İnsanların içi kötülükle doludur, yaşadıkları sürece içlerinde delilik vardır ve ardından ölüp giderler. Ecclesiastes 9:3 Kral James Yorumu Bu karışık tiyatro ah! Unutulmayacak kesinlikle! Bir kalabalığın yakalayamayıp Ebediyen izlediği hayaletiyle, Bir çemberin içinde Her zaman aynı noktaya dönen, Ve ruhu çokça Günah, Delilik ve Dehşet olan entrika. 5 Kasım 2008 Perşembe Washington 17:32 Chevrolet Tahoe model araç, mevsimine göre yoğun olan karın, kısmen eridiği toprak parçası içinde, etrafına çamurlar sıçratarak durdu ve Creighton Melice alaca karanlığın içine adım attı.Washington’ın bu köhne semtine dikkatlice baktı. Köşelerde bekleyen uyuşturucu satıcıları, ruhsuz binaların pencerelerinden ona bakan birkaç anlamsız yüz ve sokak boyunca yayılan belirgin gölgeler… Creighton, içine, kirli ağır havadan bir nefes çekti. Ah, evet! Onun çevresinde gün sona ererken şehrin çürüyen merkezinde olmak Creighton Melice’ı sanki tam da evindeymiş gibi hissettirdi. Avukatı, Jacob Weldon, cipin camından heyecanlı bir biçimde fısıldadı: “O zaman, seni burada beklememi ister misin?” Creighton ona baktı. Weldon, fazla büyük gözlü, çekingen, ufak tefek bir adamdı. “Hayır, ben idare ederim.” dedi. “Dikkatli ol!” WeIdon, rahatlamış gibiydi “Her zaman öyleyimdir.”üç saatten daha kısa bir zaman öncesine kadar Creighton, küf kokan bir hücrede tutukluydu. İkinci derece cinayetten suçlanıyordu ve büyük bir olasılıkla davasının ardından gelecek uzun bir hapis cezası alacaktı. Fakat sonra, tam Creighton hikâyesini tekrar anlatırken Weldon ortaya çıktı ve kefaletinin ödendiğini söyledi. “Artık özgür bir adamsın.” dedi. “Benimle dalga geçme.” “Ben ciddiyim.” “Kim? Kim ödedi?” Weldon kafasını salladı. “Bilmiyorum. Birisi. Bir dost.” Creighton sert sert baktı. “Nasıl bilmezsin? Bunun için imza atması gerekmiyor muydu?” “Birisini yollamış. İri bir adamdı. Onu daha önce ön duruşmalarda otururken görmüştüm. O sadece teslimatı yapan kişiydi. Hesabı başkası ödedi.” “Bir dost, öyle mi? Benim hiçbir dostumda bu kadar çok para yoktur.” “Belki yeni bir dost kazanmışsındır. Hadi, seni buradan çıkaralım. O, her kimse, seni görmek istiyor.” Böylelikle cezaevini terk ettiler. Polislerin gözünün onun, üzerinde olmadığından emin olana kadar arabayla dolaştılar ve sonunda burada, Donovan Sokağı 1311’de, “Mavi Kertenkele Salonu” yazılı, tabelanın eğik bir şekilde asılı olduğu bu boş, gri binanın önünde durdular. Burası, Creighton’ın yeni dostunun, buluşma için seçmiş olduğu mekândı. Weldon’ın arabası köşeye sapıp gözden kaybolduktan sonra Creighton, bir silah bulabilmek için çevreyi yokladı; kırık bir bira şişesini kaptı ve elini köhne dans kulübünün metal kapısına dayadı. Bir an için kapının sürgüsü takıldı ve sonra gıcırdayarak açıldı. Önünde, yaklaşık her iki metrede bir, garip açılarda sallanan ve yeterince iyi aydınlatmayan ampullerle ışıklandırılmış bir koridor uzandı. Bu olanların hiçbiri hoşuna gitmemişti. Bu buluşma. Bu boğuk mekân. Hiç tanımadığı bir adamın kefaletini ödemesi… Creighton şişeyi boğazından daha da sıkıca kavradı. Geçmişte bir defa kırık bir şişeyi silah olarak kullanmıştı. O gece, kendi açısından iyi sonuçlanmıştı; potansiyel kız arkadaşına asılmakta olan bir adam için ise pek de iyi sayılmazdı. Bu gece de gerekirse en az o geceki kadar zarar verici olabileceğini fark etti. Creighton holün sonuna yaklaşırken her iki tarafta da birer kapı görmüştü. Her kapıda tek bir kelime karalanmıştı. Loş ışıkta kesin olarak söylemesi zor olsa da kelimeler sanki kanla yazılmış gibi görünüyorlardı. Elini uzattı ve lzdırap kelimesini hissetti. Hâlâ ıslaktı. Tadına baktı. Evet, kandı. Özgürlük kelimesi, koridorun karşısındaki kapının üzerine boyanmıştı.Creighton arkasına baktı. Sadece boş bir koridor. Daha sonra kapıları inceledi. Altlarından sızan bir ışık aradı. Hiçbir şey yoktu. Tekrar etrafına bakındı. Hiçbir şey… Sadece burada biten boş bir koridor. Kulak kabarttı. Çıt bile çıkmıyordu. Bir karar vermesi gerekiyordu. Karar kolaydı. Creighton, Izdırap’ı seçti. Hafif bir dokunuşla kapı dar bir girişe açıldı. Belki beş metre ileride, keskin bir ışık, bitişik bir odayı tam ortadan ikiye bölüyordu. Burası büyük bir olasılıkla terk edilmiş kulübün dans pistiydi. Bir sahne ışığı mı? Neden bir sahne ışığı? Creighton sigara dumanı kokusu aldı. Biri, onu bekliyordu. Yeni dostu. Creighton girişi geçti ve tam göz kamaştıncı ışığa adım attığında bir ses onu durdurdu. “Bu kadar yaklaştığın yeter!” Ses elektronik olarak değiştirilmişti; ancak, Creighton’a kalırsa konuşan kişi bir erkekti. Creighton durdu. Odanın diğer ucunda, yaklaşık sekiz metre uzaklıkta, sandalyesinin arkasında, sanayi tipi halojen bir çalışma lambası yanan birisi oturuyordu. Tamamen arkadan aydınlatılmış olmasına rağmen Creighton -bu her kimse- onun bir tabancası olduğunu rahatlıkla görebiliyordu. “Doğru kapıyı seçtin, Creighton!” “Evet. Bakalım, göreceğiz.” Gözlerini kıstı ve tabancayı işaret etti. “Yani beni sırf öldürebilmek için mi serbest bıraktın?” Elektronik kahkaha odanın içinde yankılandı. Adam tabancasıyla Creighton’ın elindeki şişeyi işaret etti. “Sen de buraya beni doğrayabilmek için mi geldin?” “Belki.” Bir sessizlik oldu. “Sana bir şey teklif etmek istiyorum.” “Ben kimse için çalışmam ve sen, beni satın alamazsın. Eğer beni vuracaksan iyi nişan al; çünkü eğer sadece yaralayacak olursan işini bitiririm.” Creighton son derece keskin olan silahını ileriye doğru uzattı. “Çok hızlıyımdır ve odanın o tarafına gelirsem bunu karnına gömerim. Buna ne dersin?” “Bak sen! Bir teşekkür bile yok mu? Kefaletin az buz bir para değildi ve ikimiz de yargılanmayacağını biliyoruz. Sırf buraya gelip beni tehdit et diye mi yüksek meblağlı kefaletini ödedim?” Creighton, adamın gerçek sesini anlamaya çalıştı; fakat bu her kimse, söylediği her kelimenin vurgusunu ve tonunu değiştiren bir mikrofonu olmalıydı. “İyi de, senden yardım istemedim ki!” Mikrofondan gelen kaba ses “Bay Melice, nasıl söylesem, kariyerinizi takip ediyordum.” dedi. “Demek bir hayranımsınız. Bak işte bu harika!” “Bir anlamda evet, bir hayranınızım. Müthiş bir yeteneğe sahipsiniz.” “Hadi ya, böyle mi düşünüyorsunuz?” Bu aslında bir soru değildi. Odayı sessizlik sardı. Creighton, adamın cevap vermesini bekledi; vermeyince de başını çevirdi ve kırık şişeyle ensesine hafifçe vurdu. “Ensenin alt kısmı, tam şurası, belki de başın arkası en iyi şansın olabilir. Gerçi o uzaklıktan ne yaptığını bilsen iyi olur. Gitmek üzere arkamı dönüyorum. En iyi vuruşunu yap.” Creighton, adamın, silahının emniyetini açmasıyla çıkacak olan tık sesini duyacağını sandı. Eğer duysaydı bu, ona çok şey ifade ederdi. Şimdiye kadar beraber çalışmış olduğu hiçbir adam emniyet kullanmamıştı. Creighton iki adım attı. Derken sesi tekrar duydu. Creighton durdu. “Sana istediğin şeyi verebilirim.” “Neden bu kapıyı seçtiğini biliyorum.” Creighton geri döndü. “Hiç kimse bana istediğimi veremez.” “Dostum, eğer ben veremiyor olsaydım burada olmazdın. Seninle ilgili hiçbir zahmete katlanmazdım bile. Videoları internete yükleyen sensin. Web günlüğünü okudum. Ne istediğini biliyorum.” Creighton, adamın, videolar ve web günlüğü ile kendisi arasında nasıl bağlantı kurmayı başardığını sormak istedi; ama sonuçta bunu yapmış olduğu aşikârdı ve bu noktadan sonra tek önemli şey buydu. “Dinliyorum.” “Bir şeyi elde etmem için bana yardım etmeni istiyorum. Geçmişin, yeteneklerin ve… Nasıl söylesem, eşsiz zevklerin seni bu iş için son derece yeterli kılıyor. Elime geçtiği zaman, sana bu dünyada kimsenin veremeyeceği bir şey vereceğim.” “Elde etmemi istediğin şey nedir?” Tabancanın namlusunu umursamaz bir üslupla salladı. “Devamı, zamanı gelince dostum. Hâlihazırda bilmek istediğim, bu konuşmayla, onu devam ettirecek kadar ilgilenip ilgilenmediğin. Eğer ilgilenmiyorsan gitmekte serbestsin. Kefalet parasını sadece işe yaramayan bir yatırım olarak değerlendiririm.” “Gitmek serbest öyle mi? Arkamı döndüğüm anda beynime kurşunu sıkacaksın.” “Hayır.” dedi ses. “Beyin yerine boynu tercih ederim.” Ani bir ürperti. Yanlış hesaplama. “Ne?” Bir dakika sonra, Creighton, tabancanın sesiyle birlikte yanındaki bir camın şiddetli patlamasını duydu. Kurşunun etkisini hissetmedi. Yine de bir kurşun yarası, yayılmakta olan bir kan lekesi olup olmadığını görmek için vücudunu inceledi. Yoktu. Kırılan sadece şişeydi. Adam, Creighton m elindeki şişeyi vurmuştu. Tam boynunun alt kısmından. Creighton, şişeden geri kalan küçük kısmı hâlâ elinde tutarak “Bu… Bu inanılmaz bir atıştı!” dedi. “Eğer ölmeni isteseydim, şimdi ölmüş olurdun. Yardımını istiyorum.” Creighton şişeden artakalanları yere atarken kalçasına gömülmüş olan kırık bir cam parçasını fark etti. Kan, açılan birçok küçük kesikten süzülmeye başladı. Kalçasına uzandı ve ne kadar çok acımış olması gerektiğini düşünerek bacağından cam parçalarını çekmeye başladı. “Sana güvenebileceğimi nereden bilebilirim?” “Bilemezsin. Ben de sana güvenemem. Ancak, bu zaten, bu tür ilişkilerin doğal yapısı değil midir?” Son zamanlarda Creighton, tek başına çalışıyordu. Fakat daha önceleri bu, hep böyle olmamıştı. “Evet.” dedi. “Öyledir.” “Peki, var mısın?” Creighton yanıt vermedi, sadece bacağından camı çıkarıp yere attı. Bununla birlikte, gitmek için de geri dönmedi. “Anlaşıldı. Güzel. O zaman senin için bir sürprizim var.” “Peki, nedir?” “Kız arkadaşın. Seni dışarıda, binanın arkasındaki arabada bekliyor.” Creighton doğruldu. “Kız arkadaşım mı?” “Evet.” Odanın çevresine göz gezdirdi. “Nerede?” Adam, tabancayı uzaktaki duvara doğru salladı. “Kapı orada. Anahtarlar arabanın içinde. CJçak biletin, ehliyetin, FBI kimlik rozetin ve bir miktar harçlık da orada, Bay Neville Lewis.” Creighton, sertçe iç çekti. “Neville Lewis? İsim olarak en iyi bunu mu bulabildin?”
Steven James – Bowers Dosyaları #2 – Kale
PDF Kitap İndir |