Bu hikâyedeki bazı olaylar, resmî kayıtlardan alınmıştır. Birçoğu ise yazarın hayal gücünün ürünüdür ve hiçbir şekilde Guyana’da yaşanan trajedinin büyüklüğünü azaltmak veya kurbanlarının hatırasını lekelemek niyetiyle yazılmamıştır. 5 Mart 1985 La Cruxis, Mississippi 16:13 Olay, okul dönüşü bir salı günü öğleden sonra, evin üst katında gerçekleşti. Anne ve babası her zamanki gibi hâlâ işteydiler. Yani ev, Aaron Jeffrey Kincaid ve Jessica Rembrandt’a kalmıştı. Birçok öğleden sonra bu evde, bodrum katında sevişiyor, oynaşıyorlardı. Fakat bugün farklıydı. Bugün, o gündü. Jessie, ön kapının kilidini açarken erkek arkadaşına gülümsedi. “Aaron Jeffrey Kincaid, seni seviyorum.” diye fısıldadı. Sesi çok cazibeli, çok canlı çıkıyordu. Sadece “Seni seviyorum.” değil, “Sana inanıyorum.” diyordu sanki. “Ben de seni seviyorum Jessie.” Kızın bir adım önüne geçti ve kapıyı tutup iyice araladı: “Seni hep seveceğim.” Sözcükleri rahatça, inandırıcı bir şekilde söyledi ama söylediklerinin gerçekliğinden kendisi de pek emin değildi. Onu gerçekten sevip sevmediğini, aslında herhangi bir şeyi sevip sevmediğini de bilmiyordu. Oturma odasına girerken kızın elini tuttu. Sonra boşta kalan eliyle kapıyı rahatça kapattı. Neredeyse üç aydır birlikteydiler. İlk başta Aaron için herhangi bir ilişki gibiydi ama başlangıçtaki heyecan yavaş yavaş azalmaya başlayınca o da sıkılmaya başladı. Hatta başkasıyla birlikte olsa daha mutlu olup olmayacağını merak ediyordu. Ama onunla daha fazla zaman geçirdikçe kızın kendisini memnun etmek için birçok şey yaptığını fark etti. Küçük şeyler… Aaron’un istediği filmlere gidiyordu. Onun giymesini istediği giysileri giyiyordu ve vücuduna yapmak istediği her şeyi, bazen ne isterse istesin yapmasına izin veriyordu. Dolayısıyla Aaron bir gün, Jessie’nin onu memnun etmek için yaptıklarında ne kadar ileriye gidebileceğini, gerçekten neleri yapabileceğini merak etmeye başladı. Bu tip şeyleri kim merak etmez ki? Üst kata, anne babasının yatak odasına çıktılar. Jakuzi oradaydı. Aaron elinden tutmuş onu götürüyor, Jessie ise adımlarında en ufak bir tereddüt olmadan onu takip ediyordu. Büyülenmiş gibiydi. O yılın başlarında, bir çift, arabalarında ölü bulunmuştu. Garajda. Çifte intihar… İşte bu yüzden, bütün o danışmanlar, okudukları liseye, öğrencilerle ölüm, umut ve yaşama nedenleri hakkında konuşmak için gelmişlerdi. Danışmanlardan biri tatlı, karamel rengi gözleri olan nazik bir kadınonunla özel olarak görüşmüştü. “Aaron, hiç hayatına son vermeyi düşündün mü?” Aaron gözlerini kocaman açıp ona masum bakışlarla bakmıştı. “Şey, sanırım birçok genç gibi ben de düşündüm.” Saf rolü yapıyor, kadının gözlerinin içine anlayış ve şefkat bekleyerek bakıyor, onunla oynuyordu. “Sanırım düşündüm, yani intiharı. Ama ciddi olarak değil. Özel bir durum sonucunda da değildi.” Kadın başını salladı ve defterine bazı notlar aldı. Aaron kadına doğru eğildi. “Sizce bende bir gariplik var mı?” Kadın gülümsedi. “Hayır Aaron, tabii ki yok. Zaman zaman intiharı düşünmek çok normal bir durumdur. Aksine, bu düşünce hiç aklına gelmemiş olsaydı, bir gariplik olduğundan şüphelenirdim.” Sonra da güldü. Sanki söylediği şey, komik, rahatlatıcı ya da öyle bir şeymiş gibi. Aaron’a güven verici bir şekilde baktı. Aaron da karşılık olarak kadına çocuksu, güven dolu bir gülümseme gönderirken: “Teşekkürler, çok yardımcı oldunuz,” dedi. Daha sonra danışmanlar, kendilerini yalnız ve depresyonda hisseden, konuşma ihtiyacı duyan çocuklar için telefon numaralarını minik kartlara ya da okulun duvarlarındaki afişlere yazarak gittiler. Spor salonunda yapılan toplantıda müdür şöyle dedi: “Danışmanlar, kendileriyle daha fazla konuşmaya ihtiyaç duyan öğrencileri takip edebilmek için iki ay içinde geri dönecekler.” Belki de bunlardan ilham almıştı: Çifte cinayet, toplantılar ve güzel gözlü danışman… Aslında nedenini tam bilmiyordu. Aaron, bu fikrin aklına tam olarak nereden geldiğini bulmaya çalıştı ama sonunda bunun gibi bazı fikirlerin, insanın aklına bazen tamamen şekillenmiş bir biçimde geldiğini anladı. Tıpkı şimdi olduğu gibi… Aslında fikirlerin nereden çıktıkları değil, seni nereye götürdükleri ya da sana neler yaptırdıkları önemlidir. “Birazdan her şey bitecek.” dedi Jessie, yatak odasına girerlerken. Sesi artık daha tedirgin, daha heyecanlıydı. Belki biraz da korkmaya başlamıştı. “Hayır, aksine her şey birazdan başlayacak.” Pencereye yürüdü, öğleden sonra güneşinin yaydığı sıcaklığı kesmek için jaluzi- yi kapattı. Birkaç güneş ışığı şeridi, jakuzinin bantlarının arasından sızarak Jessie’nin annesiyle babasının yattığı yatağın üzerindeki hafif buruşuk battaniyenin üzerine düştü. Açık ve koyu çizgiler, yan yana, sıra sıra… Zebra deseni gölgelerin süslediği odanın diğer tarafındaki kıza gidip sarıldı. “Her şey birazdan başlayacak.” diye tekrar etti. “Ondan sonra sonsuza kadar beraber olacağız ve hiçbir şey bizi ayıramayacak.” “Hazırım.” diye fısıldadı Jessie. “Bu dünya çok zalim.” dedi Aaron Jeffrey Kincaid. “Bu dünya çok zalim.” diye tekrarladı Jessica Rembrandt. “Ama aşkımız bizi sonsuza kadar bir arada tutacak.” “Aşkımız bizi sonsuza kadar bir arada tutacak… ” Aaron arka cebinden parlak, çelik avcı bıçağını çıkardı ve Jes- sie’yi jakuziye götürdü. Bir tarafı tırtıklı, diğer keskin tarafı ise kavisliydi. Bıçağı, bir önceki hafta, alışveriş merkezindeki spor malzemeleri satan mağazada beraber seçmişlerdi. Her şeyin mükemmel olması için bugünü haftalardır planlıyorlardı. Bıçağı seçtikten sonra Aaron, dışarıda bekçilik etti, Jessie’yi de aleti peşin parayla alması için kasaya gönderdi. Her şeyin, Jessie’nin kendi fikri olduğunu düşünmesini sağlamıştı. Bu konuda gerçekten iyiydi. Jessie jakuziyi çalıştırdı. Çalkalanmaya başlayan sıcak suyu püskürten motorun gürültüsü duyulmaya başladı. “İlk ben yapacağım.” dedi Jessie. “Çünkü seni seviyorum.” Sesi titriyordu. Nefes alışı hızlanmıştı. “Hayır, ilk ben yapacağım. Tıpkı planladığımız gibi.” Elbiselerini çıkardılar ve jakuziye girdiler. Köpüren, karişan suların üzerinde şimdi yalnızca iki kafa ve omuzlar görünüyordu. Tıpkı bazı çiftlerin Roma İmparatorluğunda yaptıkları gibiydi. Küvette oturan âşıklar, sonsuz bir uykunun karanlığına doğru sürüklenirken sıcak suyun bileklerindeki kanı dışarı boşaltmasını sağlarlardı. Biliyordu. Araştırmıştı. Ama bu düşündüğünden bile daha iyiydi. Jakuzideki tazyikli su, kanın dışarı akarken daha hızlı pompalanmasına yardım edecekti. Suyun üzerinden buhar yükselmeye başladı. Aaron, bıçağın bir tarafını dikkatlice sol bileğine değdirdi. “Bu dünya çok zalim.” diyerek, birlikte birçok kez söyledikleri özel cümlelerini tekrar etti. “Bu dünya çok zalim.” diye tekrarladı Jessie. “Ama aşkımız bizi sonsuza kadar bir arada tutacak.” “Aşkımız bizi sonsuza kadar bir arada tutacak… ” İnsanlar Aaron’ı burada, bu hâlde görselerdi çok şaşırırlardı. Jessie’nin ailesi bile onlan birlikte görmemişti daha. Okulda sürekli yalnız geziyorlardı, o yüzden kimse onlara gerçekten dikkat etmemişti. Her şey mükemmeldi. “Artık herkes bizi tanıyacak.” dedi Aaron. “En sonunda herkes bizi tanıyacak.” Bileğinde tuttuğu bıçağı bastırarak kendisine doğru çekti. Havuzun içine bir parça kan fışkırdı. Keskin bir acıyla ürperdi ama geri çekilmedi. Kesik, toplar damarı tam çaprazlayacak şekilde açılanmıştı. Böyle yapılırsa kanamayı durdurmak daha zor olurdu. Zaten böyle olmasını kararlaştırmışlardı. En iyi, en hızlı yol buydu. Elini hızlıca buharlı suyun içine daldırdı. O an, suda kızıl girdaplar dönmeye başladı. Gördüğü şey ona, Kaliforniya’da yaşarken manevi annesinin yemek pişirişini, bir çanak dolusu sıcak suyun içinde kıvrılıp burkulan gıda boyasını izleyişini hatırlattı. Bileği zonklamaya başlayana kadar manevi annesini, onun gülüşünü ve mutfaktaki kokuları düşündü. Sonra bakışları hâlâ elinde tuttuğu bıçağa döndü. “Diğer kolu da hemen halletmeli miyim sence?” diye sakince sordu. Jessica, karnını ve bacaklarını çevreleyen kızıla boyalı suya bakarken büyülenmiş gibiydi. “Hayır.” diye fısıldadı. “Aynı anda ölmeliyiz. Bıçağı bana uzat.” Bıçağın sap tarafını, buharlı, dönen suyun içinden Jessie’ye uzattı. “Hayat bilinmezlerle dolu Jessie.” Bileğinden akan kan kıpkırmızı suya karışırken sözcükler ağzından rahat ve düzgünce çıkıyordu. “Geleceğin ne getireceğini kim bilebilir ki? Baban yeni bir işe girebilir ve evden ayrılmanı isteyebilir, annen ve baban boşanabilirler… ” Kan, çevresinde yuvarlaklar çizmeye devam ediyordu. “Her an bir araba kazasında ölebilirim… Böylesi çok daha iyi. Tek çözüm bu. Bu şekilde bizi hiçbir şey ayıramayacak ve her şeyin kontrolü bizde olacak. Önemli olan biziz. Önemli olan sadece bu an.” Jessie: “Aşkımız bizi sonsuza dek birbirimize bağlayacak.” diye fısıldadı. “Aşkımız bizi sonsuza dek birbirimize bağlayacak.” dedi Aaron Jeffrey Kincaid. Kolunu biraz kaldırdı ve kanın bileğinden aşağıya, kolunda izler bırakarak suya doğru akmasını izledi. Küçük kan nehircikle- rinin dirseğinden damlayışını, akıntının içinde kıvrılıp bacaklarının ve kalbinin çevresinde dolanarak kız arkadaşına doğru gidişini de izledi. Jessie bıçağı aldı. Keskin tarafını sol bileğine dayadı, Aarona bakıp: “Sonsuza kadar.” dedi. “Sonsuza kadar.” Bıçağı hızlıca çekti ve nefesini bıraktı. Aaron, ona nasıl yapması gerektiğini daha önce göstermişti. Kesik, doğru açılı ve yeterince derindi. Bu açıyı yakalayabilmek için bir tereyağı bıçağıyla deneme yapmışlardı. En son ayrıntıya kadar her şeyi tekrar etmişlerdi. Ve bu kesik, intihar konusunda kararsız birinin geçici bir denemesi değildi. Sağlık görevlileri bu tip kesikleri “kararsızlık belirtisi” olarak tanımlarlar. Ama Jessie hiç de kararsızlık içinde değildi. Hayır, bunu yalnızca dikkat çekmek için yapmıyordu. Aaron’un her söylediğine inanıyordu. Aaron da bunun farkındaydı. Bu dünyada her şeyden ve herkesten çok Aaron Jeffrey Kin- caid’e inanıyordu. “Bunu senin için yapıyorum Aaron.” dedi. Gözlerindeki bakış sözlerini doğruluyordu. Onun için her şeyi yapardı. Yaptı da. “Seni seviyorum.” “Biliyorum.” Aaron, bir süre genç kızın suya bakışını izledi. Jessie’nin kesik bileğinden kan oluk oluk akıyor, vücudundan hayat boşalırken kızıl akıntılar onun etrafında dolanıyordu. Kızın ne düşündüğünü merak etti. “Korkuyorum.” diye fısıldadı Jessie. “Korkma. Artık hep beraber olacağız. Korkacak hiçbir şey yok. Diğer bileğini de tıpkı denediğimiz gibi kes ve bıçağı bana ver.” Jessie bıçağı bileğine bastırırken: “Hiçbir şey bizi ayıramaz,” diye fısıldadı. “Hiçbir şey.” “Hiçbir şey.” Kesmeye çalıştı ama sol bileğinin tendonları kötü zedelenmişti. Eli titredi. “Yardım et.” dedi güçsüzce. Aaron, jakuzinin diğer tarafına, Jessie’nin yanına geçti, elini elinin içine aldı. Bıçağı etine sıkıca bastırdı. Sonra çekti. Yüzü acıyla buruşan Jessie’nin kolu önce seyirdi, sonra gevşedi. Teşekkür etti. Aaron kızın kolunu bıraktı. Bıçak suya düştü, bu ikinci kesik ilkinden bile daha derindi. “Merak etme, ben alırım.” dedi Aaron. Jakuzi çalışmaya devam ettikçe suyun rengi daha çok koyu- laşıyordu. Devinen, kaynaşan sular… Gitgide daha çok koyulaşan, kırmızılaşan sular… Jessie kollarını suya bıraktı ve bir tarafa yığılmaya başladı. Sesi artık güç bela duyuluyordu. “Tut beni.” Aaron’a sarılmak için uzanmaya çalıştı ama kollarını suyun üstüne kadar bile kaldıramadı. Kan, bileklerinden akmaya devam ediyordu. Aaron kıza yaklaştı. “Korkacak bir şey yok,” dedi. Kolları son kez suyun içine düşene kadar ona sarıldı. Sonra, suyun içinden bıçağı almak yerine jakuziden çıktı ve bir havlu aldı. Jessie, Aaron’un istediğini yapmıştı. Evet doğru. Aaron kendi bileğini de kesmek ve ona yardım etmek zorunda kalmıştı ama kız bunu kendi istemişti. Her söyleneni dinlemişti. Sonuna kadar sadık davranmıştı. Hiç kimse onları beraber görmemişti. Bileğindeki yarayı iyileşene kadar kolaylıkla saklayabilirdi. Kimse bir şey sormazdı. Düşündüğünden daha kolay olmuştu her şey. Babası görseydi onunla gurur duyardı. “Her şey yoluna girecek Jessie.” dedi usulca, kıza bakarken. Şu an kızın neler hissettiğini hayal etmeye çalıştı. Görüşünün kararmaya başlaması… Kendisini jakuzide yalnız bırakan erkek arkadaşının görüntüsü… Yerdeki muşambaya damlayan su ve kan… Su ve kan, Su ve kan…
Steven James – Bowers Dosyaları #1 – Piyon
PDF Kitap İndir |