Ted Dekker – Ten

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağmasa bile, arabanızın üstüne tas büyüklüğünde dolu taneleri gibi düşmeye başladığında, kenara çekmenizin vakti gelmiş demektir. Sileceklerin ön camdaki nehirlerde kayıtsızca sağa sola gitmesinden başka bir şey göremiyorsanız, ansızın yolda olup olmadığınızdan emin olmamaya başlamışsanız ve radyonuzda parazitten başka ses yoksa kenara çekmenizin vakti gelmiş demektir. Gökyüzü karardığından beri tek bir araba bile görmemişseniz ve rüzgâr eski Honda Accord marka arabanızın ön camına çarparken, parmaklarınız direksiyonu daha sıkı kavramaya başlamışsa, kesinlikle kenara çekmenizin vakti gelmiş demektir. Wendy tek gidiş-gelişli otoyoldan sarı yol çizgilerini seçmeye çalışırken direksiyona yaslandı. Yaslanabileceği gerçek bir omuz yoktu. Kenara çektiği anda, diğer arabanın görüş alanından bile çıkmış olacaktı. Nevada Çölü’ne doğru gelirken siyah bulutların uϐka doğru hareket ettiklerini görmüştü. Uϐkun açıklanamaz bir şekilde kızarmasından önce radyoda yapılan uyarıları dinlemişti. Meteoroloji işini hakkıyla yapıyor olmalıydı. Wendy uyarıları dikkate almadan gecenin içine doğru devam etti. San Diego’dan Batı Utah’a doğru iki günlük uzun bir yolculuğu vardı. Annesi ona gelmesini söylediğinde elinde telefon, on saniye kadar donakalmıştı. Annesinin ısrar ettiği gün, geçen hafta Perşembeydi. Şu an Salı gecesiydi Wendy sadece annesini mi, yoksa Tarikat kardeşlerini de mi göreceğini merak ediyordu. Bu düşüncenin kendisi bile onu gece boyunca ayakta tutmaya yeterdi.


Bronson adındaki kişinin liderlik ettiği Tarikat, göçebeleri ya da müritleriyle birlikte, Tanrı’nın onlara gösterdikleri yolda ilerliyordu. Doğal olarak Tanrı onları Utah – Nevada sınırına yönlendirmişti. Wendy bu Tarikat’ın içinde doğmuştu. Bundan sekiz yıl önce kaçtığında, on sekizinci yaş gününde Torrey Bronson’ın üçüncü karısı olmak üzereydi. Ikǚ i defa Tarikat’ın konumunu ve annesinin durumunu öğrenmek için özel dedektif tutmuştu. Ikǚ isinde de sonuç olumsuz değildi. Ama aslında dedektiϐler annesiyle hiç konuşmamışlardı. Dış dünyadan biriyle konuşmak kesinlikle yasaktı. Sadece göz göze gelmek bile tecritte en az bir gün geçirmek için yeterliydi. Fiziksel temas ise cennetten men edilip, çok şiddetli cezalara çarptırılmak anlamına geliyordu. Tarikat’ın içinde dokunmak, sarılmak, öpüşmek gibi her türlü ϐiziksel temas serbestti. Ama yabacılarla temas kesinlikle yasaktı. Kardeşliğin seçtiği yol buydu. Wendy Oklahoma’da bir çukura düştüğünde yedi yaşındaydı ve ayağını kırmıştı. Bir çiftçi onun ağlayışını duymuş ve onu oradan çıkararak diğerlerinin yanına götürmüştü.

Baba Bronson kırılan kemiği yerine oturtmadan önce, yabancı birinin ona dokunmasına izin verdiği için onu çok şiddetli bir şekilde dövmüştü. Kırbaç, canını kırılan ayağından daha çok acıtmıştı. Bundan sonra artık hiçbir yabancı, kaçışına kadar Wendy’ye dokunamayacaktı. Daha sonraları Tony adında, on üç yaşında, Tarikattan bir çocuğu öptüğüiçin Baba Bronson’ın iki baş ve işaret parkalarını kırması, onun Wendy’i kendisi için istediğini açıkça ortaya koymuştu. Tarikattan kaçabilmesine rağmen, ona yapılan şeylerin anılarından kaçamamıştı. Yapabildiği tek şey, acılarını yumuşak bakışlarının ve sıradan gülümsemelerinin ardına saklamak olmuştu. Ama hala erkeklerle fiziksel temas kurarken cesareti kırılıyordu. Wendy’nin bu çalkantılı hayatında, onu bundan daha fazla etkileyebilecek bir şey olamazdı. Dokunmak onun kâbusuydu. Erkeklerle herhangi bir ilişki yaşamasına izin vermeyen, onu aşktan, romantizmden mahrum eden, içini kemiren bir canavar gibiydi dokunmak. Şimdi tabiatın öϐkesine doğru arabasını sürerken kendini acayip bir şekilde hapsedilmiş gibi hissediyordu. Birdenbire karanlık bulutlara doğru gitmesinin büyük bir hata olduğunu anlamıştı. Tam, havanın onunla oynadığını düşündüğü sırada fırtına birden haϐiϐledi. Yolu yeniden görebiliyordu. Gördün mü? Şimdi o kadar da kötü değil… Fırtına’nın dinmesini beklemek için en yakın Motel’e çekmenin zamanı gelmişti.

Büyük ihtimalle aynı nedenden durmuş başka in-sanlarla dolup taşan bir Motel. Artık traϐik levhalarını bile görebiliyordu. Biraz evvel yanından geçtiği yeşil levhada Summerville çıkışının beş mil sonra olduğunu okumuştu. Çıkış 354. Doksan metre uzakta ki mavi bir tabelada, bu çıkışın servis dışı olduğunu belirtiyordu. Fırtına garipti. Ani seller, şiddetli rüzgârlar. Gerçeği söylemek gerekirse biraz heyecanlıydı. Fırtına boyunca gecikmemiş olmasından hoşnut görünüyordu. Arabasının farları, hemen ileride bir aracı aydınlattı. Bu yağmurlu gecede, sanki gözünü kısmış bir hayvan gibi ona bakmaktaydı. Hareketsiz, yolun üstünde ölü gibi duran, bir kamyonet. Hızla frene bastı. Akkord’dun arka lastikleri ıslak yolda, yol tutuşunu kaybedip, sol tarafına doğru kaydılar. Beyaz parmaklarıyla direksiyonu daha sıkı kavradı.

Arabanın farları yol kenarındaki meşe ağacını aydınlattı birden. Wendy arabanın yuvarlanacağını düşündüğü anda lastikler ıslak yolu tekrar kavrayarak arabanın takla atmasını engellediler. Ne yazık ki kaygan zemin aynı zamanda durmasına da engel olduğu için, ancak kamyonete çarparak durabildi. Wendy ön tarafa doğru savrulurken, kollarını öne uzatarak çarpmanın şiddetini azaltmıştı. Kaportanın altından buhar tıslıyordu. Yağmur çiselemekteydi. Bir iki yara bere dışında yaralanmamıştı. Bir süre kendini toplayabilmek için sessizce oturdu. Tuhaf bir şekilde Airbag açılmamıştı. Belki de çarpmanın açısından dolayı öyle olmuştu. Arabası kayarak, diğer arabanın ön çamurluğuna çarpmıştı. Böylece sol tamponu öteki arabanın altına girmeden evvel çarpmanın şiddetini azaltmıştı. Cep telefonunu eline alarak açtı. Çekmiyordu. Bekledi.

Yarım saat geçmesine rağmen hala çekmiyordu. Kapıyı denedi. Biraz gıcırdadıktan sonra, şimdi renginin yeşil olduğunu anladığı kamyonete çarparak kolayca açıldı. Zar zor, yağmuru fark ederek dışarı çıktı. Kamyonetin sağtekerleği yoktu ve fren aksamının üstüne oturmuştu. Bu, yolda duran tekerliği de açıklıyordu. Kamyonetin kapısına doğru baktı. Yan camlar kırılmıştı. Odžn cam, sürücü tarafındaki yumruk büyüklüğünde iki delik dışında sağlam görünüyordu. Kurşun delikleri. Elbette bunların kurşun deliği olup olmadığından emin olamazdı. Ama aklına ilk gelen şey bu olmuştu ki, camdaki o kusursuz deliklerin bir yumruk tarafından açılmış olabileceğini düşünemezdi. Biri sürücüye ateş etmiş olmalıydı. Etrafta başka bir işaret, araba ya da ateş eden biri olup olmadığını anlamak için çevresine bakındı. Hiçbir şey göremedi, ama bu onların orada olmadıkları anlamına gelmiyordu.

Bir an için kaldırım kenarında durdu. Düşünceleri, yağmur tarafından ıslatılıyor olması ve kurşun delikleri arasında gidip geliyordu. Aklına arabasının ön koltukları arasında duran silahı geldi. Uzun süre önce sığınma evinde, ilk karşılaştıklarında, ona Louise söylemişti silah satın almasını. Ne onun ayarladığı eğitimi almış ne de bir kere ateş etmişti. Bu durumda, artık bunun için zamanı olup olmayacağını kestiremiyordu. Accord’un kapısını olabildiğince açıp başını eğerek içeri girdi. Silahı koltuklar arasındaki siyah kutusundan bulup çıkarmak, eklemlerine acı veren kaygan ve ıslak bir işti. Sonunda çıkartmayı başardı. Kutunun açılmasını sağlayan mekanizmayı serbest bıraktı. Silahı soğuk çelik gövdesinden beceriksizce kavrarken, bir yandan da emniyet kilidinin nasıl bir şeye benzediğini hatırlamaya çalışıyordu. Bu arada arabanın dışında kalan kalçası, yağmur altında duş almaya devam ediyordu. O esnada silah elinden kaydı ve döşemenin üstüne düşerek tok bir ses çıkardı. Içǚ inden dua etti. Emniyeti kapalı olmamış olsaydı, arabanın içinde rüzgârın içeri girebileceği bir delik açılmış olacaktı.

Tanrı’ya güvenlik denen şey için teşekkür etti. Emniyeti buldu ve açtı. Silahlara yabancı olmasına rağmen Wendy ne aptaldı ne de korkak. Kamyonetin içindeki her kimdi ise yaşıyor olmalıydı. Bir ihtimal yaralı ve fırtınanın içinde bir yerlerdeydi. Yardım edebilecek tek kişi Wendy’di ve o ateş eden kişi orada olsun olmasın, yardıma muhtaç birini asla yarı yolda bırakamazdı. Arabasının kontak anahtarını çevirdi. Motor haϐifçe mırıldandı. Kaputtan buharlar çıkmasına rağmen sonunda çalıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra arabadan dışarı çıktı. Aceleyle kamyonetin yolcu kapısına doğru yöneldi. Kafasını aşağıda tutmaya gayret ediyordu. Issız otoyola doğru dikkatlice baktı. Filmlerde binlerce kez gördüğügibi, silahını iki eliyle yere doğru tutarken başını kaldırıp camdan içeri doğru baktı. Daha iyi görebilmek için ayağa kalktı.

Şoför camı bir şeyle sıvanmıştı. Kan. Ama ceset yoktu. Birisi vurulmuş olmalıydı. Bu olanlardan önce, arabaya başka bir araç tarafından yandan vurulmuş olmalıydı. Ön tekerlek bu çarpmada kopmuş olmalıydı. Wendy kamyonetin içini araştırdı. Kimse yoktu. Hiçbir şey. Hala ne ateş edenden bir iz vardı ne de başka bir tehlike belirtisi. “Merhaba” Kimse cevap vermedi. Daha yüksek bir sesle.”Merhaba. Kimse yok mu?” Yağmurun araç üstünde çıkardığı sesten başka bir şey duyulmuyordu. Silahını, artık sırılsıklam olmuş kot pantolonunun arkasına sokmaya başladı.

Tam silah kalçasının üstünde bir şişkinlik oluşturmaya başlamışken birden durdu. Eli kalçasının üstünde silahı kavramışken durmasına sebep olan şey, duyduğu ağlama sesiydi. Silahı yeniden çekti, sola doğru tutarak etrafı dinledi. Tekrar duydu. Ses yolun aşağı tarafından karanlığın içinden geliyordu. Belli belirsiz bir ağlama sesi. Ya yardım için ya da çekilen acı yüzünden. Ya da zaferini ay ışığında kutlayan katilin sesiydi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir