John Verdon – Dave Gurney #4 – Peter Pan Ölmeli

Övgüler; Bu kitap hayatım boyunca okuduğum en iyi gerilim romanları arasında ilk sırada… Dilbaz ve kalp parçalayıcı; okuyucuyu son sayfaya kadar şüpheli bir bekleyiş içinde bırakıyor. Zekice işlenmiş kurgusu nefesinizi kesecek… Asla kaçırılmayacak türden!” John Lescroat Gerçekten de elinizden bırakamayacaksınız. Daha önce hiçbir eser beni bu kadar içine çekmemişti… John Verdon kusursuz karakterlerle bezeli kusursuz bir kurgu yaratmış ve işini biliyor? Nelson DeMille “Bağımlılık yapıcı ve zihin kurcalayıcı… en derin, en ilkel korkularımıza kadar iniyor… Bu hikaye sizi demir çene tuzağı gibi yakalayacak ” Joseph Kinder Okuyucuyu yerinde kıpır kıpır eden, sayfalardan fırlayacakmış gibi canlı karakterlere sahip, zarif ve titizlikle yazılmış bir ilkyapıt * Faye Kelleman *Baştan sona zekice yazılmış, hızlı bir anlatıma ve keskin virajlara sahip. Aklından Bir Sayı Tut Özgünlüğü ve kışkırtıcı konusu ile sivrilmeyi başarıyor. John Katzenbach “Çok, çok uzun zamandır okuduğum en iyi gerilim romanlarından biri olan Aklından Bir Sayı Tut aklınızı başınızdan alacak… John Verdon Öyle ışıl ışıl ve incelikli yazıyor ki kıskanmadan edemedim” Tess Gemisen “Sherlock Holmes gibi Gurney de gerçeğe o derece susamış, hassas ve mantıklı’ New York Times “Verdon’un dokuduğu bu eseri girift bir kumaş haline getiren şey karışıklıkların çözümsüz gibi görünen bir düğüme dönüşmesidir? Chicago Snn-Time ‘İyi yazmak ve iyi hikaye anlatmak aynışey değildir. Verdon bunları bir arada yapıyor? Newark Star Ledger ‘Verdon bu kitapta karakter tahlilleri ile psikolojik açılımlarını birlikte işleme konusunda pek çok iyi yazarı cebinden çıkarır’ New York Journal of Books ‘Ancak usta bir yazarın kağıda dökebileceği bir gizem…’ Bookloons ‘Birden ona kadar bir sayı tutun. Şimdi onu sıfırla çarpın. İşte bu kitabı da elinizden o kadar düşürmek isteyeceksiniz’ MyrteryScene ‘Sayı oyunu, Verdon’un edebi hünerini sergilediği eşsiz eserinde tehlikeli bir ağ örgüsü olarak karşımıza çıkıyor. People Weekly Bir zamanlar büyük bir ulusun, nükleer bir gücün başkanı olmayı hayal etmişti. Başkan olarak parmağı nükleer silahın tetiğinde olacak, parmağının ufacık bir hareketiyle nükleer füzeleri fırlatabilecekti. Büyük şehirleri yıkıp mahvedebilecek, insanlığın pis kokularını yok edebilecek, çürükleri ortadan kaldırıp, her yeri tertemiz edebilecekti. Fakat olgunluk çağıyla beraber, daha pratik bir perspektif, mümkün olabilecekler konusunda daha gerçekçi bir anlam çıktı ortaya. O artık nükleer tetiğe hiçbir zaman ulaşamayacağının bilincindeydi. Fakat başka tetikler de vardı ortalarda. Zamanla bir gün gelecek, bir kere, bir tetik çekmekle çok daha fazla şeyler yapılabilecekti.


Gelişme çağında, yirmi yaşından önce, başka bir şey düşünmemişti zaten ve şimdi de düşünürken, geleceğiyle ilgili bir plan kafasında şekillenmeye başladı. Özel yeteneğinin, sanatının, uzmanlık alanının, yani tam olarak özelliğinin ne olacağını anlamaya başladı. Ve bu da az bir şey sayılmazdı, çünkü daha önce kendisi hakkında hemen hiçbir şey bilmiyordu, kim ya da ne olduğu konusunda pek bir bilgisi yoktu. On iki yaşma gelene kadar, çocukluğu konusunda hemen hiçbir şey hatırlamıyordu. Sadece bir karabasan kalmıştı aklında. Ve o karabasanı, o korkunç kabusu tekrar tekrar gördü. Sirk vardı o rüyada. Annesi diğer kadınlardan daha ufak te- fekti. Korkunç bir kahkaha, atlıkarıncanın müziği, hayvanların derin, sürekli homurtuları vardı. Sonra palyaçoyu hatırladı. Dev gibi palyaço ona para veriyor ve sonra da canmı acıtıyordu. Hırıltı gibi bir sesle konuşan palyaçonun nefesi de çok pis, adeta kusmuk gibi kokuyordu. Sonra o kelimeleri hatırladı. Kabusta duyduğu sesler o kadar netti, açıktı ki, kenarları taşa vurulup kırılmış buz parçası kadar sivriydi, keskindi. “Bu bizim sırrımız.

Bunu başkasına söylersen dilini kesip kaplana yediririm. ” Ölümün Gölgesi New York’un kuzey bölgesinde, Catskill Dağları’nda Ağustos ayı dengesiz bir aydı, bazen Temmuz ayının o dayanılmaz sıcaklan hissedilir, bazen de gelecek olan uzun kış aylarının kapalı havalan, fırtınalan yaşanırdı. Inǚ sanın zaman ve mekan duygusunu aşındıran bir aydı Ağustos. O ay Dave Gumey’e, hayatta ne yapacağım bilemiyormuş gibi bir his, bir kafa kanşıklığı getirdi sanki. Ve bu kafa kanşık- lığı, üç yıl önce, yirmi beş yıl çalıştıktan sonra NYPD’den (New York Polis Departmanı) emekli olunca başladı ve Madeleine’le beraber doğup büyüdükleri, yetiştikleri, eğitim aldıktan ve çalıştıktan şehirden aynlıp taşraya gidince daha da arttı. O sırada, Ağustos’un ilk haftasında, kapalı bir havada, uzaklarda gök gürültüleri duyulurken, alçak Barrow Tepesi’ne tırmanıyorlardı. Yaban ağaççileği çalılanyla dolu ve uzun zaman önce terk edilmiş üç küçük göztaşı madenini birbirine bağlayan toprak yolu izlediler. Madeleine her zaman durup dinlendikleri alçak kayaya doğru çıkarken o da onu takip ediyordu. Kansı hep orada durur ve ona öğüt verirdi: Etrafına baksana, cennet gibi yer. Çok güzel bir yer burası, rahatına bak, bunun tadını çıkar. Kansı birden durdu ve “Bu bir dağ gölü mü?” diye sordu. Guraey gözlerini kırpıştırarak baktı. “Ne dedin?” Karısı yıllar önce terk edilen göztaşı madeninin çukuruna dolmuş durgun suyu göstererek, “Şunu diyorum,” dedi. Yuvarlak bir göl değildi bu, yol üzerinde oturdukları yerden diğer yandaki söğüt ağaçlarına kadar yaklaşık yetmiş metre genişliğinde bir su birikintisiydi ve üzerine düşen ağaçların gölgeleriyle göz aldatan fotoğrafları andırıyordu “Bir dağ gölü mü dedin?” Kansı heyecanlı bir ifadeyle, “Geçen gün tskoçya dağlarında yapılan bir gezinti hakkında harika bir kitap okudum,” diye devam etti. “Yazar birçok kez dağgöllerinden söz etmiş.

Ben de onlan bir tür kayalık havuz olarak hayal ettim.” “Hımm, olabilir.” Uzun süre konuşmadılar. Sonunda Maddeme, “Şurayı görüyor musun?” diye sordu. “Işǚ te, ben tavuk kümesini oraya, kuşkonmaz tarlasının yanına kurmamı 7 r daha iyi olacağım düşünüyordum.” Guraey o sırada söğüt ağaçlannır sudaki yansımasını seyrediyordu. Başını kaldırdı ve ağaçların arasından geçen, terk edilmiş bir ormancılar yoluna, sonra da haϐif yamaçtan aşağıya doğru baktı. Yürüyüşe çıktıkları zaman hep bu eski maden yanındaki kayada durup dinlenirlerdi, çünkü arazileri – eski çiftlik evi, bahçedeki tarhlar, elma ağaçlan, havuz, yeni yap tiki an ahır ve ambar, etraftaki tepelik çayırlar (uzun süredir biçilmemiş, otlayan hayvanlarla dolu çayırlar), arazilerin çevresi ve yollan – bu noktadan çok iyi görünürdü. Madeleine her zaman yaptığı gibi, bu kayaya çıkmış, hayran gözlerle manzarayı seyrediyordu. Fakat Guraey başka şeyler düşünüyordu. Madeleine bu noktayı, buraya yerleşmelerinden kısa bir süre sonra keşfetmiş ve ona da gösteımişti. Ama Gumey-o zamandan beri, bu noktayı, çiftliklerine girecek ya da çıkacak tehlikeli bir adamın en kolay avlanabileceği, bir keskin nişancı için en ideal nokta olarak görmüştü (Bunu karsına söyleyemezdi elbette, çünkü Madeleine haftanın üç günü bölge psikiyatri kliniğinde çalışıyordu ve onun bir paranoyak olduğunu düşünüp tedaviye götürmek isteyebilirdi.)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir