Jeffery Deaver – Lincoln Rhyme #4 – Taş Maymun

Onlar kaybolmuştu, onlar talihsizdi. Onları defolu mallar gibi dünyanın dört bir yanına taşıyan insan kaçakçıları -yılanlar- için adları ju-jia, yani domuzlar’dı. Gemilerine el koyup onları tutuklayarak sınır dışı eden Amerikan Göçmen Bürosu ajanları için adları belgesizlerdi. Umutluydular. Önlerinde uzanan riskli, aşırı çalışma isteyen yıllara karşılık, binlerce yıllık ata mirasından, ailelerinden ve evlerinden vazgeçen insanlardı onlar. Ailelerinin gelişip büyüyebileceği, özgürlük, para ve rahatlığın olduğu bir yerle ilgili hayaller, güneş ve yağmur kadar doğaldı onlar için. Bu insanlar, onun kırılgan yüküydü. Şimdi, beş metreye kadar yükselen dalgalara karşı ilerlemeye çalışan teknede, ayakta durabilmek için dikkatli ve dengeli biçimde yürüyen Kaptan Sen Zi-jun, haftalar süren zorlu yolculuklarının boşa çıkabileceği yönündeki iç karartıcı mesajı vermek için köprüden aşağı, karanlık ambara doğru ilerliyordu. Ağustos ayının bir salısabahı, şafak sökmek üzereydi. Başı tıraşlı, abartılı bıyıklı tıknaz kaptan, yetmiş iki metre uzunluğundaki Fuzhou Ejderi adlı gemisinin güvertesi boyunca, gerçek yükü gizlemek amacıyla dizilmiş boş konteynerlerin arasından süzülerek ilerledi ve ambarın ağır çelik kapısını açtı. Aşağıda, penceresiz ambarın karanlık zemininde, büzülerek birbirlerine sokulmuş yirmiden fazla insana baktı. Çöpler ve çocukların plastik oyuncakları, ucuz karyolaların altındakisığ suda yüzüyordu. Hayatının otuz yılını denizlerde geçirmiş olan deneyimli Kaptan Sen, şiddetli dalgaların yarattığı yalpalanmalara karşın, dik metal basamaklardan tırabzana tutunmaya gerek duymadan indi ve ambarın ortasında dikildi. Karbondioksit göstergesine baktı; havayısaran mazot kokusuna ve iki hafta boyunca iç içe yaşamış bu kadar insana karşın seviyenin normal olduğunu gördü. ‘Kovalar’ı -insan kaçakçılığı yapılan tekne ve gemiler- yüzdüren ve yüklerine aldırmayan, hatta zaman zaman yolcuları döven ve kadınlara tecavüz eden birçok kaptanla mürettebatın aksine, Sen onlara kötü davranmazdı.


Tam aksine, iyi bir şey yaptığına inanırdı; bu aileleri zor bir yaşamdan alıp, adına Çince’de ‘Güzel Ülke’ anlamına gelen Meiguo denen, kesin bir zenginlik değilse de, en azından mutlu yaşam umudu olan bir ülkeye götürüyordu. Ancak, bu yolculuklarında göçmenlerin çoğu ona güvenmiyordu. Neden güvensinlerdi ki? Onun, Ejderi kiralayan yılankafa ile aynı türde bir adam olduğuna inanıyorlardı. Bu adamın adı Kwan Ang, tüm dünyada bilinen adıyla Gui, yani Hayalet idi. Yılankafa’nın zalimliğinin ona da bulaşmış olabileceğini düşündüklerinden, Kaptan Sen’in göçmenlerle iletişim kurma çabaları boşa çıkmış, sadece bir tek arkadaş edinebilmişti. Kırk beş yaşındaki Chang Jingerzi, -Batı tarzındaki ismi olan Sam Chang’i tercih ederdi- Çin’in güneydoğusundaki dev bir liman kenti olan Fuzhou’nun banliyölerinden birinden gelen eski bir kolej profesörüydü. Bütün ailesini Amerika’ya götürüyordu; karısı, iki oğlu ve dul babası. Yolculuk sırasında birçok kez Chang ve Sen ambarda oturup, kaptanın gemide daima bol miktarda bulundurduğu güçlü duman maotaiden içmişler, Çin ve Amerika’daki yaşam hakkında konuşmuşlardı. Kaptan Sen baktığında, Chang’in ambarın ön köşesinde bir karyolanın üzerinde oturduğunu gördü. Kaptanın yüz ifadesini görünce, uzun boylu, sakin yapılı adamın kaşları çatılmıştı. Chang, ailesine okumakta olduğu kitabı ergenlik çağlarındaki oğluna verdi ve kaptanı karşılamak için ayağa kalktı. Etraflarındaki herkes sessizleşmişti. “Radarımız, hızla bize doğru gelen bir gemi tespit etti.” Bu sözü duyan herkesin yüzünü korku kapladı. “Amerikalılar mı?” diye sordu Chang.

“Sahil Koruma mı?” “Sanırım öyle,” diye cevap verdi kaptan. “Birleşik Devletler sularındayız.” Sen etrafındaki endişeli yüzlere baktı. Sen’in taşıdığı çoğu kaçak gibi, bu insanlar da -burada karşılaşmadan önce çoğu birbirini bile tanımıyordu- yolculuk sırasında yakın arkadaş olmuşlardı. Şimdi el ele tutuşmuş, aralarında fısıldaşıyorlar, bazıları endişelisorular sorarken kimisi de güvence veriyordu. Kaptanın bakışları, kollarında on sekiz aylık kız çocuğunu tutan bir kadına odaklandı. Annesi -yüzünde eğitim kamplarından birinde yediği dayaklardan kalan yara izleri vardı-başını eğerek ağlamaya başladı. “Ne yapabiliriz?” diye sordu Chang sıkıntıyla. Sen, onun Çin’de önde gelen muhaliflerden olduğunu ve ülkeden kaçmak zorunda kaldığını biliyordu. Birleşik Devletler Göçmen Bürosu tarafından sınır dışı edilirse, muhtemelen kendini politik suçlu olarak Çin’deki rezil hapishanelerden birinde bulacaktı. “İniş noktasından çok uzak değiliz. Tam yol ilerliyoruz. Sizi botlarla karaya çıkaracak kadar yaklaşabileceğimizisanıyorum.” “Hayır, hayır,” dedi Chang. “Bu dalgalarda mı? Hepimiz ölürüz.

” “Hedefimiz doğal bir koy. Su, botları indirmek için yeterince sakin olacaktır. Kıyıya çıktığınızda sizi New York’a götürecek kamyonları bulacaksınız.” “Peki ya sen?” diye sordu Chang. “Ben geri dönüp fırtınanın içine dalacağım. Onlar bizi yakalayana kadar, siz altından otoyollarda, elmaslar şehrine doğru ilerliyor olacaksınız… Şimdi herkese eşyalarını bir araya toplamalarınısöyle. Ama sadece en önemlişeylerini alsınlar. Paranız, resimleriniz. Geri kalan her şeyi bırakın. Önünüzde karaya doğru bir yarış var. Ben ya da Hayalet, size çıkmanızısöyleyene kadar aşağıda kalın.” Kaptan Sen bir an önce köprüye dönmek için aceleyle basamaklara yöneldi. Merdiveni çıkarken, denizcilerin tanrıçası Tian Hou’ ya hayatta kalmaları için dua etti. Son basamağı geçip güverteye çıkacağı anda, geminin yan tarafından yükselen su duvarından korunmak için sırtını ambar kapısına dayadı. Köprüye ulaştığında, Hayalet’i radarın yanında durmuş, ekrana bakarken buldu.

Adam dalgalara rağmen hiç kıpırdamadan, dimdik duruyordu. Bazı yılankafalar John Woo filmlerinden fırlamış zengin gangsterler gibi giyinirlerdi, ama Hayalet hep Çinli erkeklerin çoğunun tercih ettiği giysileri giyerdi; bol paçalışalvar ve kısa kollu gömlek. Son derece kısa boyluydu, ama vücudu kaslıydı; sakalı tıraşlı, saçı tipik bir işadamına göre uzundu, ama krem ya da sprey kullanmazdı. “On beş dakika içinde bize yetişecekler,” dedi yılan. Tutuklama ve sınır dışı tehlikesiyle karşı karşıya olduklarışu anda bile, şehir dışındaki otobüs duraklarından birinde bilet satan adamlar kadar sakindi. “On beş mi?” dedi kaptan. “İmkânsız. Kaç mil hız yapıyor bunlar?” Sen, okyanusaşırı yolculuk yapan tüm gemilerin vazgeçilmez demirbaşı olan deniz haritasına doğru yürüdü. Haritanın üzerinde, Birleşik Devletler Savunma Bakanlığının denizciler için hazırlattığı, bölgedeki Sahil Koruma hareketlerini gösteren başka bir harita duruyordu. İki geminin göreceli pozisyonlarını hem bu haritaya hem de radara dayanarak karşılaştırmak zorundaydı, çünkü izlenme riski yüzünden Ejder’in küresel konumlandırma sistemini ve acil durum fenerini kullanamıyorlardı; üstelik Küresel Denizcilik Emniyet ve Güvenlik Sistemi de kapatılmıştı. “En azından kırk dakika olacağınısanıyorum,” dedi kaptan. “Hayır, onları fark ettiğimizden beri aldıkları mesafeyi ölçtüm.” Kaptan Sen, Fuzhou Ejderi’ni kullanan denizciye baktı. Ter içinde, dümenisabitlemek için tavandan dimdik aşağı çektiği ipi, dümen kollarından birine bağlamak için çabalıyordu. Motorlar tam yola alınmıştı.

Teknenin kendilerine ne zaman yetişeceği konusunda Hayalet’in yaptığı hesaplama doğruysa, kıyıya zamanında ulaşma şansları olamayabilirdi. En iyi olasılıkla, yakındaki kayalık kısma yarım mil kadar yaklaşabilirlerdi. Botlarısuya indirebilecekleri bir mesafeydi bu, ama öfkeli dalgalarla başa çıkabilmeleri pek mümkün görünmüyordu. “Ne tür silahları var?” diye sordu Hayalet, kaptana dönerek. “Bilmiyor musun?” “Hiç yakalanmadım,” dedi Hayalet. “Sen söyle.” Sen’in kumandasındaki gemiler daha önce iki kez durdurulmuş ve aranmıştı; neyse ki onlar yasal yolculuklardı, yılanlar için göçmen taşımıyordu. Ama yine de zor deneyimler olmuştu. Bir düzine Sahil Koruma görevlisi geminin güvertesine borda ederken, teknenin güvertesindeki bir diğeri iki namlulu makineliyi ona ve mürettebatına çevirmişti. Küçük bir topları bile vardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir