James Redfield – Dokuz Kehanet

Lokantanın bulunduğu yere gittim, kamyonu park ettim, sonra oturduğum yerde bir an arkama yaslandım. Charlene’nin konuşmak için içerde beni beklediğini biliyordum. Fakat neden? Altı yıldır ondan haber almamıştım. Bir hafta ormana inzivaya çekilmeye karar verdiğim sırada, neden ortaya çıkmıştı? Kamyondan indim ve lokantaya doğru yürüdüm. Arkamda ufukta batmakta olan güneşin son ışıkları, park yerinin ıslak zemininde altın renkli kehribarlara benzeyen gölgeler oluşturuyordu. Bir saat önce gökgürültüleriyle yağan şiddetli yağmur kısa süre sonra dinmiş ve yaz akşamının bunaltıcı sıcağı, yerini taze bir serinliğe bırakmıştı. Gökyüzündeki yanm ay alacakaranlıkta sanki bir düş dünyasını aydınlatıyordu. Yürürken, Charlene’nin eski hali gözlerimin önünde canlandı. Hâlâ öyle büyüleyici ve güzel miydi? Zaman onu nasıl değiştirmişti? Sözünü ettiği elyazmaları… Güney Amerika’da bulunan ve bana anlatmak için sabırsızlandığı, ilk insanlardan kalma çok eski elyazmaları hakkında neler düşünecektim? Telefonda, “Havaalanında iki saat beklemem gerek, akşam yemeğinde buluşabilir miyiz? Bu elyazmalarındaki bilgilere bayılacaksın, tam sana göre gizemlerle dolu,” demişti. Bana göre gizemler, ne demekti? Ne demek istemişti? Lokanta çok kalabalıktı. Birkaç çift boş masa bekliyordu. Hostesi bulduğum zaman, Charlene’nin masada beklediğini söy- – 9 — ledi ve beni ana yemek salonundan geçirip üst kattaki terasa yöneltti. Merdivenlerden çıktım ve masalardan birinin etrafında kalabalığın toplandığını farkettim. Aralarında iki tane de polis vardı. Birdenbire, polislerden biri döndü ve hızla yanımdan geçip merdivenlerden indi.


Diğer insanlar dağılmaya başlayınca, aralardan bir’yerden ilginin odak noktası olan insanı gördüm, bir kadın, hâlâ masada oturuyordu. Charlene! Hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm. “Charlene, neler oluyor? Bir terslik mi var?” Gözlerinde alaycı bir bakışla başını geriye atıp ayağa kalktı ve yürek hoplatan gülüşüyle gülümsedi. Saçlarının biraz değiştiğini farkettim, ama yüzü tıpkı anımsadığım gibiydi: küçük ince hatlar, geniş ağız ve iri mavi gözler. Sevinçle beni kollarının arasına aldı. “İnanmayacaksın, ama birkaç dakika önce tuvalete gittim ve benim yokluğumda, birisi evrak çantamı çalmış.” İçinde ne vardı?” “Önemli bir şey yoktu, yolculukta yanımda taşıdığım bazı kitaplar ve dergiler. Çılgınlık. Diğer masadakiler söylediler, birisi gelmiş, çantayı yerden almış ve çıkıp gitmiş. Polise eşgalini tarif ettiler ve memurlar da etrafı arayacaklarını söylediler.” “Aramada onlara yardımcı olsam.” “Hayır, hayır. Haydi olayı unutalım gitsin. Fazla zamanım yok ve seninle konuşmak istiyorum.” Başımı salladım ve Charjene oturmamızı önerdi.

Garson yanımıza gelince menüye bakıp yemeklerimi ısmarladım. Sonra, on veya on beş dakika havadan sudan konuştuk. Kendi arzumla inzivaya çekilişimin pek üstünde durmadım. Fakat Charlene benim bu konuyu geçiştirdiğimi farketti. Öne doğru eğilip yine o büyüleyici gülümsemesini koyverdi. “Sana gerçekten neler oluyor?” diye sordu. Dikkatle bana dikilmiş gözlerinin içine baktım. “Bütün öyküyü hemen anlatmamı istiyorsun, değil mi?” – 10 – s “Her zaman,” diye yanıt verdi. “Evet, doğrusu şimdilik kendime biraz izin verdim ve gölde kalıyorum. Çok çalıştım ve şimdi hayatımın yönünü değiştirmek istiyorum.” “O gölden söz ettiğini anımsıyorum. Sen ve kız kardeşin onu satmak zorundaydınız.” “Henüz değiliz, emlak vergisi sorunu. Kente çok yakın olduğu için, vergiler sürekli artıyor.” Charlene başını salladı.

“Pekâlâ sonra ne yapacaksın?” “Şimdilik bilmiyorum. Ama değişik bir şey yapmak istiyorum.” Merakla yüzüme baktı. “Sende herkes gibi huzursuz görünüyorsun.” “Sanırım. Neden sordun?” “Elyazmalannda yazıyor.” Sessizce birbirimize baktık. “Şu elyazmalarını bana anlat.” Sanki düşüncelerini toplamak ister gibi arkasına yaslandı, sonra tekrar gözlerimin içine baktı. ‘Telefonda sözünü ettim sanırım. Birkaç yıl önce gazeteden ayrıldım ve Birleşmiş Milletler adına kültür ve nüfus bilimindeki değişiklikleri araştıran bir firmada çalışmaya başladım. Son görevim Peru’daydı. “Lima Üniversitesinde bazı araştırmaları tamamlarken, çok eski elyazmalarının bulunduğu söylentileri kulağıma çalınıp duruyordu. Ne var ki, bu konuda kimse bana detaylı bilgi vermiyordu, hatta arkeoloji veya antropoloji bölümlerinden bile bilgi edinemedim. Bu konuda hükümete başvurunca, böyle bilgilerin olmadığını söyleyip yalanladılar.

“Birisi bana, bazı sebeplerden dolayı hükümetin aslında bu dokümanları ortadan kaldırmaya çalıştığını söyledi. Fakat o da doğrudan doğruya bilgi sahibi değildi.” “Beni bilirsin,” diye devam etti. “Meraklıyımdır. Görevim sona erince, orada birkaç gün daha kalıp bu konu hakkında bazı araştırmalar yapmaya karar verdim. İlk önce, izlediğim her ipucu — 11 — beni başka bir çıkmaz sokağa götürdü, fakat sonra Lima’nın dışında bir kafede öğle yemeği yerken, bir rahibin dikkatle bana baktığını gördüm. Birkaç dakika sonra, yanıma geldi ve o gün daha önce benim elyazmaları hakkında sorular sorduğumu duyduğunu itiraf etti. İamini açıklamak İstemedi ama bütün sorularıma yanıt vermeyi kabul etti.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

6 Yorum

Yorum Ekle
  1. hayırdır lan sen

  2. devamı nerde lan kitabın

    1. ne bilem ben

      1. keslan kardaş

        1. sen kimsin lan bilader

          1. ne diyonlan bilader