John Verdon – Dave Gurney #2 – Gözlerini Sımsıkı Kapat

Kusursuz Çözüm Aynanın karşısına geçip gülümseyerek aynı şekilde karşısında gülümseyen yansımasına büyük bir memnuniyetle baktı. Kendisinden, yaşamından, zekasından daha fazla hoşnut olamazdı. Hayır, bundan da ötesiydi aslında, zekadan çok daha ötesiydi. Zihinsel durumunu daha ziyade her şeyi anlayabilecek kapasitede olduğunu söyleyerek tanımlamak daha doğru olurdu. Bu, yani her şeyi anlama gücü sıradan insan bilgisini katbekat aşan bir şeydi. Giderek zihnine kazınan bu düşünceyle aynadaki gülümseyen aksini izlemeyi sürdürdü. İçsel olarak bu insanüstü gücü hissediyordu. Dışsal olarak da yaptıkları gücünün birer kanıtıydı. Her şeyden önce en basit biçimde ifade etmek gerekirse, yaka- lanmamıştı. Neredeyse yirmi dört saat geçmiş, her geçen dakika dünyanın daha güvenli olduğuna ilişkin düşüncesi güçlenmişti. Aslında bu öngörülebilecek bir şeydi. Peşinde sürülecek en ufak bir t bırakmadığından emin olmasını sağlayacak özeni göstermişti. Birinin akıl yürüterek ona ulaşması da imkansızdı. Zaten böyle biri de yoktu. Kimse onu bulamamıştı.


Bu yüzden de haddini bilmez, küstah kaltağın ortadan kaldırılma süreci tamamlanmış sayılabilirdi. Her şey planlı yürümüştü. Pürüzsüz ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde. Evet, bunlar durumu en iyi ifade eden sözcüklerdi. Her şey öngörüldüğü gibi gerçekleşmişti. Ne bir engel ne de bir sürpriz… Yalnızca o ses. Kıkırdak? Öyle olmalıydı. Başka ne olabilirdi ki? O kadar küçük bir şeyin böylesine akıldan çıkmayacak derecede etki yapmasının hiç de mantığı yoktu aslında. Ama belki de gücü, izlenimlerinin keskinliği, olağanüstü hassasiyetinin doğal bir ürünüydü. Zekası da bedeli. Elbette o belli belirsiz çıtırtı da günün birinde daha şimdiden aklından çıkmaya başlayan tüm o kanlı sahneler gibi silik- leşecekti. Önemli olan durumu muhafaza etmek, her şeyin sona erdiğini akıldan çıkarmamaktı. Gölde daire şeklinde yayılan her dalga er geç etkisini kaybederdi. Kırsal Yaşam Eylül sabahı hava, düşmanın dinleme aygıtlarına yakalanmamak için motorlarını susturarak süzülen bir denizaltıyı andırırcasına hareketsizdi. Dinginlik tüm çevreyi etkisi altına almıştı.

Fır- tma öncesi sessizlik. Okyanus kadar derin ve belirsiz bir sakinlik. Tuhaf derecede serin bir yaz olmuştu. Kısmi kuraklık daha yeni yeni otlarla ağaçlardaki hayatı emmeye başlamıştı. Yapraklar yeşilden kırmızıya ağır ağır dönüşürken akçaağaçlarla kayınların dallarındaki yapraklar sonbaharın çok renkli olacağını müj- delercesine dökülmeye başlamışlardı. Dave Gumey çiftlik evlerinin mutfağındaki cam kapıların arkasından bahçeye, büyük evi sazlıktan oldukça büyümüş gölle eski kırmızı ahırdan ayıran çimenleri biçilmiş araziye baktı. Belli etmese de huzursuzdu. Dikkatini tek bir noktaya veremiyor, bahçenin arka tarafındaki kuşkonmaz ekili kısımla ahırın hemen yanındaki küçük san buldozer arasındaki bölgeye öylece bakıyordu. Mutsuzca, nemli havada sıcaklığını giderek kaybeden sabah kahvesini yudumladı. Gübrelemek ya da gübrelememek. Kuşkonmazlarla ilgili mesele buydu. Ya da en azından ilk soru. Ve yanıt evet olursa bu ikinci soruya yol açacaktı. Serperek mi karıştırarak mı? Gübreleme Madeleine’in kendisini yönlendirdiği çeşitli sitelerden de öğrendiği üzere kuşkonmaz yetiştirmek için en önemli faktördü. Ama her iki durumda da ihtiyaç duyacağı, geçen ilkbaharda biriktirilen taze malzemeler, pek o kadar temiz değildi.

Catskills’de geçirdikleri iki yıl boyunca bazen gönülsüz de olsa, Madeleine’in kendisini ani bir tutkuyla kaptırdığı ev ve bahçe işlerine katıldığı olmuştu. Ama bu çabaları içini akkarıncalar gibi aralıksız bir şekilde kemirip duran pişmanlığına engel olamıyordu. Bu pişmanlık iki yüz dönümlük güzel bir araziye sahip bu evi almaktan kaynaklanmıyordu. Zira burayı hâlâ iyi bir yatırım olarak görüyordu. Pişmanlığının altında New York Polis Teşkilatı’ndan ayrılıp, kırk altısında emekli olmak gibi tüm yaşamını etkileyen bir karar vermiş olmak yatıyordu. Asıl rahatsız edici soru şuydu: Birinci sınıf dedektiflikten çiftçilik için mi vazgeçecekti? Bunun böyle olduğuna ilişkin son derece rahatsız edici belirtiler vardı. Tabiat harikası cennetlerine yerleşmelerinin ardından sol göz kapağında arada sırada ortaya çıkan bir tiki vardı artık. Canını sıksa da, Madeleine’i üzse de tam on beş yıllık bir aradan sonra seyrek de olsa sigara içmeye başlamıştı. Tabii bir de bahsi kapansa bile, geçen sonbaharda, emekli oluşunun üzerinden daha bir yıl geçmeden, kendi isteğiyle dahil olduğu o korkunç Mellery cinayeti vardı. Olaydan kıl payı kurtulmuş, hatta öncesinde Madeleine’i de tehlikeye atmıştı. Ölümle burun buruna geldiği o anları hatırlayınca içinde kendisini kırsal alanın basit zevklerine yönlendirecek yeni bir destek bulur gibi oluyordu. Ama işin apaçık ortada olan komik tarafı insanın yaşadıklarını hatırlamayı sürdürmesinde gizliydi. Diğer taraftan sadece günü yaşamaya çalışırsanız hatıralar silikleşirdi. Mutluluk bile sadece o anlık bir mutluluk olmalıydı. Benimsenmediği zaman yaşanılanlar giderek unutulan rüyaları andırmaya başlıyordu.

Sonunda da çok derinlerde kalmış, hoşnutsuz bir tınıya dönüşeceklerdi. Gumey bu süreci anladığından ve başka bir yöntem olmadığını da bildiğinden kendini toplayabilmek için yapabileceği en iyi şey olan köy yaşamına adapte olmaya çabalamıştı. Bu şekilde bir taraftan da karısıyla birlikte bir şeyler yapabilme şansı da bulmuş oluyordu. Diğer yandan acaba insan gerçekten değişebilir mi, daha da ötesi acaba ben değişebilir miyim diye kendi kendine sürekli sorup duruyordu. Ama mutsuz anlarında, düşünme biçiminde daha doğrusu var oluş tarzındaki katılığı fark edip ümitsizliğe kapılıyordu. Buldozer bu konuya iyi bir örnekti. Altı ay kadar önce eski, kullanılmış, küçUk buldozeri Madeleine’e iki yüz dönümlük ağaçlık ve çalılıkla dört yüz metre uzunluğundaki toprak yolun çekip çevrilmesi için gerekli olduğunu söyleyerek almıştı. Buldozeri çevrede gerekli değişiklikleri yapıp, etrafı güzelleştirmek için faydalı bir araç olarak görüyordu. Ama karısı en başından beri bunu yeni hayatlarına katkı sağlayacak bir araç olarak görmüyor gibiydi. Onun gözünde buldozer daha ziyade gürültünün, mazot kokusunun, kocasının hoşnutsuzluğunun – yaşadıkları yerin yarattığı hayal kırıklığının, kentten dağlara taşınmanın neden olduğu mutsuzluğun nişanesiydi. Kocasının her şeyi kontrol etme hastalığı kabul etmekte zorlandığı bu yeni dünyaya adapte olabilmek için ancak bu kadarına müsaade etmişti. Madeleine itirazını sadece bir kez ortaya koymuş ve kısaca, “Neden çevrendeki her şeyi şaşırtıcı güzellikte bir hediye gibi kabul edip, değiştirmeye çalışmaktan vazgeçmiyorsun?” demişti. Şimdi cam kapıların önünde durup onun bu yorumunu hatırlarken neredeyse öfke dolu ses tonunu da duyabiliyor gibiydi. Tam o sırada içerden bir yerden karısının gerçek sesini işitti. “Bisikletimin frenlerini yarma kadar yapma ihtimalin var mı?” “Yapacağım dedim ya.

” Kahvesinden bir yudum daha alıp yüzünü buruşturdu. Kahve içilemeyecek kadar soğumuştu. Konuk eğitmen olarak ara sıra derslere girdiği Albany’deki eyalet polis akademisine gitmek için daha bir saati vardı. ‘Bir gün sen de benimle gelmelisin,” dedi karısı sanki bu fikir az önce aklına gelmiş gibi. “Gelirim,” dedi. Bu, karısının bisiklete atlayıp, çiftlik arazilerinin yanından, batı Catskills’e dek uzanan bisiklet gezilerine kendisinin de katılmasını her istediğinde verdiği her zamanki yanıtıydı. Üzerinde eski taytı, bol kazağı, boya lekeli beyzbol kepiyle yemek masasının hemen yanında duruyordu. Ona bakınca birden gülümsemesine engel olamadı. “Ne?” dedi kadın başını yana eğerek. “Hiç.” Bazen onun varlığı zihni ne derece olumsuz şeyle meşgul olursa olsun aniden neşelenmesini sağlıyordu. Eşi benzerine zor rastlanılacak bir insandı o. Nasıl göründüğüne zerre kadar aldırış etmeyen güzel bir kadın. Gelip, yanında durarak etrafa bakındı. “Geyikler yemliği devirmiş,” dedi kızmaktan ziyade mutlu bir ses tonuyla.

Çim alanın diğer tarafındaki üç sıra ispinoz yemliği devrilmişti. O tarafa doğru bakınca geyiklere ve neden oldukları küçük zarara karşı Madeleine’in sevecenlik hislerini kısmen paylaştığım fark etti. Aslında bu çok garipti. Zira o anda sincapların devrilen yemliklerin dibinde kalan tohumları hızla tükettiklerini gördüğünde hissettikleri, kansınınkilerden bütünüyle farklıydı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir