Kiyohiro Miura – Oğlum Zen Keşişi Olmak İstiyor

Oğlum bana Keşiş olmak istediğini ilk kez söylediğinde şaşırmıştım, ilkbaharın başlarında bir Pazar sabahıydı ve her zamanki gibi zazen(zen meditasyonu ) yapmaya gidiyorduk. Yeni okul dönemi başlamak üzereydi ve oğlum daha yeni üçüncü sınıfa geçecekti. Yürürken başını kaldırıp bana baktı ve dedi. “Baba, lütfen rahibe bunu sor,” dedi. İlk defa bu şekilde birşey istiyordu. Genellikle ona konuşulmadan konuşmazdı bile. Bu fikir birden kafasına esmiş gibi de görünmüyordu. Onun bunu bir süredir düşünüp taşındığını ve şimdi açığa çıktığını hissettim. Yine de bu isteğini o kadar ciddiye almadım. Bir kere, bu çok ani olmuştu. Oğlumu yanımda zazen oturumlarına götürsem de hiç bir zaman onu oturtup meditasyon yaptırmaya çalışmadım. Onu sanki birlikte lunaparkta vakit geçiriyormuşuz havasında götürüyordum yanımda. Dahası, televizyonda her zaman bir Japon Zen keşişi hakkında çizgi film dizisi olan “lkkyu-san”ı izliyordu. Bu yüzden çok geçmeden oğlumun bu isteğini unuttum gittim. Fakat o unutmadı.


“Baba, rahibe sordun mu?” Yine iki ya da üç hafta kadar sonra bir Pazar sabahı tapınağa giderken yolda sormuştu. Bu yalvaran, kaygılı bakışı daha önce de gördüğümü hatırladım. Her Pazar günü. zazen yaptıktan sonra, beraberce öğle yemeğine otururduk ve ben rahiple sohbet ederdim. Bu zamanlarda oğlumun sessiz yüzü sanki beni dürtüyordu. “Hadi Baba, neden şimdi sormuyorsun?” Ve böylelikle o gün öğle yemeğinde kıkırdayarak şöyle dedim, “Öyle görünüyor ki oğlum bir keşiş olmak istiyor!” Böylece oğluma verdiğim sözü yerine getirdiğimi düşündüm. “Öyle mi?” diye yanıt geldi, rahip şu çekincesiz Zen gülümsemesiyle oğluma dönerken. “İyi bir keşiş olacak mısın?” “Evet.” diye yanıtladı oğlum içtenlikle başını sallayarak. Biraz telaşlandım; bu işin buraya varacağını beklememiştim. Rahibin de bunu çocukça birşey olarak, belki sadece bir şaka olarak alacağını düşünmüştüm. Fakat rahip için bu şaka değildi.Bu keşişin herşeyi, hatta çocukların meselelerini bile nasıl ciddiye aldığını unutmuştum. Çabucak şöyle ekledim: “Henüz ilkokulda; daha nasıl değişeceğini kim bilebilir ki? Bütün bunlar herhalde şu çizgi film yüzünden. İlkokulu bitirdikten sonra bunu bir daha düşünelim.

” “Bunun nedeni ‘Ikkyu-san’ dizisini izlemen mi?” diye sordu rahip sevecenlikle oğlumun gözlerine bakarak. Fakat oğlum o küçük kafasını hayır anlamında salladı. “Güzel, güzel. Eh. daha gençsin. Belki biraz daha büyüdüğünde.” Sonra rahip tapınak hakkında düşünülmesi gereken meseleler de olduğunu söyledi, fakat konuşma tarzı hiç de bir çocukla ilgilenen bir yetişkininkine benzemiyordu. Bundan sonra oğlum hakkında konuştuğumuz zamanlarda rahip oğlumun gözlerinin içine bakıyor ve ona şöyle takılıyordu. “Eh, Ryota, bir keşiş olacaksın, ha?” ya da “Hey, küçük keşiş! Çok çalışıyor musun?” O zaman ben de araya girer oldum. “Ortaokula başladıktan sonra.” Fakat rahibin bunları bu denli ciddi söylemesinden kaygılanıyordum. Bir gün tapınaktan dönerken şöyle dedim. “Eğer bir Zen keşişi olursan her çeşit temizlik, yıkama ve süpürme işini yapman gerekecek -yapacak çok iş var. Hala keşiş olmak istiyor musun?” Fakat fiziksel egzersizi ve el sanatlarını ders çalışmaya tercih eden oğlum ciddi bir ifadeyle başını sallayarak “Hı-hı” dedi. Dördüncü, beşinci ve altıncı sınıflara giderken ona bunu sormaya devam ettim.

Fakat verdiği yanıtlar asla kararsız değildi. Her zaman aynı cevap geliyordu. “Hı-hı”. Başka birşey söylemiyordu. Keşiş olmayı istediğini söylemeye başladığından sonra, ilkokulun üçüncü yılında yetişkinlerle birlikte oturup zazen yapacağını söyledi. Biz genellikle her biri kırk dakikadan oluşan üç oturum yapıyorduk, fakat oğlum bir kaç dakikadan sonra huzursuzca kımıldanmaya başladı ve dışarı çıktı. Ne var ki çok geçmeden daha uzun süre oturmaya başladı: önce bir oturum süresi, sonra daha uzun ve nihayet altıncı sınıfta yetişkinler kadar uzun süre oturur oldu. Tam-lotus duruşuna hakim oldu ve bacaklarını ellerini bile kullanmadan bükebiliyordu. Belki deneyimli keşişler bunu yapabilirdi, fakat benim gibi orta yaşlarında başlayanlar bacaklarını ellerini kullanmadan kaldıramazlar, hatta bunu yaptıktan sonra bile genellikle duruşumuzu tekrar düzeltmemiz gerekir. Daha genç olduğu için oğlumun bedeninin esnek olduğunu sanıyorum. Fakat bacaklarını öyle bükebilmesi bir yana, her zaman kıpır kıpır olan ve hatta okuldaki yaramazların lideri olan bu oğlumun tapınakta tümüyle farklı bir insan olması çok tuhaftı. “Babası yüzünden.” diyordu insanlar. Doğduğundan beri onunla sık sık ilgilenmiş olan bir teyzesi bana sitem dolu bir sesle şöyle dedi. “Onu o tapınağa götürdüğün için çocuk böyle oldu!” Söylediği pekala doğruydu, fakat oğlumun memnuniyetle bana eşlik ettiği de doğruydu.

Bu da tuhaftı. Bir kez bile gitmeyeceğini, arkadaşlarıyla oynamak istediğini söylemedi. Pazar günü geldiğinde, tıpkı okula giderken yaptığı gibi içine büyük bir beslenme kutusu koyduğu çantasını alıp, annesi ve küçük kız kardeşi hala uyurken benimle birlikte evden çıkardı. Bunun nedeninin belki de yolda McDonald’s’da ya da buram buram tüten kara buğday eriştelerini höpürdeterek yemek için tren istasyonundaki eriştecide durmamızdan hoşlanması olduğunu düşünmüştüm. Yine de tapınağa gittiğimizde, orada olanlar bir çocuk için uzun, monoton bir rutin gibi geliyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir