Rachel Vincent – Ruh Çığlığı 1 – Ruh Hırsızı

“HAYDİ AMA!” diye fısıldadı Emma. Kelimeler dudaklarından incecik bir buhar eşliğinde süzülür gibi çıkıyordu. Sabırsızlığı kapıyı açabilirmiş gibi gözlerini önümüzde duran yıpranmış çelik panele dikmişti. “Unuttu işte, Kaylee. Böyle olacağım tahmin etmeliydim.” Zıplayarak ısınmaya çalış dedi. Traci gülerek kulübün ön tarafını, binanın arka oda ve ofislerini saran ışık ve müziğin kaynağını işaret etti. Artık içerideydik ve Traci’nin onca gürültü arasında sesini bize duyurabilmesi için bağırarak konuşması gerekiyordu. “Kalan ömrünün tadını çıkar çünkü Cara seni bu bluzla gömecek.” Emma istifini bozmadan, elleri havada, kalçalarını müziğin ritmine uygun sallayıp dans ederek, karanlık koridordan ana salona doğru ilerledi. Dans eden ilk insan topluluğunu gördüğüm anda cumartesi gecesi coşkusuyla dolarak, onu takip ettim. İnsan kalabalığı âdeta bizi yutmuştu. Müziğin ritmine kendimizi kaptırmışken ateşli ve ilgisiz partnerler dans etmek için bizi kendilerine doğru çekiyordu. Terden sırılsıklam olup nefes almakta zorlanıncaya kadar birlikte, yalnız veya ilgisiz eşlerle dans ettik. Emma’ya, içecek bir şeyler almaya gideceğimi işaret ettim.


Ben kalabalığı yararak ilerlemeye çalışırken dans etmeye devam ederek beni anladığını belli edercesine başını salladı. Traci, siyah ve dar bir tişört giymiş esmer bir barmenle birlikte barın arka tarafında çalışıyordu. İkisi de başlarının üzerindeki mavi neon ışıkta oldukça tuhaf görünüyordu. Boşalan ilk bar taburesine oturdum. Siyahlı adam iki büyük avucunu barın üstünde tam önüme koydu. Traci bir eliyle adamın koluna dokunarak, “Onunla ben ilgilenirim,” dedi. Adam başım salladı ve bir başka müşteriye yöneldi. Traci, yüzüne düşmüş ve ışıkların etkisiyle hafif mavi görünen bir tutam saçı geriye atarak, “Ne alırsın?” diye sordu. Her iki dirseğimi bara dayamış halde sırıtarak, “Viski-Cola?” dedim. Güldü. “Ben sana sadece kola vereceğim,” diyerek buzlu bir bardağa içeceği koydu ve önüme itti. Bara bir beşlik koydum ve taburemde dönerek dans pistini seyretmeye başladım. Kalabalığı gözlerimle tarayarak Emma’yı görmeye çalıştım. Onu gördüğümde, Dallas Üniversitesi Öğrenci Birliği tişörtü giymiş, “içki içebilir” anlamına gelen bilezikler takmış iki erkek tarafından sarmalanmış, ahenkle dans ediyordu. Uyumu bozmamak için tüm dikkatini dansa veriyordu.

Gülümseyerek içeceğimi bitirdim ve boş bardağı barın üzerine bıraktım. “Kaylee Cavanaugh.” Adım söylenince sıçradım ve taburemi sola çevirdim. Bakışlarım, o ana kadar gördüğüm en hipnotize edici ela gözlere kilitlendi, bir süre öylece bakakaldım. O inanılmaz kahverengi derinliğin ve berrak yeşilliğin girdabında kayboldum. Başımın üzerinden gelen ritmik ışıkların etkisi olduğunu bildiğim halde, gözlerinin kalp atışlarıma uygun şekilde ışık saçtığını düşündüm. Gözlerimi kırpmak zorunda kalmasam, öylece bakmaya devam edecektim. Bir anlık göz kırpmam beni kendime getirmişti. İşte tam o anda kime bakmakta olduğumu anladım. Nash Hudson. Evet, gerçekten de oydu. Az kalsın ayaklarımın buzlar içinde yere sabitlenip sabitlenmediğine bakmak için başımı eğecektim çünkü kesinlikle cehennem buz tutmuştu. Bir şekilde dans pistinden çıkmış ve kendimi bu güzel gözlerin renklerle dans ettiği garip bölgede bulmuştum. Orada yalnızca bana gülümsemekte olan Nash ve ben vardık. Aniden kurumuş boğazımı ıslatmak için, içinde son bir damla kalmış olduğunu umarak bardağımı elime aldım.

Bir yandan da Traci’nin kolama içki katıp katmadığım merak ediyordum. Ama sonra bardağımın düşündüğüm gibi boş okluğunun farkına vardım. Nash, “Bir tane daha?” diye sorduğunda ağzım açık kaldı. Sonra, Bu Alacakaranlık kuşağında konuşarak kaybedecek neyim var ki? diye düşündüm ve tereddüdü bir gülümsemeyle, “Teşekkürler, bu yeterli,* dedim. Gülüşümün onun hafif yukarı kıvrılmış muhteşem biçimli dudaklarına yansıdığını görünce kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim. “Buraya nasıl girdin?” diye sordu tek kaşını kaldırarak Gözlerinde meraktan çok, alaycı bir bakış vardı. “Pencereden mi?” Yüzümün kızardığını hissederek, “Arka kapıdan,” diye fısıldadım. Elbette ki benim Tabu gibi on sekiz yaş üstü bir kulübe giremeyecek kadar küçük olduğumu biliyordu. Beni daha iyi duyabilmek için daha da yakınıma geldi ve sırıtarak, “Ne?” diye sordu. Nefesini boynumda hissediyordum. Nabzım o kadar hızlanmıştı ki başım döndü. Çok, çok güzel kokuyordu. Tekrar, “Arka kapıdan,” diye kulağına fısıldadım. “Emma’nın kız kardeşi burada çalışıyor.” “Emma da burada mı?” Dans pistinde üç erkekle birden dans eden Emma’yı işaret ettim ve bunun Nash Hudson’ı son görüşüm olacağını düşündüm.

Ama Nash dans pistine umursamaz bir bakış atıp o muhteşem gözlerindeki afacan pırıltıyla tekrar bana dönerek beni şaşırttı. “Dans etmeyecek misin?” Bardağımı tutan avucum birden terledi. Gerçekten benimle dans etmek mi istiyordu yoksa birlikte geldiği kız arkadaşına vermek üzere, tabureyi boşaltıp boşaltmayacağımı mı soruyordu? Hayır, bir dakika! Son kız arkadaşından geçen hafta ayrılmıştı ve taze et kokusunu alan dişi köpek balıkları çoktan etrafında gezinmeye başlamışlardı bil t. Ama şu an etrafında değiller. Ne Nash’in alışılmış çevresinden kimseyi ne de dans pistinde etrafını saran bir kalabalık görmüştüm… “Evet, dans edeceğim/’ dedim. Gözleri yine bir yeşil bir kahverengi oluyor, neon ışıklar sayesinde arada bir mavi ışıltılar saçıyordu. O gözlere saatlerce bakabilirdim ama sanırım o bunu oldukça garip bulurdu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir