Osman Aysu – Karanlıklar Hakimi

Yazarın başlangıç notu: Okuyacağınız roman aynıyla yaşanmış, elim bir dramın hikâyesidir. Bu hikâyeye iştirak etmiş kişilerden biri, bir gün bana müracaatla olayı bir roman kurgusu içinde yazıp yazamayacağımı sordu. Hikâyeyi dinledikten sonra ona verdiğim ilk cevap “hayır” olmuştu. Zira bir roman yazarı olarak olayların kurgusu beni cezbetmemişti. Sıradan, hemen hemen her gün rastlayacağımız, örneğini gazete sayfalarında sık sık okuduğumuz bir vaka idi. Bir roman okurunu saracak entrikadan, gerilimden yoksun alelade bir cinayet olayı. Teklifi yapan kişi çok ısrar etti. Kararsızdım. Olayın münakaşa ve tahlil edilecek içtimai boyutu olabilirdi ama üç kişi arasında geçen vakaların roman olabilecek kurgu niteliği benim için zayıftı. Teklif sahibi sonunda beni ikna etmeyi başardı. Önemli bir hususu özellikle belirtmek isterim. Bu romanda okuyup tanışacağınız tüm kişiler gerçektir. Olayların seyri de aynen yazdığım gibi olmuştur. Pek tabiidir ki, kişilerin adlarını değiştirmiş, olayların geçtiği mahalleri de farklı yerlere taşımışımdır. Ama diğer hususlar ayniyle vâkidir… Hiçbir şey hissetmiyordu.


Genç kadın bo Fakat hâlâ bir şey göremiyordu. Neler olup bittiğini anlamakta çok zorlanıyordu. Yatağında olmalıydı, hafızası allak bullaktı, sakin, tamamen sıradan geçen bir gecenin sonunda uykusu gelmiş yatağına girmişti. Ya sonrası? Hiçbir fikri yoktu… Ama şimdi neden göremediğini anlamaya başlamıştı. Başında gözlerini kapatan bir bağ vardı. Güçlükle elini başına götürüp o kumaş bağı çözmek isteğine kapıldı, çılgınca bir istekle. Neler olup bittiğini gözleriyle görmek istiyordu. Olmuyordu ama… Kolunu başına götüremiyordu bir türlü. Her iki bileğinde de acılar hissetti. Şuurundaki bulanıklık sanki biraz daha dağılır gibiydi. Neden sonra yattığı yerde sırtüstü olduğunu ve ellerini başına uzatıp gözündeki bağı çıkaramamasının nedenini kollarının sıkı sıkı gerilerek göremediği bir yere bağlanmasından kaynaklandığını anladı. Ağzından inler gibi bir ses çıktı. Bu defa güç de olsa kendi sesini duyabilmişti ama hâlâ beklediği çığlığını duyamıyordu. Oysa Nazan avaz avaz bağırarak, feryat ederek birilerinin kendisine yardımcı olmasını istiyordu. Bacaklarını kımıldatmak bu rezilâne saldırıyı engellemek için toparlanmak istedi ama mümkün değildi.

Bacakları da beyninin isyankâr emirlerine karşılık veremiyordu, ama sebebi düşündüğü gibi felç değil, ayak bileklerinin de sıkıca bir yere bağlanmış olmasıydı. Başında dayanılmaz kunt bir ağrı ve midesinde şiddetli bulantı vardı. Her an kusabileceğini fark etti. Fakat duyuları uyandıkça benliğini kaplayan en korkunç şey korku oldu. Bu dayanılmaz bir vahşet anıydı. Zor ve şiddet kullanılarak ırzına geçiliyordu… Neden sonra ağzından ilk çığlık yükseldi. Ve aynı anda yüzüne çok şiddetli bir tokat atıldı. Nazan bir kere daha ne olduğunu şaşırdı. Canı çok yanmıştı. O zaman karşı koymasının çok anlamsız olduğunu ve bedenini kullanan zorbanın acımasızca kendisine daha kötü muamele edeceğini içi burkularak kavradı. Bağırmanın, yardım istemenin hiç yararı yoktu. Bu gerçeği kabullenmek zorundaydı. Adamın doyuma ulaşıp zevkini alıncaya kadar yapacağı her zorbalığa katlanmak zorundaydı. Aksi halde canından bile olabilirdi. Sustu ve kahredici azabın bitmesini bekledi… Nazan’a asırlar gibi gelen bir süre geçti.

Fakat adam bir türlü boşalmıyordu. Vahşi yaratık işinin çok ehliydi; inanılmaz ustalıkta bir ritmi vardı. Temposu zaman zaman hızlanıyor, genç kadın çektiği acının tam sona ereceğini adamın soluklarından hissettiği anda, saldırgan ya duruyor ya da içinden çıkıyordu. Felâket dakikalarının tam bittiğini umduğunu sandı anda, adam hoyratça yeniden içine giriyordu. Olanlara inanamıyordu Nazan. Yapabildiği tek şey inleyerek salıverdiği gözyaşlarıydı. Bir ara kendinden geçer gibi oldu. Belki bir tür baygınlıktı yaşadığı, duyuları yine yavaş yavaş kayboluyor, vücudunun her yanındaki acıları hissetmez hâle geliyordu. İradesi sıfıra düşmüştü. Kesinlikle mukavemet edemiyor, hatta hiçbir şey hissetmiyordu artık… Taş kesilmişti adeta. Hissiz, duygusuz bir kaya yığını. Ama bayılmak, kendinden geçmek sandığı kadar kolay bir şey değildi. İçinde o kadar çeşitli duygular, karışmış, yumak olmuş, bütünleşmişti ki genç kadın şimdi bunları ayırt bile edemiyordu. Çaresizlik, nefret, hırs, karşı koyamamanın ezikliği, şehrin göbeğinde güvenli evinde başına gelen bu felâket karşısındaki aczi, kimi suçlayacağını bilememek ve en kötüsü bu tecavüzün kurbanı olmak kanını dondurmuştu sanki. Bir heykel kadar hareketsiz meçhul saldırganın işini bitirmesini beklemekten başka yapacağı hiçbir şey yoktu.

Neden sonra adamın üzerindeki ağırlığının kalktığını hisseder gibi oldu. Kasıkları arasındaki o acı bitmişti. Ama mide bulantısı şiddetle devam ediyordu. Biraz kendine gelir gibi oldu. Galiba bitmişti çektiği ıstırap ama kımıldayacak hali yoktu. Sadece korkudan çeneleri titriyordu. Kulağına hafif bir çatırtı aksetti. Duyduğu sesin ne olduğunu biliyordu; yatağının kenarındaki esneyip, hafif çökmüş parkenin çıkardığı çatırtıydı bu. Bir an ümide kapılır gibi oldu. Zevkini alan saldırganı gidiş hazırlığında olmalıydı. Yapabildiği tek şey kulak kesilip çıkan sesleri değerlendirmek oldu. Az sonra tuvalet masasının önündeki ufuk pufunun çekildiğini duydu. Her halde adam giyinmeye başlamıştı. Nefesini kesti, soluksuzca yeni*sesler duymaya çalıştı. Kumaş hışırtısı, ayağa geçirilen bir ayakkabının çıkarabileceği sürtünme sesi filan gibi.

Ama yoktu… Yatak odasında derin bir sessizlik vardı yine… Kulaklarını dikti, yeni sesler işitmeyi bekledi. Artık uyanıktı, odada bir ses çıkarsa duymaması imkânsızdı. Sesini çıkarmaya, herhangi bir soru sormaya korkuyordu. Hafifçe başını kaldırdı yastıktan, gözleri kalın bir bezle sıkıca bağlanmış olmasına rağmen sanki bir şey görebilecekmiş gibi etrafına bakındı. Görmekten ziyade yeni bir ses duymak istiyordu. Adam bu kadar sessizce odasından çıkmış olamazdı. Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Biraz daha bekledi. Sonunda dayanamayarak bilinçsizce sordu. “Kimse var mı burada?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir