Nobody ’ nin Mezarlığa Gelişi Karanlıkta bir el bir bıç Jack denenen adam sahanlıkta durdu. Sol eliyle siyah paltosunun cebinden büyük bir beyaz mendil çıkardı: bıçağı ve onu tutmakla olan eldivenli sağ elini sildi, sonra da mendili yerine koydu. Av bilmek üzereydi. Kadını yatakta, adamı yatak odasının zemininde, büyük çocuğu da oyuncaklar ve yarı bitmiş maketlerle dolu rengarenk odasında bıraktı. Böylece geriye halledilmesi gereken bir tek ulaklık, yeni yeni yürümeye başlamış bir bebek, kalmıştı. Bir tane daha ve sonra görevi sona erecekti. Jack denen adam parmaklarını esnetti. O, her şeyden önce, bir profesyoneldi, ya da kendisi öyle diyordu, ve işini tamamlayana kadar güJümsemezdi. Saçlan ve gözleri siyahtı, en ince kuzu derisinden yapılmış siyah eldivenler takıyordu. Küçük çocuğun odası evin en tepesindeydi. Jack denen adam hiç ses çıkarmadan merdiveni tırmandı. Sonra çatı katının kapısını açıp içeri girdi. Siyah deri ayakkabıları vardı ve öyle bir cilalannıışlardj ki. kara aynalar gibi parlıyorlardı. Onlara baktığınızda ayın minik yanmay şeklindeki yansımasını görebilirdiniz. Asıl ay kanatlı pencereden parlıyorfi du. Işığı o kadar parlak değildi, sisle dağılıyordu, ancak Jack denen adamın bolca ışığa ihtiyacı yoktu. Ay ışığı onun için yeterliydu işini götürdü. Karyolanın içindeki çocuğun şeklini seçebiliyordu; kafasını, kollarını, bacaklarını ve gövdesini. Karyolanın, çocuğun dışarı çıkmasını önlemek için, yüksek, ahşap çubuk kenarları vardı. Jack öne eğilip bıçağı tutan sağ elini kaldırdı ve çocuğun göğsünü hedef aldı … ve elini indirdi. Karyolanın içindeki şekil bir oyuncak ayıya aitti. Çocuk yoktu. Jack denen adamın gözleri loş ay ışığına alışkındı, bu yüzden lambayı yakmaya gerek duymuyordu. Aslında, ışık o kadar da önemli değildi. Onun başka hünerleri de vardı. Havayı kokladı. Yanında getirdiği kokulara aldırmadı, göz ardı edebileceği kokuları bırakıp, bulmaya geldiği şeyin kokusuna odaklandı. Çocuğun kokusunu alabiliyordu: çikolata parçalı kurabiyeler gibi sütlü bir koku; ıslak, tek kullanımlık gece bezinin ekşi ve keskin kokusu. Çocuğun saçındaki şampuanın, taşıdığı küçük ve plastik -bir oyuncak- diye düşündü, ama sonra, yo, emebileceği bir şey! diye fikrini değiştirdi- şeyin kokusunu alabiliyordu. Çocuk bir süre önce buradaymış. Ama artık burada değildi. Jack denen adam burnuna gelen kokulan takip ederek merdiveni indi ve dar, yüksek evin ortasına geldi. Banyoyu, mutfağı, kurutma dolabını kontrol etti. Sonunda da, bisikletler, bir yığın boş alışveriş poşeti, yere düşmüş bir bebek bezi ve sokağa açılan kapıdan içeri sızan başıboş sis filizlerinden başka hiçbir şeyin olmadığı alt kattaki hole baktı. İşte o zaman Jack denen adam ufak bir ses çıkardı, hem hüsran hem de tatminle dolu bir homurtu. Bıçağı uzun paltosunun cebindeki kınına sokup sokağa çıktı. Ay ışığı vardı, bir de sokak lambaları, ama sis her şeyi bastırıyor, ışığı zayıflatıyor, sesleri boğuyor, geceyi gölgeli ve tehlikeli hale getiriyordu. Önce tepenin aşağısındaki kapalı dükkanların ışıklarına, ardından sokağın yukarısına, eski mezarlığın karanlığına uzanan ve tepeyi sarmalayan son yüksek evlerin bulunduğu yere baktı. Havayı kokladı. Sonra hiç acele etmeden tepeyi tırmanmaya başladı. Çocuk, yürümeye başladığından beri, anne babasının hem baş belası hem de sevinci olmuştu, çünkü bu kadar çok gezinen, tırmanan, bir yerlere girip çıkan bir çocuk daha olamazdı. O gece, odasının altındaki katta düşen bir şeyin patırtısına uyanmıştı. İyice uyandıktan kısa bir süre sonra sıkılmış ve karyolasından dışarı çıkmak için bir yol aramaya başlamıştı. Tıpkı aşağıda duran oyun parkının duvarları gibi, karyolanın da yüksek kenarları vardı, ama onlun aşabileceğine inanıyordu. Tek yapması gereken bir adım almaktı… Altın rengi büyük oyuncak ayısını karyolanın köşesine götürdü. Minik elleriyle parmaklıklara tutunup bir ayağını ayının kucağına diğerini de kafasına koydu ve kendini çekip ayağa kalktı. Sonra yan tırmanarak yarı devrilerek korkuluğu aşıp karyoladan çıktı. Bazısı daha altı ay önce birinci yaş gününde akrabalarının getirdiği, bazısıysa ablasının eskileri olan tüylü, kabarık oyuncaklardan oluşan küçük bir yığının üstüne pat diye indi. Yere düştüğünde şaşırdı, ama ağlamadı: Eğer ağlarsanız, gelip sizi karyolanıza koyarlardı. Emekleyerek odadan dışarı çıktı. Merdiveni tırmanmak ince ve riskli bir işti, o konuda henüz ustalaşmam işti. Ama merdivenden aşağı inmenin basit olduğunu keşfetmişti. Oturarak, her basamağı güzelce bezienmiş poposunun üstünde hoplaya hoplaya iniyordu. Annesinin, artık büyüdüğü için bırakması gerektiğini söylediği emziğini emiyordu. Merdivenden aşağıya popo üstünde sürdürdüğü yolculuğu sırasında bezi gevşemişti ve son basamağa gelip, küçük holde ayağa kalktığında bez düştü. Bezi düştüğü yerde bıraktı. Üstünde yalnızca bir çocuk geceliği vardı. Odasına ve ailesine giden merdivenler dik ve tehditkarken, sokak kapısı açık ve davetkardı… Çocuk tereddütle evden dışarı adım attı. Sis, uzun süredir görmediği bir arkadaşıymış gibi etrafını sarmaladı. Oğlan, ilk başta kararsızca, ardından artan bir hız ve güvenle yalpalaya yalpalaya tepeyi tırmanmaya başladı. Tepenin başına yaklaştıkça sis seyreliyordu. Yanmay parlıyordu,-ama etraf gündüz gibi ışıl ışıl değildi -hem dc hiç- ancak mezarlığı görecek kadar aydınlıktı. Bakın. Terk edilmiş cenaze şapelini, şapelin asma kilitli demir kapılarını, çan kulesini saran sarmaşığı, çatı oluğundaki küçük ağacı görebiliyordunuz.
Neil Gaiman – Mezarlık Kitabı
PDF Kitap İndir |