Oguz Atay – Tutunamayanlar

Şaksiper Kimdir, Eseri Nedir? Yıllar önce yayımlanmış bir broşürün adıydı bu. Ne yazık ki artık adını hatırlayamadığım müellifi, ünlü İngiliz yazarını şöyle 15-20 sayfalık küçük ama yoğun bir broşürle anlatıyor- du. Kitapçığın kapağında “Şaksiper”in resmi bile vardı. Oğuz Atay’ın hayatını ve eserlerini kapsayan bir önsöz yazmak ça- bası da işte bu “adsız” araştırmacınınki kadar acıklı ve tuhaf görünü- yor bana. Zaten Oğuz Atay’ın kendisi de, pek çok kurumun yanı sıra “önsöz”leri tefe koyup yerlebir etmişti. Biraz sonra ayrıntısıyla okuya- cağınız gibi, Tutunamayanlar’da şöyle diyor meselâ: “‘Hayatı ve eserleri’. Hiç bıkmıyorum bunları tekrar tekrar okumak- tan. Yazarın her kitabını okurken ‘Hayatı ve Eserleri’ yeniden karşıma çıkıyor. Bir daha, bir daha okuyorum. Sanki önceden ‘Hayatı ve Eserleri’ni bilmiyormuş gibi yapıyorum: yeni baştan heyecanla şar, bütün ışıkları yakar. Ben de tam bu üstadın huylarını benimsemek üzereyken, bir önsöz daha geçiyor elime. Bu önsöz de yazarın coşkun bir ırmak gibi yazdığını anlatıyor. Kendisini tutamıyor bu adam: bırak- san günde yüz sayfa yazacak. (…) Kime hizmet edeceğimi şaşırıyo- rum. Onlara uşaklık etmekte zorluk çekiyorum.


Biri İnsanlardan kaçı- yor, öteki bir dakika yalnız kalamıyor. Sonunda hükümet el koyacak bu işe. Hepsine haddini bildirecek. Bizi zehirlemeye ne hakları var.” Herhalde bana katılıyorsunuz artık, Oğuz Atay’a önsöz yazmak, ba- şa çıkılacak gibi bir iş değil. Öte yandan, insanın imzasının Oğuz Atay’ın kitabında yer almasının vereceği hoşluk duygusu ve bir de ‘ben bu işin altından kalkarım nasıl olsa’ düşüncesiyle (ya da düşünce- sizliğiyle) ön sayfalar için önceden yer ayırtmış olmanın verdiği kaçınıl- mazlık var. Oğuz Atay ölümünden önceki yedi yıl süresince âdeta hummalı bir tempoda çalışarak birbiri ardından çeşitli dallarda birçok eser verdiyse de, sağlığında yeterince tanınmıştı denemez. Hatta, ölümünden altı yıl sonra günışığına çıkarılan o eşsiz günlüğünde kendisinin daha “ya- şarken unutulduğu”nu söylüyor. Bunun sebebi şu olabilir: Aydın “sınıfı” içinde yer alıyordu Oğuz Atay ve o sınıfın derinlemesi- ne tahlilini yapıyordu. Biraz karamsar, biraz acı, çokça güldürücü… ay- dınsı bir tahlil işte. Tüm romanlarının, öykülerinin ve oyununun ana konusunu bu meselenin oluşturduğu söylenebilir. Öylesine bir irdele- medir ki bu, sonunda ortaya hiç de küçümsenmeyecek boyutta bir “aydınlar destanı” çıkmıştır. Hatta bir “aydınlar marşı” değilse bile, tut- muş, “Şarkılar”ı yazmıştır Oğuz Atay. Durum bu noktada çatallaşmak- tadır işte. Bütün bunları okuyan “aydın”lar, birdenbire billur bir boy aynasında çırılçıplak buluverirler kendilerini.

Korkunç bir durum canım, utanç verici. Üstüne üstlük, sahnenin ortalık yerine öyle durup durur- ken pat diye düşüveren bu mühendis bozması çok da iyi yazmıyor muydu size. Alın bakalım. Kötü bir rüya gibi bir şeydi bu. Bir karabasan bile sayılabilirdi. Göz- lerimizi derhal yeniden yumup, rüyasız, deliksiz, hasetsiz, yeniden uyu- maktan başka çare yoktu. Allah hepimize rahatlık versin. 10 Verdi de. Tutunamayanlar’ın ilk cildinin basılmasının üzerinden on beş yıla yakın zaman geçti. Yaşantının fazlasıyla yoğun ve ‘olaylı’ geç- tiği bizimki gibi ülkelerde on beş yıl bir ömre bedeldir. İşte bir ömrü tamamladık biz de ve işte yeni ve sağlıklı bir artık yeterli bir süre geçmiş olduğu umulur. İşte bütün bu sebeplerden ve başka sebeplerden dolayı, ölümün- den yedi yıl sonra Oğuz Atay’ın yaşama şansı çok artmış durumda. Bu ‘önsöz’ü, Atay’ın Günlük’ünü günlük bir gazetede yayımladığı- mız sıralarda yazdığım ‘önsöz’den bir parça ile bitirmek istiyorum: O, ömür boyunca hep “acele etmiş”tir; bu yüzden de hep “geç kal- mış”tır. Sürekli bir panik vardır hayatında: Bir kitap okur, bir komedi seyreder, yorulur. Birileriyle birlikte olur, derdini anlatamaz, telâşlanır ve incinir.

Küçük dertler, biryerlere ödenmesi gereken paralar, bazı şeylerin tamir masrafları hiç eksik olmaz ve bu panik duygusuna katkı- da bulunurlar. Ve hep acele edilir. Bu acele içinde ölümden mi kaçılıyordur, yoksa kovalanıyor mudur ölüm, orası pek belli değildir. Öyle bir kaçma-kovalamaca oyunu işte. Ve işte böyle çılgınca koşuştururken Oğuz, sırtından hiç çıkartmadı- ğı mizah zırhının tangırtısı da dünyayı tutar. Nefes nefese koşarken bize hepimizin derdini anlatmak için üç ro- man, bir öykü kitabı, bir oyun, bir de şu “kırık” günlüğü, yani beşbu- çuk yapıtı bırakan bir adamı unutmak birçok kişinin işine gelebilir bel- ki, ama onu “unutturmak”, işte o biraz zor olabilir. Ne yapılsa nafile bence; perde yeniden açılıyor işte…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir