Jack Higgins – Rampa

Sarı Telecom haberleşme kamyoneti köşeyi dönerken Grosvenor Meydanı yağmurlu bir sessizlik içindeydi. Görünürlerde tek bir araba olmaması şaşırtıcı değildi aslında; hava berbattı ve saat sabahın üçüydü. Harvey Jackson ayağını gazdan çekip hız keserken direksiyon terli avuçları arasında kayıyordu. Üzerinde sarı bir yağmurluk vardı. Jackson, otuz beş kırk yaşlarında, uzun kara saçlı, çıkık elmacık kemikli, yüzü pek az gülen bir insandı. Yağmur öylesine şiddetlenmişti ki, silecekler camı temizleyemiyorlardı bile. Jackson arabayı kenara çekip torpido gözündeki paketten bir sigara yaktı. Sonra camı indirip Buckingham Sarayının arka bahçelerini çeviren üstü dikenli telle donanmış yüksek duvara baktı. Arkasındaki bölmeye vurdu birkaç kere. Anında açılan delikten Villiers’in yüzü göründü. «Geldik. Hazır mısın?» «İki dakika. Sen bizi planladığımız yere çek.» Bölme kapandı, Jackson arabayı vitese geçirip yola devam etti. Kamyonetin içi neon ışıklarla aydınlatılmış olup telefoncu araçlarıyla donanmıştı.


Tony Villiers arabanın sallantısına karşı tezgâha yaslanarak yüzünü kamuflaj kremiyle iyice kararttı. Villiers otuz yaşlarında, geniş omuzlu, ifadesiz kara gözlü bir adamdı. Zamanında burnu kırılmıştı. Omuzlarına kadar inen saçları kapkaraydı. Üzerindeki kara paraşütçü giysisi ve ayaklarındaki Fransız paraşütçü çizmeleri kendisine çok tehlikeli bir insan görünümü veriyordu. Dünyayı ve dünyada yaşayanları iyi tanımış ve bulduklarını da beğenmemiş bir insanın yorgun acılığı vardı yüzünde. Siyah yünlü başlığı başına geçirince yalnızca gözleri açıkta kalmıştı. Kamyonet karşıya geçti, kaldırıma çıktı ve duvarın dibinde durdu. Tezgâhın üstündeki evrak çantasının yanında namlusuna susturucu takılmış bir Smith Wesson tabanca duruyordu. Villiers tabancayı sağ bacağındaki cebe yerleştirdi, çantayı açıp içinden büyük bir siyah beyaz fotoğraf çıkardı. Fotoğraf bir önceki gün telefoto objektifle alınmış olup Buckingham Sarayının yanındaki Elçi Kapısı’nı gösteriyordu. Resimde kapının kenarına ve duvara dayalı merdivenler görünüyordu. Daha da önemlisi düz damın üstündeki iki üç pencere aralıktı. Villiers fotoğrafı çantaya koyup bölmeyi açtı. «Yirmi beş dakika, Harvey.

O zamana kadar dönmezsem arkana bakmadan kaç buradan.» «Böyle bir gecede lâfa karnım tok,» diye söylendi Jackson. «Haydi, işi bitir de eve S H gidelim.» Villiers bölmeyi kapattı, tezgâhın üstüne çıkıp kamyonetin üstündeki kapağı açtı. Arabanın üstüne çıkınca kapağı yine yerine yerleştirdi. Şimdi duvar bir iki metre ötesindeydi. Dikenli tellerin üzerine dikkatle bakıp üstündeki ağacın dalını yakaladı, kendini yukarı çekti. Bir dakika sonra bahçenin karanlığında kaybolmuştu bile. a aray bahçelerinin Grosvenor Meydanına bakan ucundaki güvenlik görevlisi olan polis o sabah gerçekten çok mutsuzdu. Donuna kadar ıslanmış bir halde bir ağacın altına sığındığı sırada yanındaki Alsas köpeği hafifçe hırladı. Polis hemen irkilerek doğruldu, copunu sıkıca kavradı. «Ne oldu. evlât? Haydi, koş, oğlum! Yakala!» Köpek ses çıkarmadan fırladı yerinden, ancak yirmi otuz metre ötedeki bir ağacın altında durmakta olan Villiers hayvanın ilk hırlamasını duymuş ve cebinden bir hava basınçlı teneke çıkarmıştı. Sessiz saldırı eğitimi görmüş köpek üzerine atlarken Villiers de böyle bir olasılık için çevresi kumaşla iyice beslenmiş sol kolunu kaldırdı. Köpek kumaşa dişlerini geçirdiği anda da Villiers aerosolu yüzüne sıktı.

Hayvan hiç ses çıkarmadan yere yığıldı. Bir an sonra polis o yana gelmiş, endişeli bir sesle, «Rex, neredesin oğlum?» diyordu. Villiers’in eli havaya kalktı ve adamın ensesine ustaca bir darbe indirdi. Polis memuru inleyerek yere düştü. Villiers adamın kollarını arkasında kelepçeledi, cebinden telsizini alıp kendi cebine indirdi. Sonra karanlıkta Sarayın arkasına doğru koşmaya başladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir