James Patterson, Michael Ledwidge – Yanlış Bir Adım

Lokantanın kuytu bir bölmesinde oturuyorlardı. Krem rengi bir gece ceketi giymiş olan şef garson sırtını dönüp yanlarından uzaklaşırken Stephen Hopkins uzanıp karısını öptü. Caroline gözlerini yumdu, kocasının biraz önce yudumladığı soğuk şampanyanın tadını aldı ve Stephen’in Chanel elbisesindeki ipek şeritlerinden birisini yakalayıp çektiğini hissetti. “Fark etmediysen diye söylüyorum, bu yavrucuklar elbisemin içinde pek de rahat durmuyorlar,” dedi nefes almak için ayrıldığında. “Böyle oynaşmaya devam edersen, ciddi bir elbise sorunu yaşayacağız demektir. Rujum nasıl?” “Lezzetli.” dedi, Stephen, parlayan bir film yıldızı gibi gülümseyerek. Sonra karısının baldırına dokundu. “Elli küsur yaşındasın.” dedi Caroline. “On beş değil.” İnsanın kocasıyla bu kadar iyi zaman geçirmesi, yasalara aykırı olmalı, diye düşündü Caroline, cilveli bir tavırla kocasının elini uzaklaştırırken. “New York’ta Noel” buluşmaları her yıl gittikçe güzelleşiyordu, bunun nasıl olduğunu anlamıyordu, ama durum buydu işte. Burada L’Arene’de, New York City’nin muhtemelen en şık, en baştan çıkarıcı Fransız Restoranı’nda akşam yemeği; ardından Pierre’in başkan süiti. Son dört senedir bunu, kendilerine bir Noel hediyesi olarak veriyorlardı.


Ve her yıl bir öncekinden daha romantik, daha enfes geçiyordu. Sanki işaret bekliyormuş gibi, restoranın bakır çerçeveli pencerelerinin dışında kar yağmaya başladı, Madison Caddesi’nin eski moda, siyah demir sokak lambalarının parlak hunilerinden aşağı sarkan, kocaman gümüş renkli kar taneleri. “Bu Noel’de herhangi bir dilek hakkın olsa, ne isterdin?” diye sordu Caroline aniden. Stephen altın Laurent-Perrier Grand Siecle Brutt kadehini kaldırdı, söyleyecek komik bir şey bulmaya çalışarak. “Keşke… keşke… ” Şampanya kadehine gözlerini dikmiş bakarken sessiz bir keder yüzündeki komik ifadeyi sildi. “Keşke elimdeki sıcak çikolata olsaydı.” Caroline ağzının açıldığım ve verdiği solukla birlikte başının döndüğünü hissetti. Çok yıllar önce, o ve Stephen Harvard’da burslu birer birinci sınıf öğrencisiydiler; ikisinin de Noel’de eve gidecek paralan yoktu. Bir sabah, ambar büyüklüğündeki Annenberg yemek salonunda sadece ikisi kahvaltı ederlerken, Stephen onun masasına oturmuş ve; “Ortamı biraz ısıtmak istedim yalnızca.” demişti. Kısa sürede, ikisinin de siyaset alanında ihtisas yapmak istedikleri ortaya çıktı ve hemen kaynaştılar. Kırmızı tuğlalı Hollis salonunun dışındaki avluda, Caroline düşünmeden kendini yere attı ve kardan bir melek yaptı. Stephen onun ayağa kalkmasına yardım ederken yüzleri neredeyse birbirine dokunacaktı. O sırada, Caroline yemek salonundan dışarı kaçırdığı sıcak çikolatasından hızlı bir yudum aldı – böylece yeni tanıştığı ve nasıl olduysa hemen ilgilenmeye başladığı bu çocuğu öpmekten kurtulmuş oldu. Caroline, Stephen’ı hâlâ o parlak, kurşuni kış gecesindeki haliyle görebiliyordu.

Harvard’ın avlusunda önünde duran, onunla evleneceğinden haberi olmayan sevimli bir delikanlı. Ona güzel bir kız çocuğu verecek, sonra da Birleşik Devletler başkanı seçilecek bir delikanlı. Otuz sene önce kakao fincanını indirirken Stephen’m sorduğu soru ışıltılı gümüşün kristale çarparken çıkardığı hoş ve etkileyici ses gibi kulaklarında yankılandı. “Seninkinin tadı da şampanya gibi mi?” ‘Sıcak çikolatadan şampanyaya’ diye düşündü içinde kabarcıklar olan kadehini kaldırırken. Şimdi de şampanyadan sıcak çikolataya. Yirmi beş senelik evlilikleri bir döngüyü tamamlamıştı. ‘Nasıl yaşadık ama’ diye düşündü, anın tadım çıkararak. ‘Şanslı ve yaşanmaya değer bir hayat ve… ‘ “Affedersiniz, Sayın Başkan?” diye birisi fısıldadı. “Affedersiniz. Bir saniyeniz var mı?” Çift düğmeli metalik gri, takımlı; sarışın ve solgun yüzlü bir adam, oturdukları bölümün iki üç metre önünde, elinde bir mönü ve bir kalem sallayarak duruyordu. Henry, şef garson, hemen belirdi. Hopkinsler’in gizli servis ajanı Steve Beplar’ın yanında yer aldı, birlikte istenmeyen misafiri kimseyi rahatsız etmeden uzaklaştırmaya çalıştılar. “Oh, çok özür dilerim.” dedi adam yenik düşmüş bir ses tonuyla gizli servis ajanına. “Başkana mönüyü imzalatmak istemiştim yalnızca.

” “Tamam Steve.” dedi, Stephen Hopkins hızlı bir el hareketi yaparak. Sonra omuzlarını silkip karısından özür diledi. ‘Şöhret’ diye düşündü Caroline, şampanya kadehini tertemiz masa örtüsünün üstüne yerleştirirken. ‘Nasıl da şikâyet edilecek bir şey olabiliyor.’ “Karım için imzalayabilir misiniz? Carla.” dedi solgun yüzlü adam, gizli servis ajanının geniş omuzları üzerinden konuşmaya çalışarak. “Carla benim eşim!” dedi, biraz fazla yüksek bir sesle. “Aman Tanrım, bunu zaten söylemiştim, değil mi? Son yüzyılın en müthiş başkanına rastlayacak kadar çılgınca bir şans geçiyor elime ve ben ne yapıyorum? Tanrım, bakın, kızardım işte. Söylemem lazım, bu gece muhteşem görünüyorsunuz. Özellikle siz Bayan Hopkins.” “Mutlu Noeller bayım.” dedi Stephen Hopkins, elinden geldiği kadar sıcak bir gülümsemeyle. “Umarım rahatsız etmemişimdir.” dedi adam.

Eğilerek geri çekildiğinde ceketinin parlaklığı göz kamaştırmıştı. “Rahatsız etmek mi?” dedi Stephen Hopkins, adamın arkasından karısına bakıp sabırla gülümseyerek. “Carla’nın eşi nasıl olur da, hayatımızın en romantik anını dağıtmanın bizi rahatsız edeceğini düşünebilir?” Neşeli bir garson gölgelerin arasından ortaya çıkıp tabaklarını getirdiğinde, onlar hâlâ gülüyorlardı. Kocası şampanyasını tazelerken o da, foie gras {1} ezmesinin avangarde mimarisine bakarak gülümsedi. “İnsan neredeyse yemeye kıyamıyor’ diye düşündü, çatal bıçağım eline alırken. ‘Neredeyse…’ İlk lokma başka bir âlemden geliyor gibiydi, o yüzden tadı alması birkaç saniye sürdü. Aldığında da artık çok geçti. Yüksek basınçlı sıcak havaya benzer bir his Caroline Hopkins’in ciğerlerini, boğazını ve yüzünü doldurdu. İşlemeli gümüş çatal dudaklarından düşüp çin porselenine çarpana kadar gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi olmuştu. Stephen’m dehşet içerisinde bakarak, “Aman Tanrım, Caroline!” dediğini duydu. “Steve! Yardım et! Caroline’e bir şey oldu. Nefes alamıyor.” “Lütfen Tanrım! Hayır. Bunun olmasına izin verme. Lütfen” Stephen Hopkins yalpalayarak ayağa kalkarken aklından bunlar geçiyordu.

Tam tekrar bağırmak için ağzını açıyordu ki, Steve Beplar yemek masasını bir ucundan tutup kenara savurdu. Ajan Susan Wu, dört kişilik güvenlik birimlerinin yakınlardaki diğer elemanı, Bayan Hopkins’i köşedeki sandalyesinden çekip alırken, kristaller ve porselenler cilalı ahşap döşemelere çarparak parçalandı. Kadın ajan derhal, yiyecek parçası kaldıysa çıkarmak için hemen Caroline’nin ağzını parmağıyla yokladı. Ardından arkasına geçti, bir eli göğüs kafesinin arkasında kalacak şekilde Heimlich {2} manevrasına başladı. Stephen’ın göğsünü buz gibi soğuk bir el kavramıştı sanki. Karısının yüzünün kırmızıdan siyaha çalan bir mora dönmesini elinden bir şey gelmeden izledi. “Durun. Bekleyin!” dedi. “Boğazında bir şey yok. Alerji bu! Yerfıstıgına alerjisi var. İlkyardım adrenali! Yanında taşıdığı şu kalemden şey! Çantası nerede?” “Öndeki arabada!” dedi, ajan Wu. Yemek salonundan fırladı ve bir saniye içinde koşarak döndü. Caroline’ın çantası yanındaydı!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir