Anja Meulenbelt – Gündelik Mutluluğa Alışma

İlk fotoğrafta bir lavabonun önünde duruyorsun, çıplaksın. Otel penceresindeki tozlarda kırılan sabah ışığı, sen tıraş olurken teninde desenler çiziyor. Sırtındaki ve bacaklarındaki kıllar pırıldıyor. Sol tarafla, aşağıda büyük yatağın uçuk pembe örtüsü belli belirsiz seçiliyor. Fotoğrafı ben çektim. Ama varlığım yalnızca aynanın yanında duran Eau Sauvage şişesinden fark ediliyor. Şişeyi yanıma almıştım, ama bir keresinde Dorian’a da aynı parfümü hediye ettiğini öğrenince kullanmadım. Öbür sevgilin gibi kokmak istemedim. Fotoğrafa baktığımda duyabildiklerim, uyanan Venedik’in gürültüleri, ilk turistlerin sesleri ve suyun yumuşak şıpırtısı. İkinci fotoğraf renkli değil. Siyah pantolonun ve beyaz gömleğinle bana doğru gelirken seni gösteriyor. Eski Yahudi mahallesi Gelto Nuovo’nun dar, yüksek evlerinin gölgesinde hareket ediyorsun. Çevren bomboş. Öğle zamanı, fazla turist gelen bir yer değil. Keskin ışık, güneşin altındaki alınlıkları solgunlaştırıyor ve zamanla dağılmaya başlayan büyük taş plakalar üzerinde konturlarını çizdikten sonra pul pul kalkan renklerin ve ufalanan taşların üzerinden kayıp gidiyor. Solda yukarıda görünen küçük tabelanın üzerinde Banco Rosso yazıyor. Bu fotoğrafta uzaklara gitmiş, düşüncelere dalmış görünüyorsun. Bu öğle sonrasında daracık sokakları, evlerin üst üste yığılmış katlarını, sayısız adların yazılı olduğu kapıları, küçük sinagogu incelerken sessizdik. Fotoğrafa baktığımda duyduğum, sessizlik. Suyun şıpırtısı, güvercinlerin gurultusu ve bir topu duvara fırlatan çocukların sesleri bile çok uzaklarda gibi. Üçüncü fotoğrafta, Getto’dan fazla uzak olmayan bir açık hava restoranının küçük masasının ardından bana bakıyorsun. Toprak testideki şarabı, yediğimiz balığı, dilenmeye gelen duman renkli kedileri hatırlıyorum. Bardağının üzerinden bana bakıyorsun, bir elin çenene dayalı. Yüzün rahatlamış ve açık. Bana böyle baktığında hâlâ karnımın içinde bir sıcaklık yayılıyor. Göstermeyi pek istemediğim bir fotoğraf bu, çünkü diğer hiçbirinde böylesine çıplak, böylesine savunmasız değilsin, içine böylesine kolayca bakmak mümkün değil. Şimdi biz Cenova’ya giden oto-trende otururken fotoğraflar çantamda. Saçmalık aslında, çünkü sen, aşkımın nesnesi, cismen yanımdasın ve yine aynı görünümü sunuyorsun: İkimiz ve küçük oğlun David için ayırttığımız yataklı vagonun küçücük lavabosunun önünde çıplak duruyorsun. Büyük oğlun Elias çoktan İtalya’da. Bu birlikte üçüncü yazımız artık, ama sen, fazlasıyla küçük mekânda şarap kırmızısı pelüşler ve koyu renkli ahşabın arasında ıslık çalarak, su sıçratarak durduğunda seni seyretmek hâlâ aynı şekilde hoşuma gidiyor. David koridorda haylazca dolanıyor, pencereden dışarısını seyrediyor. Daima seni isteyen ellerimi özgür bırakmak için bu fırsattan yararlanıyorum. En alt ranzadan ancak bacaklarına, popona ulaşabiliyorum. Tıraş olurken ıslık çalmaya devam ediyorsun ve sana daha kolay ulaşabileyim diye dönüyorsun.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir