Jack London – Altta Kalanlar

Yardımına başvurduğum dostlarım, Londra’da; Doğu yakasında, yaşamı tüm ayrıntılarıyla gözlemlemek isteğimi: “Çok güzel, çok iyi de, bunu gerçekleştirmeyi başaramayacağını sen de biliyorsun,” diye yanıtladılar. Bu yanıtın peşi sıra da akıllarına yeni gelmişçesine: “En doğrusu, bu iş için polise başvur,” diye ekleme yaptılar. Yüzlerine; yaptığının bilincinde olmayan bir deli bakıyormuş ve onlar da bu psikolojik bozukluğu olan insana, insanüstü bir gayret gösteriyormuşçasına bir tavır takınmışlardı. “Polisle işim olmaz,” diyerek hemen olumsuzlandım. “Benim bütün istediğim, Doğu yakasındaki yaşama bir yerinden tutunarak, orada olup biteni gözlemlemek. Buradaki insanların nasıl, niçin ve neden yaşadıklarını öğrenmeyi arzu ediyorum. Özetlemem gerekirse, Doğu yakasına yerleşmeyi amaçladım.” Maskelenmiş bir yüz ifadesi ve acımayla karışık sevimli bir tavırla: “İyi de, sen orada yaşayamazsın. Orada öyle yerler vardır ki, insan yaşamı para etmez,” dediler kesin ve kısa bir anlatımla. Benim yanıtımsa şöyle oldu: “Çok iyi, benim isteğim de bu zaten.” “Buralarda yaşayamayacağını sen de gayet iyi biliyorsun,” diye yinelediler. Canım sıkılmıştı. Bunca öneride bulunmaları gereksizdi. “Ben buraya palavra dinlemeye gelmedim. Buraların yabancısı olduğum doğru ve sizlerin Doğu yakası üzerine bilgilerinizi sorguluyorum.


Sizi dinleyeceğim ve yönümü de bu doğrultuda çizeceğim.” “Biz, sorduğun yer hakkında bilgisiziz. Sana orası üzerine pek bir şey söyleyemeyiz,” deyip, güneşin doğduğu yönü gösterip: “İşte oralarda bir yerde,” diye önemsemeyerek sonlandırdılar konuşmalarını. “Cook’a giderim ben de.” “En doğrusunu düşündün. Cook’takiler sana kesinlikle yardımda bulunacaklardır.” “Thomas Cook ve takımı… Ah, ah… Dünyanın en aptal gezginlerine, en bilinmedik yolları bulur. Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından, Tibet’in yüksek yerlerine dek imza atarken, bu denli yakındaki Doğu yakasının yolunu izini bilemezsin ha!” Gezi turları düzenleyen Cook firmasının, ucuz geziler bölümü sorumlusu: “Böylesi bir şeyin olanaksız olduğunu siz de ayırt edersiniz. İstekte bulunduğunuz şey, o denli alışılmışın dışında bir şey ki!” Ama ben ısrarlı olunca: “O hâlde siz de polise başvurun. Gezi programlarımızda Doğu yakası yer almıyor. Kaldı ki, kimseden de bu doğrultuda bir istemle karşılaşmadığımızdan, oraya ilişkin bir bilgi sahibi değiliz.” “Bırakın bu söylemi”yle konuşmasını böldüm. Adamın sürekli olarak beni bastırmaya çalışmasına kapılarak oradan uzaklaşmaya hiç niyetim yoktu. “Benim bir tek isteğim var sizden, bunu siz de çözebilirsiniz. Başıma bir kaza gelecek olursa, beni teşhis edin yeter.

” “Tamam, tamam. Bir saldırı sonucu ölümünüz hâlinde, bizden cesedinizi teşhis etmemiz gerektiğini söylüyorsunuz.” Bu tümceyi öylesine sevimli ve soğukkanlı bir şekilde ifade etmişti ki, kendimi bir an kaskatı kesilmiş, üzerine su damlacıkları akan bir kütüğe yatmış olarak düşündüm. Konuştuğum şahıssa, üzerime doğru hafifçe eğilmiş ve Doğu yakasını görmek için bu hâle gelmiş tırlak Amerikalının cesedinin kimliğini çözümlemeye çalışıyordu. “Hayır,” dedim, “benim sizden tüm isteğim, polisle başım belaya girerse, kimliğim konusunda bilgi vermeniz.” Konuyu özümsemeye başladığımdan, bu son tümcemi büyük bir heyecanla ifade etmiştim. “Yönetimi ilgilendiren bir konu. Siz de bana hak verirsiniz ki değişik bir istek bu.” Yönetici durumunda olduğu, konuya girmesinden belli olan biri mırıldanarak, “Müşterilerimizle ilgili her türlü konu aramızdadır ve böylesi bilgileri vermek ilkelerimizle çelişir ve ters düşer!” dedi. Bense bunun üzerine: “Tamam, ama bu durumda bilgi verilmesini isteyen müşterileriniz hiç yok mu?” Yeniden sözcükleri eğip bükmesine olanak tanımadım. “Bu teklifin olağanüstülüğünü ben de kabulleniyorum, ama…” diye bir ekleme yapacak olduysam da, bildiğinden şaşmadı ve sürdürdü konuşmasını: “Benim de tam belirtmek istediğim sorun buydu. Sizin durumunuz olağanüstülük arz ettiğinden üzgünüz, ama elimizden bir şey gelmez.” Tüm olumsuzluklara rağmen, orayı bırakıp çıktıktan sonra, bana yardım edebilecek olan bir hafiyenin adresini elimde tutuyordum. Bu adres, beni Doğu yakasına ulaştıracak insanın adresiydi ve Amerikan Konsolosluğu’nun yolunu tuttum. Kendime bir işbirlikçi bulabilmiştim.

Kendisiyle işbirliği yapacağım insandan ne bir mırıltı yükseldi, ne garipsedi, ne de kafasını kaldırıp baktı. Henüz ilk dakikada düşüncelerimi ona açtım ve işin garibi, kabul de ettirdim. Yaşımı, kilomu, boyumu sorarken beni süzüyordu ve ikinci dakikaya girmiştik. Üçüncü dakikada yanından ayrılırken: “Okey, seni hiçbir zaman unutmayacağım Jack ve hep peşinde olacağım,” dedi. Rahatça soluklanabilmiştim sonunda. Tüm ardımdaki köprüleri yakmıştım ve kimselerin tanımlayamadığı yabani insanlardan oluşan ormana rahatça dalabilirdim. Fakat güçlükler yakamı bırakmıyordu. İyi giyimli, sakallarına kır düşmüş arabacı, beni şehirde saatlerce dolaştırmıştı. Yeni sorunum arabacımdı. Yerime geçip oturdum: “Doğu yakasına çek bakalım,” dedim. “Bayım, nereye çekmemi söylediniz?” “Doğu yakasına. Orada herhangi bir yere.” Yakışıklı denebilecek arabacım, sokaklarda şöylesine bir dolaştıktan sona arabasını durdurdu ve tavanda yer alan küçük kapağı kaldırırken ikircilikli bir sesle: “Ne buyurmuştunuz?” diye sorusunu yineledi. “Doğu yakası… Doğu yakası olsun da, gideceğim yer fark etmez. Gideceğim belirli bir yer yok.

Yalnızca dolaşmak istiyorum.” “Elinizde bir adres yok mu?” Bu kez sesimi yükselttim, bağırarak: “Bana baksana sen! Hemen Doğu yakasına götür beni. Ama bu işi yaparken fazla konuşma.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir