƨnın, görünmezliğin, duyulmazlığın derinliklerine dalsalar bile, yine de insanın kendini pençelerinden asla kurtaramadığı, sadece boyun eğmekle yükümlü olduğu güçlerin sırrına vâkıf olunabilmesi imkânsız tehdidi niteliğiyle, varlıklarını korurlardı; bu, kaderdi. Vergilius, kendini kaderin kollarına bırakmışƨ, ve şimdi kader, onu Son’a doğru sürüklemekteydi. Ama hayaƨ hep böyle olmamış mıydı? Herhangi bir zamanda daha farklı yaşamış mıydı? Gökyüzünün sedef kabuğu, özgür ve sakin deniz, dağların şarkıları, kendi yüreğinin acılı şarkıları, Tanrı’dan yansıyan flüt ezgileri; bütün bunlar Vergilius için, yeryüzünü saran gök kubbe gibi, onu sonsuzluğa götürmek üzere kucaklamaya neredeyse hazır bir görüntüden daha ileri bir anlam taşımış mıydı? Doğuştan toprağın adamıydı, yeryüzü hayaƨnın huzurunu seven biriydi; toprağa bağlı bir toplumda geçecek, sade ve güven dolu bir ömre uygun bir insan; kökleri gereği yerleşip kalmasına izin verilmiş, dahası yerleşmeye zorlanmış biri; aynı zamanda da, daha yüce bir kader gereği, yurdundan ne kopabilmiş ne de orada kalabilmiş biri; bu kader, onu ötelere, toplumun dışına sürüklemiş, kalabalıklar içersinde düşünülebilecek en çıplak, en kötü, en vahşi yalnızlığın içine atmışƨ; onu kökeninin yalınlığından koparmış, uçsuz bucaksızlığa, giƫkçe büyüyen bir çeşitliliğe doğru kovalamışƨ; böylece büyüyen, sınırsızlığa açılan, sadece gerçek hayat ile arasındaki uzaklık olmuştu; evet, gerçekten de yalnızca bu uzaklıkƨ büyüyen: Vergilius, hep kendi tarlalarının sınırlarında gezinmiş, her zaman kendi hayaƨnın sınırboylarında kalmışƨ; huzur nedir bilmeyen bir insan; ölümden kaçarken ölümü arayan, eser vermek isterken eserden kaçan biri; bir âşık, ama yine de hep kovalanmaya yargılı, gerek iç gerekse dış dünyanın tutkuları arasında yolunu kaybetmiş, kendi hayatına sadece konuk olabilmiş biri. Ve bugün, neredeyse bütün güçlerinin sonuna vardığı noktada, kaçışının ve arayışının sonunda, tam kendi kendinin üstesinden gelmişken ve ayrılmaya hazırken, böyle olabilmek için kendini aşabilmişken ve son yalnızlığı da üstlenmeye, iç dünyasında bu yalnızlığa uzanan yolda yürümeye arƨk hazırken, kader onu bir defa daha eline geçirmiş, yalınlığı, köklerine dönmeyi, iç dünyayı ondan bir defa daha esirgemiş, dönüş yolunu yine değişƟrmiş, bu yolu dış dünyanın alacasına doğru sapƨrmış, bütün hayaƨnı gölgelemiş olan kötülüğe geri dönmeye zorlamışƨ Vergilius’u; sanki arƨk kaderin Vergilius için saklı tuƩuğu tek bir yalınlık kalmışƨ — ölmenin yalınlığı. Başının üzerindeki serenler, halatların arasında gıcırdamaktaydı;

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir