Sirenin tiz sesi istasyonda kulakları tırmalıyordu. Bu ses ikinci dereceden alarm seviyesine, derhal insani bir müdahaleyi gerektiren ön ahizesine yönelmişti. Kısa bir süre sonra küçük tuvalet kabininin kapısı açıldı ve Orlov ona doğru süzüldü. Karmakarışık siyah saçları diken dikendi ve bu ona vahşi bir hava katıyordu. “Ne yaptın?” diye sordu ağır bir aksanla. Kalın kaşlarının altındaki kahverengi gözleri öfkeyle parlıyordu. “Hiçbir şey yapmadım ben!” diye cevap verdi Cantoni, gereksiz bir savunma içinde. Bu ağzı bozuk, kaba Rus’tan pek de hazzetmiyordu. Orlov hiçbir şey söylemedi. Haberleşme hattının vızıldamalarını duymazdan gelerek Cantoni’yi, duvardaki portatif masaya çarpmasına yol açacak şekilde, kabaca kenara itti ve bilgisayarın klavyesine ulaşmayı başardı. Bir yandan Rusça söverken, bir yandan da nafile bir çabayla hata bildiriminden kurtulmaya ve ana menüye dönmeye çalışıyordu. Sonunda pes etti ve ahizeyi kaldırdı. “Orlov konuşuyor… evet… hiçbir fikrim yok… System overload… hayır… ben de bilmiyorum… şimdi sistemi yeniden başlatıyorum… tamam.” Telefonu kapattı ve kısa bir süre boyunca birkaç tuşa eşzamanlı bastı. Hiçbir şey olmadı. Tekrar sövmeye başladı ve sonra konsolun yan tarafındaki küçük kapağı açarak kırmızı bir düğmeye bastı. Sonunda hata bildirimi kayboldu. Ekran karardı ve sistemin başlangıç sekansı belirdi. Orlov, Cantoni’ye döndü. “Bu, son iki hafta içinde bilgisayarın üçüncü kez çöküşü!” Sesi öfkeli çıkıyordu. “Biliyorum,” dedi Cantoni. Yerin üç yüz kilometre üzerinde kahrolası bir metal tabutun içinde süzülürken ve hayatı teknik ekipmanın işlemesine bağlıyken, herhangi bir sistem çöküşünün farkına varmamak oldukça zordu. “Görev Kontrol neyin yanlış gittiğini anlayamıyor,” diye devam etti Orlov. “Bilgisayar donanımında sorun olmadığını söylüyorlar, bu bir yazılım hatası da olamaz. Bu hata bildirimi yalnızca, bilgisayar karmaşık hesaplamalarla aşırı yüklendiğinde ortaya çıkıyor. Sistem, istasyondaki tüm mekanizmaların eşzamanlı olarak maksimum limitlerine ulaştığı en kötü durumda bile onları eski seviyelerine döndürmede kullanılabilecek şekilde bunun on altı katı işlemci kapasitesiyle donatıldı. Yani aslında hiç de aşırı yüklenmiş olamaz.” Cantoni omuz silkti. “Bilgisayar…” “Artık bir bilgisayar sorunu olduğuna inanmıyorum,” dedi Orlov yavaşça. “Sabotaj olduğunu düşünüyorum.” Cantoni bir an için, yanlış anladığını sandı. Ancak Rus’un bakışları derin şüphelerini ve zar zor dizginleyebildiği öfkesini ele veriyordu. “Sabotaj mı? Ne… ne söylemeye çalışıyorsun?” “Söylemeye çalıştığım, biri bilgisayarla oynamış olmalı.” “Yuri, burada ikimizden başka kimse yok.” “Doğru.” “Dışarıdan birisinin sisteme sızdığını mı düşünüyorsun? Bu imkânsız, biliyorsun!” “Hiçbir fikrim yok. Komik olan şu: Bunun olduğu her sefer burada değildim. İlk seferinde uyuyordum. İkinci seferinde Destiny’deydim. Şimdiyse tuvalette. Belki tesadüftür. Ama ben tesadüflere inanmam. Artık inanmıyorum!” Cantoni, kanın yüzünden çekildiğini hissetti. Yumruklarını sıkıp gözlerini bir an yumdu. Sakin kalmalı. Derin bir nefes verdi. Sonra şöyle dedi: “Yuri, Tanrı aşkına, neden bilinçli olarak bilgisayarı çökertmek istemiş olayım?” Orlov fırça gibi, siyah sakallı yüzünü daha da vahşi kılacak şekilde sırıttı. “Sen İtalyan’sın. Kurnaz, ama korkak. Burada, yukarıda korkuyorsun. Teknik ekipmanın çalışmayacağından korkuyorsun. Eve dönmek istiyorsun. Protokole göre, teknik ekipmanda bir aksaklık olursa istasyonu boşaltmamız ve Soyuz kurtarma kapsülüyle yeryüzüne dönmemiz gerektiğini biliyorsun. Görev Kontrol, emri vermek üzeredir. İstediğine kavuştun.” Eli öne doğru atıldı, Cantoni’nin mavi tulumunun yakasını kavrayıp kendine çekti. Cantoni, Orlov’un kötü kokan nefesini ve yıkanmamış vücudundan yayılan ter kokusunu duydu. “Ama komutan benim ve sana bu istasyonun terk edilmeyeceğini söylüyorum! Bir sonraki mürettebat bizi alana kadar burada kalıyoruz! Anlaşıldı mı?!” Cantoni soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Orlov’un sakallı yüzüne vurma isteğini bastırdı. Onun kendisini kışkırtmasına izin veremezdi. İstasyonun iki çalışanı arasında yaşanacak ciddi bir kavga felaketle sonuçlanabilirdi. “Yuri, bilgisayarı ben sabote etmedim,” dedi. Bu korkunç itham karşısındaki öfkeli titreyişini tümüyle bastıramıyordu. “Neyin ters gittiğini bilmiyorum, ama bunu yapan ben değilim. Bana inanmak zorundasın!” Orlov’un koyu gözlerinin içine baktı. “Evet, eve, karıma ve çocuklarıma gitmek istiyorum. Fazlasıyla uzun zamandır buradayım. Ama bu yüzden hayatımızı ve istasyonun geleceğini riske atacak değilim! Bunu yapabileceğime gerçekten inanıyor olamazsın!”
Karl Olsberg – Sistem
PDF Kitap İndir |